Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Kim zengin olmak istemez ki?

Kim zengin olmak istemez ki?
 

Daha güzel giyinmek, görmediği yerleri görmek, keyfince gezip, dolaşmak, son model bir arabaya binmek, binerken yakıt mevzuunu düşünmemek, bir yat sahibi olmak ve keyfince koylarda demir atmak. Sanırım herkesin isteyeceği şeylerdir. Paraya karşı iradi güce sahip bir insan için bile böyle bir yaşam kimi zaman cazibe halini alıyor olabilir.

Yaşım 30’lara yaklaştığımda anlamıştım çalışarak zengin olunamayacağını. Canlı örneği ise babamdı. Ölürken bir tane kooperatif konutu vardı ve taksitlerini biz çocukları ödemiştik. Oysa babam müthiş bir şekilde çalışmıştı. Hayatının en verimli dönemleri sadece çalışarak geçmişti. Sivas’tan 1940’lı yılların başından çıkıyor İstanbul Karaköy’e gidiyor. Perşembe Pazarının izbe hanlarında yatıp kalkıyor, hamallık yapıyor, demir kırıcılığı yapıyor ve kendi dönemine göre iyide para kazanıyor ama, kazandığı para ailenin geçinmesine ve kendi karnını doyurmasına ancak yetiyor. Bir miktar biriktirdiği parayıda o yıllarda Arap Camii civarında bankerlik yapan bir yahudiye veriyor işletmesi için. O yıllarda öyleymiş. Kimse doğru düzgün banka nedir bilmediğinden, parasını ticarete yatkın olan Yahudilere verirmiş çalıştırması için. 1940’lı yıllar aynı zamanda sermayenin el değiştirilmesine CHP iktidarının teşne olduğu dönemlerdir ve azınlıklara uygulanan “Varlık Vergisi” sonrasında Ermeni, Rum ve Yahudiler’in ellerindeki varlıklar Türk’lerin eline geçmektedir. Vergisini ödeyemeyen azınlıklar Aşkale’ye sürgüne gönderiliyor ve sonrasında işte o azınlıklar ülkeyi bir bir terk etmeye başlıyordu.

Kimi zaman düşünürüm, “Ticareti ve üretimi bilen bu kesim, o yıllarda Türkiye’de kalsaydı ve korunsaydı acaba ülke ekonomisi nasıl bir noktaya gelirdi?” diye.
Azınlıkların ülkeyi terk ettiği, malını mülkünü bırakıp gittiği dönemlerde Perşembe Pazarında ticaret yapmakta olan bir Rum, şimdiki Ataköy 9. Kısım olarak anılan yerde 120 dönümlük arazisini babama yok pahasına bırakır. Yahudi Bankerde parası olan babam parasını çeker ve bu araziyi almak için gerekli işlemlere başlayacağı sırada dayısı tarafından bir güzel dayak yer. Babamın dayısının gerekçesi ise “Sen memleketteki ailenin rızkını o çorak araziyemi gömeceksin?” yollu oluyor ve babamı okkalı bir şekilde döverek elinden parayı alıyor ve “Hadi yürü git nasıl alacaksan al o araziyi?” şeklinde oluyor. Bu ve benzer olaylar sonraki yıllardada babamın karşısına çıkıyor. 1951 yılında keza benzer bir şekilde yine bir Yahudi tarafından Silivri’de bulunan 250 dönüm olan arazisi babama teklif ediliyor ve babam bu teklife tümü ile soğuk bakıyor. 06-07 Eylül olaylarında da benzer ekonomik yatırım olanakları yakalamasına rağmen babam, hamallıktan kazandığı parayı Sivas’ta kimi topraklar alarak değerlendiriyor ama sonraki yıllarda o topraklarda rantabl olmaktan çıkıyor.
Bu kısa örnekleri vermemdeki gaye ülkemizde zenginliğin temel kaynağının ve köşe dönmeciliğin amentüsü, toprak rantından ve hemen ardılı olan konut üretiminden geçtiğine dair vurguyu yapmaktı. Babam o dönemlerin elde edilebilecek büyük sermayesini küçük manevralarla elde edebilecekken, basit bir öngörü eksiğinden dolayı elinde olan parasını Sivas gibi ekonomisinin ne olacağı meçhul olan bir yere gömmesi gelecekteki olası zenginliğini sabote ettiği anlamına geliyor.

