Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '09

 
Kategori
Deneme
 

Kimlerden kaçıyoruz?

Kimlerden kaçıyoruz?
 

Bazı insanlar size ilk tanışmada sıcak ve sevecen gelirler. Hemen oracıkta seversiniz. Birde öyle sıcak ve içten gülümser, gülerler ki içiniz de bir soba narlaşır yanaklarınıza ateş basar. Bazıları da elinizi ilk sıktığın da veya daha ilk söze başlar başlamaz sevmedikleriniz arasına düşerler. Saat o saattir onlar için, artık ne ederlerse etsinler, ağızları ile kuş da tutsalar bir işe yaramaz bu. Her girişim, her çaba nafile bir girişim olur.
Sevmezsiniz, sevemezsiniz. Sevmeyin canım, zorla değil ya…

Bu sevmediklerinize büyüteç ile baktığınızda, ortak özeliklerini hemen bulur ortaya çıkarırsınız. Bu o kadar zor değildir. Bakın bir kaçını hemen size sayayım…

İnsanlar vardır ağzı hep kulağındadır. Dişlerini saymaya kalksanız eksiksiz otuz iki dişini sayarsınız. Sırıtık, yılışık bulduğunuz insanlar arasına yazarsınız bunları. Oysa bir insanda itici olabilecek en son şey dudak kıvrımlarında açan güller ve yüze yayılan ak gülmelerdir. Ama onların gülmesi, gülümsemesi size bir şekilde samimi olmadığını anlatır.

Haklısınız. Uzak durursunuz bunlardan.

Haksız olmadığınızı yıllar içinde görüp kendinizle övünmeseniz de “Ne iyi etmişim” dediğiniz olur. Bir de çok konuşan kafa şişirenler olur. Dinleyeni canından bezdiren, uzun, sonu olmayan konuşmalardır bunlar. Dinlemeyi sevseniz de, katlanamadığınız konuşmalar başlayınca dinler gibi yapar, ikinci bir işkenceyi kendinize çok görüp uzak durursunuz.

Şu az konuşanlara ne demeli, rengini bir türlü çözemediğiniz sürekli dinleyen, ya da dinler gibi yapanlar, ağzı olup dili olmayanlar. Bir şeyleri saklama telaşı gezer gözlerinde. Sakladıkları kendilerine güvensizliktir. Bunu bilmeniz işe yaramaz. Onlar ortamı çoktan germişlerdir susarak. Biliyorum, uzak durursunuz bunlardan. Ama ben yine söylemeden edemiyorum; uzak, uzak durun bunlardan.

Sonra çok bilenler, dünyada olup bitenlerden haberdar olanlar. Bilmiş cehennemlikler. Herşey için bir anlatacak şeyi olanlar. Bunlar, bize yeni öğreneceğimiz, bilmediğimiz bir şey anlatmazlar, bilgi dağarcığımıza katacakları bir damlaları olmayanlardır. Çoğunlukla bizim bildiğimizi tekrarlar, bizim anlattıklarımızın bir sonraki gün, bize satanı olurlar.

Bir yerde okumuştum: Beş yüz kitap okuyan birinin her konuda diyecek bir sözü olurmuş. Ama keşke bu herşeyi bilenlerin, her konuda konuşanların hepsi beş yüz kitap okumuş olsa. Ancak ne yazık ki bizim bu çok “bilmişlerin” çoğu kitap okumayı seven değil, hatta “Okumak herşey değildir” diyenlerdir…

Sesin cırtlak olması, derin kalın, bas bariton olması ile ilgili değildir sesin sizi kaçıran özelliği. Sesin kendisidir; ses ile konuşan arasındaki uyumsuzluk, ses ile bakışlar arasındaki uyumsuzluk... Ses ile mimikler ve jestler arasındaki uyumsuzluk yâda. Bazen kullanılan sözcükler, bazen sesin sahibinin kılık kıyafetidir size bir şeylerin eksik, bir şeylerin doğal olmaktan uzak olduğunu anlatan.

Nabıza göre şerbet verenler, sizle ilk ters düşüşte düşüncesini değiştirenler. Küçük, cari hesaplara çarkınıza kendini atıp sizle dönen, sizden iyisini bulunca diğerine koşan on paralık olup, kendini bin paraya satmaya kalkanlar…

Siz de mi başladınız kimlerden, neden kaçtığınızı düşünmeye. Durun bir tahminde bulunayım: Aklınıza yalan söyleyenler geliyor ve bir ayrım yapıyorsunuz hemen. Sevimli olanlar ve olmayanlar diyorsunuz. Sevdiklerim sevmediklerim diyebilirsiniz. Çekinmeyin.

