Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '19

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Kımız

 

Kımız

 

 

 

Ecrin, bir ses duydu, irkildi.

Yanlarında bir kadın belirmişti. Kadın,

“Benim adım Ümmügülsüm, sana şunu söyleyeceğim. Bizler, devamlı talim yapmazsak, talimgâha gitmesek gelen düşmanı nasıl öldüreceğiz? Boş kaldığımızda talim yaparız.”

Bilge Ana gülümsedi. Ecrin’in, kulağına eğildi,

“Hani siz spor salonlarına gidiyorsunuz, hani siz oralara dünya kadar para veriyorsunuz yemiyorsunuz, içmiyorsunuz ya yazık size. Biz hiç boğazımızdan kesmeyiz. Her şeyi yeriz, yediğimiz bize şifa olur, çok hareket ederiz, yediklerimiz bizde yığılmaz. Oturmayı sevmeyiz. Hiçbir şey yapmazsak çadırımızı temizleriz. Çamaşır yıkmaya gideriz. Yemeğimizi yaparız. Kilim dokuruz. Ekenden yatar, erkenden de kalkarız.

Biz günümüzü dolu - dolu yaşarız.”

“Gerçekten çok imrendim size.”

“Biz imrenilecek hayat yaşarız. Mesela bizim bir kımızımız vardır, muhteşemdir.”

“Kımız’ı biliyorum. Nasıl yapılıyor kımız?”
“Kımızı da sütten yaparız.”

Bilge Ana’nın dediği gibi bazı sorduklarının cevaplarını biliyordu ama emin olmak istediğinden Bilge Anaya tekrar soruyordu. Bilge Ana,

“Ben sana önce peyniri anlatayım, ardından da kımızı olur mu kızım?”
“Olur, çok iyi olur.”

“Peynirimizi ilk yaptığımızda taze peynir deriz.  Birde uzatma dediğimiz peynirimiz olur. Onu kaplara, tulumlara koruz sıkı bir şekilde de bastırırız. O uzun dayanır. Yağsız kuru peynirlerimiz de olur süzme deriz adına da…”

“Bilge Ana, kımızı nasıl yapıyorsunuz? Onu çok merak ettim.”

“Kımızı yaparken sadece tek sütten yaparız. Yani kısrak sütünden!”

“Kısrak sütünden mi?”

“Kızım hep tekrarlatıyorsun.”

“Kusura bakma Bilge Ana.”

“Kısrak sütü iyi süttür. Taze sütü önce bir tuluma toplarız, tulum dolunca da sütün içine kor adı verilen Kımız mayası ile biraz da kımız ilave ederiz. Ağzını sıkıca kapatırız, tulumu çadırın direğine asarız.

Ara sıra çalkalarız.15 gün 20 gün içinde kımıza dönüşür. Ondan sonra da içeriz. Ekşimiş ayran tadından olur. Bu içki senin bildiğin içkilere benzemez. İnsanın dilini uyuşturur uyuşturmasına da çok da şifalıdır. Vücudun direncini arttırır, mideyi ferahlatır.

“Bilge Ana, nasıl olur içki nasıl ferahlatır?”

“Kımız ferahlatır kızım. Biz bu içkiyi hem kendimiz içeriz hem de gelen misafirlerimize ikram ederiz. Ha bu arada biz başka şeylerden de içki yaparız.”

“Neler mesela?”

“Buğdaydan, arpadan da içki yaparız.”

“Bilge Ana, bir şey daha soracağım. Siz sadece et, süt, peynir mi yersiniz? Sebze yemez misiniz?”

“Biz sebze çok yeriz, sebzesiz olur mu? Biz sebzeleri de meyveleri de hem taze taze yeriz hem de hepsini kuruturuz öyle de yeriz. Bütün meyvelerimizi yetiştirdiğimiz yerler vardır, biz o yerlere isimler veririz. Üzüme bizler borluk deriz, üzüm yetiştirdiğimiz bahçelerimiz vardır. Bilir misin kızım Çin’liler üzümü ne bilsin bizden öğrendiler. Üzümü tazede yeriz kuruturuz öyle de yeriz. Üzüm çok önemlidir. Pekmez, sirke yaparız. Erik ve şeftali gibi yemişleri taze olarak yediğimiz gibi kuruturuz öyle de yeriz.”

