Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kimlerin işi tıkırında?

Kimlerin işi tıkırında?
 

Son yıllarda işleri en tıkırında giden kesim sanırım simit sarayları, cep telefonu/kontür satıcıları ve şans oyunları bayiileridir... Ne zaman bu üç işten biriyle uğraşılan bir dükkanın önünden geçsem içinin müşteriyle tıklım tıklım dolu olduğunu görüyorum.

Ekonomik hayatta zaman zaman bazı meslek ya da işler popüler hale gelir, bazıları da zamanla geçerliliğini ve para kazandırma özelliğini yitirir. Bu, sürekli gelişen teknoloji ve ekonominin genel bir kuralıdır. Motorlu araçlar yaygınlaşınca nalbantların, seyislerin, semercilerin işlerini kaybetmeleri gibi... Teknoloji üretebilen toplumlarda bir teknolojik yeniliğin işsiz bıraktığı kesimlerin kaybı bir başka mekanizma tarafından telafi edilebilir. Yani nalbantlar ve semerciler otomobil fabrikalarında işçi olur vs... Geçiş süreçlerinde biraz sıkıntı çekilir, bazıları yeni düzene ayak uyduramayıp sefalete sürüklenir ama bu kabul edilebilir sınırlar içinde kalır.

Asıl sorun ise bizim gibi o teknolojiyi dışarıdan ithal ederek kullanan ama üretemeyen toplumlarda başgösterir. Hele bir de sürekli ve hızla artan bir nüfus söz konusuysa işsiz yığınlarının çığ gibi büyümesi kaçınılmazdır. Teknoloji ithal eden toplumlarda da yeni meslekler ortaya çıkar ya da bazı mesleklerin iş hacmi artar. İthal malların bayiiliği, çöp toplayıcılığı, modern kölelik, fuhuş, mafyalaşma, kumar, hırsızlık, şans oyunları vs...

Ülkemizde her gün tanık olduğumuz manzaralar tam da bu kurala uyuyor. Sadece yukarıda adı geçen üç işkolunu şöyle kabaca bir incelersek ekonomik bakımdan nerede olduğumuz aşağı yukarı ortaya çıkar.

Cep telefonundan başlayalım: Yaklaşık on yıldır bir mobil telefon furyası başladı ki, artık cep telefonu abonesi olmayan kimse kalmadı gibi neredeyse. Gencinden yaşlısına herkesin elinde, cebinde, kulağında küçücük bir makine. Çeşit çeşit marifetleri olan albenili bir oyuncak. İnsanlar öyle bağımlı hale gelmiş ki bir saniye olsun yanından ayıramıyor. Sürekli ulaşılabilir durumda ve pili dolu olmalı. Bir yerde beklerken hemen açıp sağa sola lüzumsuz mesajlar yollamalı ya da oyun oynamalı. Müzik dinlemeli, fotoğraf çekmeli. Teknolojik gelişmeye “dur” diyemezsiniz. Böyle bir alet icat edilmişse kullanılmasının ve yaygınlaşmasının önüne geçemezsiniz. Ne var ki, sorun şurada: Bu teknolojik nimetin ülkemize girdiği andan bu yana biz toplum olarak buna milyarlarca dolar yatırdık. Ancak bundan beş kuruş para kazanamadık. Hep ithalatçı konumunda kaldık. Altı milyon nüfuslu Finlandiya hemen her Türkiye vatandaşına bir ya da birden fazla cep telefonu sattı ama yetmiş milyonluk Türkiye bir tek telefon üretip dışarıya satamadı. Bir ara Raks firması bir şeyler yapmaya çalıştı ama sonu gelmedi. Sadece telefon cihazı değil sistemin vericileri, santrali, programları vs var ve bunların da tümü ithal...

Son on yıldır Türk halkı, özellikle de gençler, neredeyse bütün kazandığını bu cicili bicili oyuncaklara, kontüre ve faturaya yatırmaya başladı. Evinde ekmek olmayabilir ama mutlaka kontürün olmalı. Tamam gelirimiz az, üstelik çok dengesiz dağılıyor ama elimize geçeni nasıl harcayacağımızı da bilmiyoruz. Geliri kıt, sürekli borçla yaşayan, kredi kartının faizleriyle başa çıkamayan, üstüne başına doğru dürüst bir elbise alamayan insanlar bir de bakıyorsunuz iki ayda bir cep telefonunu yeniliyor. Yok kameralısıymış, yok bluetooth’lusuymuş, yok 3G uyumlusuymuş... Adamım sanki bana beş şirket birden yönetiyor da bütün işlerini cep telefonundan idare edecek!

