Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '15

 
Kategori
Blog
 

Kim tuttu ki sizi ellerinizden, söyleyin bana kim tuttu?

Kim tuttu ki sizi ellerinizden, söyleyin bana kim tuttu?
 

Zamane ebeveynleri işin kolayını bulmuş be dostlar… Dershane fırtınası durulur gibi olunca imdatlarına “akıllı telefonlar” yetişti ve tutuşturuverdiler çocuklarının ellerine… Analık, babalık görevlerini bir şekilde yerine getirdiler… Vicdanları da rahat tabii…


Hoş, eskiden de pek farklı değildi durumlar… Siyah bir önlük, kar beyazı ve kolalı yakalar varsa…

Tedarik edilmişse ders kitapları ve çocuğun ayağındaki ayakkabı… Görevlerini yapmış sayılırlardı.

Beklentileri de fazla değildi tabii çocuklarından…


En azından “garantili” bir “memuriyet”…


Ordu (gedikli de olabilir) ve emniyet mensupları revaçtaydı o sıralar. Zamanın gazetelerine verilen “evlilik ilanlarında ” doktorlardan, mühendislerden ve de serbest meslek erbabından ziyade onlar tercih edilirdi…


Oysa benim bir resim defterim bile yoktu… Yoktu boyalı kalemlerim, pek çoğunuz gibi. Baise hanım “şimdi resim yapacağız çocuklar” deyince çıkarırdım çizgili iş defterimi… Sayfanın sağ üst köşesine sinek moku büyüklüğünde bir köy resmi çizerdim, üstelik minareli… Yakın plana da sırtını bir çınara dayayarak kaval çalan bir çobanı, çayırlara yayılmış kuzuları, iki patisine çenesini dayayarak hüzünlü kaval nağmelerini dinleyen bir çoban köpeğini (haklarını fazlasıyla vererek)yerleştirirdim. Kendimi resme o kadar kaptırırdım ki; ne başıma toplanan diğer sınıf öğretmenlerini, ne de sınıf arkadaşlarımı fark ederdim… Baise hanım:


“7 yaşında bir çocuk nihayetinde… Resimdeki “perspektifi” görüyor musunuz, Selma hocam” derdi meslektaşına ve başımı okşayarak… Ben ise “ulan yine ne haltlar karıştırdım ki bunlar başıma toplandı” tedirginliğine kapılırdım. Pırpır ederdi çocuk yüreğim!


Ama gerisi gelmezdi… Kimsecikler de tutmazdı elimden.


Uzun kış gecelerinde gürül gürül yanan sobanın arkasına sığınır, sınıftan yürüttüğüm 4 tebeşiri uhuyla yapıştırıp tırnak makasının sivri uçlu bıçağıyla(veya teyel iğnesiyle, o da yoksa 6’lık bir çiviyle) yontardım. Gazi’nin, İnönü’nün ve ablalarımın tarih kitaplarında gördüğüm düşünürlerin büstlerini yapmaya çalışırdım. Sakallı ve de dağınık saçlı Herodot’lar, Agamemnon’lar, Hektor’lar, Sezar’lar çıkardı ortaya… Kendimi o kadar kaptırırdım ki, Avni beyin başıma dikildiğini fark etmezdim bile. Elimden alırdı o biblomsuları ve uzun uzun bakardı; yüzünde ender rastlanan o “memnuniyet” çizgileri hâsıl olurdu ama bana dönüp:


“Yedi kere sekiz kaç eder?” diye kerrat sorusunu sorunca hoşa gitmeyen bir halt karıştırdığımı anlardım ve yine aynı tedirginlik kaplardı benliğimi.


O da tutmazdı elimden, tutması gerekirken.


Çok daha sonraları, ortaokul sıralarındayken, Gönül hoca; “Bir anınızı yazın çocuklar” derdi, kompozisyon derslerinde… İkinci derste de yazdıklarını okurdu öğrenciler. “Kim okuyacak?” diye sorunca kimsenin parmağı kalkmazdı nedense… Başıma dikilir; “Oku bakalım Culduz, yazdıklarını” derdi bana, parmak kaldırmadığım halde! Okurdum tabii… Okumam bitince onun da yüzünde “memnuniyet” çizgileri oluşur, ama “bunu sen mi yazdın?” diye sorunca…


Çocuk ruhumun kristal vazoları çok yükseklerden düşerek tuz buz olurdu dostlar!