Bilge Ana, bütün meyveleri sıralamaya başladığında Ecrin hepsinin hem taze hem de kurutulmuş haliyle tükettiklerini anlamıştı.

“İnanamayacağım şeyler öğrendim, sağ olasın.”

“Sende Sağol kızım. Biri öğrenmek isterse, ben sevinirim hiç bıkmam anlatırım.”

Ayağa kalktı,

“Gel bakalım, kızlar ne yemekler yapmışlar.”

Biraz yürüyünce kazanların olduğu yere tekrar gelmişlerdi. Bilge Ana, Birine işaret etti.

“Gülçiçek gel kızım sen biraz misafirimizi kazanların başına götür, şöyle bir görsün etli pilav nasıl yapılıyor bir baksın.”

Gülçiçek koşarak geldi.

“Olur, Bilge Anam” Ecrin’e gülümsedi,

“Gel bacım.”

Büyük bir kazanda etli pilav pişiyordu. Ecrin, etli pilavı kokladı. Farklıydı, duruydu, sağlıklıydı.

“Sağlıklı olarak düşündüm. Doğru burada her şey natürel, dokunulmamış, kirletilmemiş, öldürülmemiş. Bu insanlar ne kadar şanslı olduklarını biliyorlar mı acaba.” Gülçiçek,

“Al şu kaşığı eline pilavı bir karıştır bakayım etleri kazanın dibinde.”

Büyük tahta kaşığı eline verdi. Ecrin kazana yaklaştı, pilavı karıştırmaya başladı. Gülçiçek güldü,

“Bacım öyle yaparsan sen kazanın üstünde kalırsın, daldır kaşığını dedim ya etleri alttadır. Sen öyle bir karıştır ki etle pilav birbirine karışsın.”

Ecrin, ne yapacağını biliyordu ama yapamıyordu. Gücü yetmiyordu. Bir iki denedi ama başarılı olamadı. Gülçiçek elinden kaşığı aldı.

“Bacım sen ne kadar güçsüzsün, ver ben yapayım.”

“Çok güzel kokuyor, nasıl yapıyorsunuz?”

“Kolay bacım, eti kazanın dibine yerleştiririz, üstüne pirinci koyarız. O öylece durur, biraz durdu mu et hem suyunu hem yağını saldı mı, pirinçte nasibini aldı mı üstüne tereyağımızı koyarız. Bizlerin yağı çok iyi olur. Kokusu uzak diyarlardan duyulur. Yine bekleriz yağda yukarıdan erir, pirinç lezzeti kaptıkça kapar, diğer kazanda kaynar suyumuz olur, üzerine suyumuzu da dökeriz, kapağını kapatırız. Ateşinde harlı yanmasın hafif yansın diye üstüne kül dökeriz. Pilav demlene demlene pişer.”

“Müthiş, tadı nasıldır bunun?”

“İyidir hatun.”

Gülçiçek güveç tabağı gibi bir tabağa iyice karıştırdığı etleriyle pirincinin birbirine girdiği kazandan pilav koydu bir de tahta kaşıkla Ecrin’e uzattı.

“Bak bakalım beğenecek misin?”

Ecrin, önce kaşığın ucundan aldı sonra etinden aldı.

“Bu inanılmaz, bu gerçekten inanılmaz. Ben tek başıma bu kazanın hepsini yerim.”

Gülçiçek güldü.

“Yersen veririm, biz bir daha yaparız. Sen ne kadar istersen o kadar veririm sana”

Ecrin, bir çeşit yemek yeme krizine geçmişti.

“Bu pilav bu kadar lezzetliyse diğerleri de güzeldir.”

“Elbet güzel, hepsi birbirinden lezzetlidir.”

“Ben hepsinin tadına bakmak isterim.”

“Bak tabi.”

 

 

TÜRK ZİNCİRİ KİTABIMDAN

NAZAN ŞARA ŞATANA

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....