Teknolojik oyuncak deyince iş cep telefonuyla bitmiyor tabii ki.. Daha bunun ipod’u var; plazma-LCD televizyonu, mp3 çaları, Playstation’ı var; Core Duo işlemcili dizüstü bilgisayarı, flash belleği var; yazılımı, antivirüs programı, lazer yazıcısı, dijital fotoğraf ve video kamerası, uydu alıcısı var. Var oğlu var. Ve bunların hiçbirini kendimiz üretemiyoruz, hepsi ithal. Zengin oyuncağı lüks arabaları hiç saymıyorum bile. Elbette bir ülkede lüks harcama da olacak, ithalat da, ama bu malların ithalatına on dolar harcıyorsan aynı kategoride hiç değilse beş dolarlık da ihracat yapabilmelisin. Sürekli penye tişört, gömlek satıp dijital kamera alamazsın.

Çalıştık kazandık, kazandığımızı teknoloji harikası ithal oyuncaklara yatırdık, bu arada karnımız da acıktı tabii ki... Ama cepte para kalmadı. Ne yiyeceğiz şimdi? Bir lokantaya ya da restorana girmeye kalksak kimbilir ne kadar hesap gelir. Bir şeyler atıştırmadan da eve yetişemem. Zaten mutfakta da pek bir şey yoktu. Ha, şu köşede bir simitçi olacaktı, en iyisi bir simit bir çay. En fazla bir buçuk liraya açlığımı gideririm orada. Gerisi Allah kerim...

Belki biraz kaba bir teori olacak ama ben son yıllarda özellikle büyük şehirlerde simitçi dükkanlarının yaygınlaşmasını, işsizlik, gelir dağılımının aşırı dengesizliği ve teknolojik oyuncaklar örneğindeki gibi üretmeden tüketme ve bilinçsiz harcama nedeniyle beslenmeye yeterince para kalmamasına bağlıyorum. Yoksa ne oldu da altı üstü susamlı bir hamurdan ibaret bu gıda maddesi için son yıllarda “saray”lar açılmaya ve içleri müşteriyle dolup taşmaya başladı?

İpod’u cebimize koyup fiyakalı kulaklıklarını taktık, Anglo-sakson pop şarkıcılarının liste başı parçlarını da indirip cıstakları dinlemeye başladık. Karnımızı da susamlı hamur ve şekerli suyla doyurduk şimdi iş geldi para kazanmaya. Malum, hepsi on beş ay taksitle bir sürü şey aldık ve ay sonu bunları ödemeye başlamamız lazım. Maaşımız da yetmiyor ne yapacağız? Yapılacak şey belli... Hemen yolumuzun üzerindeki iddaa bayiine girip birkaç liralık iddia kuponu yatıracağız; üstüne birkaç kolon Sayısal Loto, Şans Topu ya da On Numara oynayacağız. İşi iyice garantiye almak için de biraz daha yürüyüp bir ganyan bayii bulacağız. Orada da ekmeğimizi atlardan çıkarmaya çalışacağız. Yürürken seyyar Milli Piyango satıcısından bir kazı-kazan kazıyıp bir çeyrek bilet alacağız. O da yetmezse televizyondaki yarışma programlarından birinin başvuru telefonunu düşürmeye bakacağız. Eğer bağlanabilirsek Memed Ali Bey’e yalvara yalvara belki bir araba kazanabiliriz.

Durumumuz kısaca budur ve bence pek de parlak değildir. Yaşadığımız ortam insanı kolaycılığa itiyor; çalışmadan kazanmanın, üretmeden tüketmenin mümkün olduğu aldatmacasına kapılmamıza neden oluyor. Toplumca her dakikamızı loto çekilişinin yapılacağı o kısacık umut anına kilitlenmiş vaziyette yaşıyoruz. Birazdan kürelerin içinden numaralı toplar dökülecek ve maalesef hepimiz değil, sadece birimiz ya da birkaçımız kazanabilecek...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..