Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Kimi yazılar hiç eskimez: Takık

Kimi yazılar hiç eskimez: Takık
 

Sürekli bir şeylerden yakınan, birilerini suçlayan, kafalarına taktıkları bazı kişilerle uğraşan insanlar vardır. Bir köşede durup hedeflerindeki kişilerin bir şey yapmasını, bir şeyler söylemesini beklerler. Hedeflerindeki kişiyi büyük bir göz hapsine alıp sürekli takip ederler. Herbirinin kendine göre favori bir hedefi vardır. Kiminin derdi türban, kiminin laiklik, kiminin inananlar, kiminin Başbakan, Cumhurbaşkanı, kiminin Patrikhane, kiminin Atatürk, kiminin Orhan Pamuk’tur… Kimi sivil kıyafetli bir militaristtir; herşeyi orduya düşmanlık çerçevesinden yorumlar. Kiminin tek bildiği asker düşmanlığıdır. Kiminin Yahudiler, kiminin Avrupa Birliği, kiminin Batı…

Karşımıza bir parti, gazete, televizyon kanalı gibi bir tüzel kişilik biçiminde de çıkabilir; gazeteci, politikacı, avukat, edebiyatçı ya da bir blog yazarı gibi sayısız kimlik altında da...

Konuları hep aynıdır. Düşünce açıklamaya, soru sormaya değil retoriğe önem verirler. Klişeler en iyi dostlarıdır. Zihinsel sığlıklarını başkalarının ürettiği klişelerle kapatmaya çalışırlar. Bu klişe bazen bir şiirden birkaç mısra olur, bazen bir slogan, bazen bir etiket...

Kafaları karışıktır. Zihinlerinde kavramlar, terimler, isimler, sıfatlar, küfürler iç içe geçip yavan bir bulamaç haline gelmiştir.

Herşeyin altında bir çapanoğlu ararlar. Her baktıkları yerde bir komplo görürler. Kafalarına saksı düşse o mutlaka kendilerine düşman bir gizli servisin marifetidir. Burunları bir tek kokuyu alır: başlarına gelen her belanın sorumlusu belledikleri hayali düşmanların kokusu…

Ellerinde pertavsız, “vatan hainleri”nin parmak izi peşindedirler mütemadiyen. Ceplerinde bol bol etiket. Kendilerinden olmayan herkese yapıştırırlar: "Al sana vatan haini",,"al sana ikinci cumhuriyetçi", "al sana dönek" Oysa dünya kaç bin tur atmıştır o zamana kadar; hiç düşünmezler. Hayallerinden çok hedefleri vardır. Rengârenk bir gösteri uçağı olmak yerine ayakları yere sabitlenmiş bir radar olmayı seçmişlerdir. Hep başkalarına göre belirlerler konumlarını. Kendi fikri sermayeleri yoktur; tek sermayeleri hedeflerindeki kişilerin varlığıdır.

Kişilerin, koşulların, durumların, fonksiyonların değişebileceğini, dün yanlış olanın bugün o kadar yanlış, dün doğru olanın bugün o derecede doğru olmayabileceğini asla kavrayamazlar.

Hepsinin kendine göre bir altın çağı, bir “asr-ı saadet”i mevcuttur. Kimininki Hz. Muhammed’in hayatta olduğu İslamın ilk yılları, kiminin Türkiye’deki Atatürk ve tek parti dönemi, kiminin Stalin devri, kiminin mitolojik bir Ergenekon… Bu devirlerin ancak belli bir zamana, coğrafyaya ve bir daha bir araya gelmesi imkânsız çok özel koşullara özgü bir durum olduğunu bir türlü anlayamazlar. Anlatılanların çoğunun efsanelerin bulanıklığıyla malul olduğunu akıllarına bile getiremezler.

Takılıp kaldıkları zamanın içinde dura dura ekşimişlerdir. Ama şarabın o damak coşturan asil burukluğuna değil, sirkenin kekremsiliğine daha yakındır tatları. Onları dinlerken, okurken bir mumyayla konuştuğunuz hissine kapılırsınız.

Hep alesta beklerler. Hedeflerindekiler olmasa bir köşede pinekleyeceklerdir ama hayat zaten boş durmalarına da izin vermez. Çünkü mutlaka birileri çıkıp onlara ters gelecek bir şeyler söyleyecek, bir şeyler yapacaktır. O zaman avını gözüne kestirmiş bir yırtıcı iştahıyla saldırıya geçerler. Zaten düşmanlarını alt edip geçici bir rahata kavuştukları o kısacık zamanlarını da mızraklarını sivriltmeye, namlularını yağlamaya ayırmışlardır.

Bütün yeteneklerini hedeflerindeki kişinin ne kadar ne kadar kötü, ne kadar ne kadar zararlı biri olduğunu göstermek için kullanırlar. Bunu yaparken bazen beceriksizce, hoyrat ve yavan bir mizaha da başvururlar; ama bilmezler ki, mizah ancak güçsüzün, ezilenin, azınlığın elinde şık bir malzeme olabilir. Aksinin, bir engellinin özürüyle alay etmek gibi nahoş bir nobranlık olduğunu anlayamazlar.

Kendilerinin bile farkında olamadığı bir kıskançlığın esiridirler. Zihinsel kısırlık, üretememek, kıskançlıklarını ve kızgınlıklarını daha da arttırır. Bir an olsun içlerine dönüp neyim, neredeyim, ne yapıyorum diye düşünemezler. Hasbelkader benimsedikleri dünya görüşünün biricik, ebedi, değişmez ve evrensel bir doğru olduğuna inanmışlardır. Kuşku denen şeyden haberleri yoktur. Yeterince okumadıkları ve bu yüzden birçok şeyden habersiz oldukları halde kafalarına taktıkları kişi ve konularda ahkam kesmekten hiç geri durmazlar.

Atatürkçüsü, dincisi, milliyetçisi, solcusu, sağcısıyla birbirleriyle zıt kutuplarda gibi görünmelerine karşın aslında aynı saftadırlar. Bir rakip olarak birbirlerini yerin dibine batırırlar ama aynı dili konuştukları için gerçekte birbirlerine gizli bir aşkla bağlıdırlar.

İşleri gerçekten zordur, yerlerinde olmak istemezdim. Her an değişen, dönüşen, evrilen, farklı bir görünüme bürünen karmaşık ve cıvıl cıvıl hayatın karşısında hep aynı sabit bakış, hep aynı zihniyetle durmaya çalışmak çok yıpratıcı bir iş olmalı...

Not: Epey eski bir yazı. Ama sanki bugünler için yazmışım.

..........

http://jark.deviantart.com/art/Ninja-Target-Practice-7340407

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..