Verdiği 9 haram zıkkım olur, boğazıma dizilirdi!


Tutan yoktu elimizden! Hani yani bir yönlendiren!


“Okulunun da, müfredatın da, istikbalinin de, memuriyetinin de, anasını avradını, gelmiş geçmiş sülalesini ve yedi ceddini hem de Kâbe yollarında…” diyecek bir birikimim yoktu o sıralar!


Şiirler yazardım naif!


“Söylemeyin kargalar, suçlarımı babama…”


Resim, heykel, şiir, yazı…


Beyaz kadın ticareti yap, torbacılık yap bunlardan iyi!


Bilmiyordum o zamanlar Sabahattin Ali’nin başının odunla ezildiğini… Orhan Kemal’in, Kemal Tahir’in en güzel eserlerini zindan köşelerinde yazdığını… Nazım’ın 15 sene yattığını… Aziz Nesin’in sürgünlerden sürgünler beğendiğini… Çetin Altan’a olan linç girişimlerini…


Haa! Birinci Harpte doğmuş ve ikincisinin en şatafatlı günlerinde “karne” sırasına girmiş bir Baba’dan daha fazlasını bekleyemeyiz elbette. Süpürge tohumundan mamul ekmek yiyen hocalardan bekleyemediğimiz gibi. O devirler “haytalığın” lüzumu yoktu!


Fransa kaldırırdı ressam “Fikret Mualla’yı” ama Türkiye asla!


Tutan olmadı elimizden!


Neredeyse bir 10 sene olacak… Kimilerinin beğenmediği şu site yaşlı… Müdavimleri yorgun ve bezgin…


Ben; “Emekli memur sitesidir” dediğimde kırılıp gücenenler oluyor.


Sevinecekleri yerde!


“Hamburger” ve “akıllı telefon” neslinin hali ise yürekler acısı oysa. Eskiler hiç olmazsa “yastık altından” bir şeyler çıkarabiliyor. Yeniler “ismini” bile doğru düzgün yazamıyor.


“Tutan olmadı ki elimizden!”


Neye sevinirim bilir misiniz?


Çok hakaretler, çok küfürler işittim ve eleştirildim bu sitede…(Arşivim şahittir)


Hoş, benim de elim armut toplamadı tabii…(Arşivim şahittir) 45 senedir sınır ötesinde yaşıyorum fasılalarla… Dile kolay be dostlar!


“Okulunun da, müfredatının da, istikbalinin de, memuriyetinin de…” diyeli de aynı zamana denk gelir.


Bir Allah’ın kulu çıkıp da…


“Türkçesi ‘kirik’” diyemedi hakkımda!


Di-ye-me-di!


İşte ben buna sevinirim, teselli niyetine!


Tamam! Çok hoplayıp, zıpladık ve bir nane olamadık ama…


Çıtı pıtı ve de hakiki sarışın Gönül hocayı mahcup etmedik!


Bundan sonra neler olur?


Bilemeyiz biz!


Eskiler çıkınlarını döktüler ortaya… Allah ne verdiyse… Beğenir veya beğenmezsiniz.


Ama yeni nesilden umudum yok benim!


Kızmayın ama “dershaneyse dershane, akıllı telefonsa akıllın telefon” diyen de sizlersiniz!


“Benim oğlum da, benim kızım da yazıyor” diyen bir blog üyesine rastlamadım ben!


Bu gibi uğraşların “haytalık “ olduğu ruhunuza işlemiş sizin!


“Benim dediğimi yap, yaptığımı yapma” kafası işte!


Hayallerinizi süslüyor “garantili” bir memuriyet!


Tutun, derim ellerinden…


Tutun vakit erkenken!


Sizin ellerinizi kimse tutmadı…


Siz bari tutun çocuklarınızın ellerinden!


Tutun zaman varken!


Güzel pazarlar efendim!


Yine atıp tuttuk, kusurumuzu bağışlayın efendim!

 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..