En sevimlileri pembe yalanlar söyleyenleridir. Hoş olurlar, sizi güldürürler. Daha söylerken anlarsınız yalan söylendiğini. Ve yakaladığınızda sizi eğlendirmek için yapılmış olduğu söylenir, ya da ima ederler. Mahcup, biraz da suçüstü halinin telaşı içinde kendisi de başlar yalanına gülmeye. Sevimli olduğu an da; bu andır. Sizin sevmediğiniz, uzak durduğunuz bu türden küçük pembe yalanlar söyleyenler değil; ''Kocaman, kırmızı, koyu kırmızı yalanlar söyleyendir'' diye düşünüyorsunuz.

Emin misiniz bundan?

Bir yalanı var eden nedenleri bilmeden, o yalandaki sizin payınızı çözmeden bundan emin olamazsınız. Kimse yalanı sevmez. ''Ben yalanı seviyorum.'' diyecek kadar yürekli biri çıkmış mıdır bilmiyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse; olduğunu da sanmıyorum. Kısacası öyle bir kahramanımız henüz yok.
Kocaman, koyu kırmızı yalanlar daha çok zaman içinde renklerini bulurlar. Bazen pembe küçük bir yalan olarak başlarlar renk değiştirmeye. Bir yalan ile ulaşılanın güzelliği, hoşluğu, avantajı veya kârlılığı kısaca vazgeçilmezliği, yalanın renginin giderek koyulaşmasının asıl nedenidir. En koyu, en kırmızı yalan; hiç yalan söylemediğini söylemektir.

Ama bizim sözünü ettiğimiz ilk tanışmadaki kaçışlardı. Kocaman, koyu kırmızı yalan zaman içinde rengini kazandığına göre bunu geçmeliyiz. Üzerini çizin bunun…

Kimlerden kaçtığınızı, kimlerden uzak durduğunuzu sayarken toplumun dürüstlük, erdem, namus diye ifade ettiği değerlerin üzerini de çizin, listenizden çıkarın. Bunların da yalan gibi bir özelliği vardır. Renklerini zaman içinde kazanırlar. Bunların hepsi bir süreç içinde bilinir ve anlaşılır şeyler olduğundan, ilk karşılaşmada asla kolay anlaşılabilecek şeyler değillerdir. Ama baştan biliyorsanız zaten hazırlıklısınızdır. Bu tür insanlarla bir araya gelmez, koyu renklerin bunaltıcılığı altında kalmazsınız.

İlk karşılaşmada sizi rahatsız eden daha çok mimiklerde, jestlerde, giyimde, edilen sözde, duruşta, devinimde veya bunların birbirini izleyen anlardaki uyumsuzluğunda saklıdır. Bakmakla görmek arasındaki farklılığı ortaya çıkaran da bu uyumsuzluğu görebilmektir. Sezgisel, gizemli hiçbir yanı yoktur bakmaktan farklı olarak görmenin.

Doğada parça ile bütün, bütün ile parça arasındaki ilişki dengeli ve uyumlu bir ahenk içindedir. Hiçbir çiçeğin yaşam alanı ve renkleri ile uyumsuzluğunu görmezsiniz. Rengârenk bir kelebek içinde öyle…
İnsanda da böyledir ya da olmalıdır diyelim.

İnsanın her davranışı, her sözü, duruşu, devinimi pazılın parçaları gibi birbirini tamamlar ve bir bütünlüğe ulaşır. Bu parçalardan birinin eksikliği veya yanlış yerleştirilmesi resmin bütünlüğünü bozar. Bu bazen bir gülüş, bir söz, duruş devinim olabilir. Bazen ise; o eksikliğin ne olduğunu anlayamaz, arar bulamazsınız. Bu, hiç mi hiç önemli değildir. Karşınızdaki resmin bütünlüğünde bir eksik, renklerdeki uyumsuzluk, '' parmağım kör gözüne'' der ve kaçış başlar. Doğal olanı tanıyan, yaşama ilişkin olan ile ona eklektik eklemlenen arasındaki farkı bilen, görmesini de bilir…

Diyelim ki dalgın bir anınıza denk geldi. Baktınız, baktınız da görmediniz. Olmaz değil, olur şeylerdendir bu da. Korkacak, telaş edecek bir şey yok. Hayat, sizle yürümeyi hak etmeyenleri ayıklamasını bilir. Onlar, çıktığınız yoldaki yükünüz olduğu yerde, geride bir yerlerde anılarınızın arasında kalırlar.

Hasan Kaya
www.hasankaya.com

 
Toplam blog
: 65
: 1019
Kayıt tarihi
: 11.09.09
 
 

Mart 1959 Erzincan doğumlu, İzmir de yaşıyor.. ..