Toprağın insanı nasıl zenginleştirdiğini ilk kez Antalya’da görmüştüm. Herhangi bir üretim yapmaksızın, elindeki küçük paralarını Antalya köylülerine vererek o toprakların tapusunu ve zilliyetliklerini ellerine alan arazi spekülatörleri 1990’lı yıllar geldiğinde inanılmaz bir zenginlik yakalamışlardı. Turizmin Antalya’da yoğunlaşması ile birlikte göç alan Antalya’da ciddi anlamda konuta ihtiyaç doğmuştu. 1985’li yıllarda İstanbul’un ve özellikle Ankara’nın bürokrasiye yakın isimleri patır kütür Antalya’dan ucuza arsalar topluyor ve aradan geçen kısa bir zaman diliminden sonra o arsalar inanılmaz fahiş bedellere doğru tırmanıyordu. Kent büyüdükçe, göç yoğunluğu arttıkça arsa ve arazi spekülatörleri ellerini ovuşturarak ucuza kapattıkları arsaların değerleri üzerinden sohbetlere dalıyorlardı. Her bir yudum çayla beraber o ucuz toprakların değeri artıyor ve değer arttıkça toprağın sahibi spekülatörlerin gözlerinin içi gülüyordu.
Bu gün Antalya’nın en somut zenginleri bir dönemin arsa ve arazi spekülatörleridir Hiçbir üretim yapmaksızın inanılmaz bir sermayeyi banka hesaplarında toplamışlardır.

Geçtiğimiz günlerde bir Rus, Antalya’dan konut satın aldı. Satın almış olduğu konut hepi topu 75 mt2 büyüklüğünde sıradan bir konuttu ve tek özelliği falezlerin üzerinde olması, denizi boydan boya görmesiydi. Hemen konutun altında ise Korsan Koyu olarak bilinen koy bulunuyordu. Konutun satış değeri 1 milyon tl tutarındaydı. Konutun toplam maliyeti ise en fazla 50 bin tl civarındadır. Bu maliyet bedelinin içerisinde arsa payı yoktur. Bu denli fahiş bir düzeyde kazanç elde edilmesi kuşkusuzki tuhaf bir durum. Ortada ciddiye alınabilecek bir emek olmamasına rağmen elde edilen kazanım inanılmaz boyutlarda. Bahsetmiş olduğum sitede toplam 20 adet konut bulunuyor ve her birinin satış fiyatı bu meblağ. Yani müteahhidin cebine 20 milyon tl gibi bir rakam girecek ve bu konutları üretirken harcamış olduğu para arsa maliyeti hariç toplamda 500 bin tl tutarında. 1500 mt2 arsa üzerine yapılmış olan 20 konutluk bu sitenin arsa maliyeti ise 3 milyon tl tutarındadır. Daha fazla olabilmesi olası değildir. Elde edilen kâr 15 milyon tl’nin üzerinde.

Zenginliğin başka türlü elde edilebilmesi mümkün değil. Çalışarak, üreterek hiçbir zaman kimsenin sermaye birikimine sahip olması mümkün değil. İşte tamda bu noktada devlet olgusu devreye girmesi gerekirken, devlet, aksine bu gibi olaylara seyirci kalmakla kendisini mükellef ediyor. Dünyanın hiçbir yerinde bu denli çarpık düzeyde bir kazanç yapısının var olduğunu sanmıyorum. Bu durum ülke demokrasisininde gelişmesinin önünde ciddi engeller yaratmakta. Sağlıklı bir devlet yapısı bu tip rant alanlarının birkaç kişinin tasarrufuna bırakmaz ve ortaya bu denli belirgin fırsat eşitsizliği gibi zırva bir durum çıkmaz. Yok yere birkaç sene içerisinde bu denli yüklü rantlara sahip olmak kısa bir süre sonra olmadık ciddi toplumsal sorunlarında ortaya çıkmasına neden olacaktır. Her şey bir yana işçi çalıştıran, üreten, onca riske katlanan sanayicinin, turizmcinin suçu, günahı nedir? Hani Serbest Pazar masalı dinliyoruz ya, bu durumun Serbest Pazar Ekonomisi ile uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Tümü ile bir yağma düzenidir ve Serbest Pazar yapısınında altını oymaktadır.
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..