Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '11

 
Kategori
Gelenekler
 

Kıran kırana kına

Kıran kırana kına
 

RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


Koşturmaktan zonklarken ayaklarım, nihayet kına gecesinin yapılacağı mekanın önündeydik. Araba yanaşırken, annem ve cici anne hala “Burası mı, ay dur orası mı?” şeklinde diyaloglarla dayımı çileden çıkartmak üzereydiler. Şükür, karar verildi ve arabadan, dayı gazabına uğramadan indik.

Üstümüzü başımızı çekiştirip, yerine oturması gerekenleri yerleştirip bir iş hanının önünde durduk. Cici annenin “Bak, işte bu merdivenlerden yuvarlandı Hatice” sözüyle merdivenler gözüme, boşlukta asılı bir köprü gibi gözüktü. Ayaklarım hikayenin etkisinden gerilese de annemin sesiyle kendime geldim. “Hadi, gelinlik kız gibi salınma” Bak, durumun tezatlığına bak, “Ebe kadın, ben zaten gelinin değil miyim senin?” Unutmuş zahar. Üstünden geçmiş yirmi yıl. Kanıksamış belli. Bu duygunun kabarttığı koltuk altlarımdan birine, annemi, diğerine cici anneyi sıkıştırıp hana girdim.

Han diyince aklınıza ne geliyorsa, aynen öyle bir görüntü. Canlanmadı mı? Tamam başlıyorum; kirli sarı kırık mermerden yapılmış yer döşemesiyle, kahverenginin en çirkin tonundan donatılmış kapı ve asansör sövelerini düşünün. Yok halamı olmuyor? İzbe, karanlık ve dar koridora bağlanan mat kahverengi (sanki, antipas sürülmüş ve unutulmuş) kapıdan girdik.

On basamak kadar merdiven tırmandıktan sonra (bu arada annelerin elleri eteklerinde, yerler o derece temiz) asansöre vasıl olduk. Annem mutlu “Aa, asansör varmış, sahi kaçıncı kattı? Cici anne “En üst kat, bizim bütün kına geceleri burada oldu kızım. Biliyorum.” Peki, bindik asansöre, bastık 4.katın düğmesine. Asansör durdu, katta indik.

Ses seda yok. Cici anne önde, biz arkada kapının önünde diliyoruz. “Kapıyı çal” diyorlar. Kulağımı dayayıp kapıyı dinliyorum. İn cin çift kale. İçere tık nefes yok. “Kızlar, içerde ses yok. Burası değil, milletin kapısına dayanmayalım akşam akşam” derken, cici anne “Sesler aşağıdan geliyor” diye merdivenler seğirtiyor.

Annemle yan yana iniyoruz aşağıya doğru. “Bak, Şengülcüğüm, bu gün kırılmak darılmak yok. Aça bildim kadar açtım” diye göğüs dekoltesini işaret ediyorum. “Nasıııl?”deyi veriyor şaşkın şaşkın. “Açınca görürsün kuzum. Avratlar varmış hep, zeval gelmez nasılsa”

Salondan içeri girerken, elektriği almamak mümkün olmuyor. Anlıyoruz ki, düğün öncesi yaşanan klasik aileler arası çatışmalardan birisinin kucağındayız, hadi hayırlısı.

Kız annesi, kapıda karşılıyor gelenleri, yanında kızı. İçeri geçiyoruz, annem kıp kırmızı. Genelde sinirleri bozulunca tansiyonu yükselir ve rengi kızarır.

Gerginlikten nasipleniyor garip. Bize ayrılan bölüm (Erkek tarafına) sağda. Bakıyorum, bizim kızlar gelmişler, masa da bir sükunet sormayın gitsin. Sanki kına değil.

Damadın annesini, anne annesini, diğer akrabaları selamlayıp annemle oturmak üzere üstlüklerimizi çıkartıyoruz. Annemin gözleri bana kilitlenmiş, içimden ne çıkacak merakla bakıyor.

Üstlüğü atıp, içlikle kalıyorum, annem bakıyor “Bakma” diyorum. “Açtım demiştim” masadaki sessizlik kahkahaya dönüyor. Kız tarafı şaşkın, bizim masa yıkılıyor. Büyüklerin ellerini öpmek için her eğilişimde göğüsler fırlıyor, kah kaha patlıyor. (Yanlış anlaşılmasın. Annem, boyun çizgisinin altında kalan her türlü dekolteye karşı. Zavallı kendini öyle suçlu hisseder ki. Hatta, bizim giydiklerimiz yüzünden yanacağına inanır garibim. Ben de onu kırmamak için onunla gittiğim yerlere mümkün mertebe daha dikkatli seçenekler kullanırım. Yani, açık dediysek, balkon değil)

Masadan yükselen kahkahalar ve keyifleri yerine gelen insanları görünce, annemde gülüyor. Kaş göz işaretleri yapmaya başlıyor. “Kalk, şunları bir hareketlendir.” “Önce bir zehirleneyim” diyip koridora çıkıyorum, damadın annesi (eski arkadaşımdır sizden iyi olmasın) yanımda.

Sigaralarımızı içiyoruz, biraz da çekiştiriyoruz. Ardından masaya dönüyoruz ki, annem oturmama fırsat vermiyor. Beni getirmesinin sebebi de bu zaten.

Düğüne gidip, “Ay, yok ben yapamam, beceremem. Lütfen” ayakları atan, ilerleyen zamanlarda da pistten inmeyen tipler vardır. Gıcık olurum. İnsan bir yere davet edildiyse, insan ayırımı yapmadan icabet etmeli. Gitmezsen, gelenin de olmaz. Rahmetli babam; cenaze, asker, doğum, hastalık, düğün ve dernek. Her yere yetişirdi. Onun insanları da ona hep yetişti. Gidene gelirler sözün kısası. İcabet ettiğin yerin usulüne de ayak uydurmaya çalışacaksın. Burun bükmeyeceksin.

Oryantal, halay yok. Ben bunları beceremem. Amaaa, bir silahım var. Çıkar, zil çalarım. Şaşmayın, doğru duydunuz. Zil çalarım. Zilleri parmaklarıma yerleştirirken, masada oturan kadınlar şaşkınlıkla yüzüme baktılar. Annem “Afferim, kızıma. Hadi kaldır şunları” dedi.

Masaların çevrelediği bölüm (hadi sahne olsun) ve ortasında ben. Elimde ziller çalıyorum. Müziğe göre ritim vurup ortalarda dolaşıyorum. Tık yok. Kimle göz göze gelsem kafasını garip bir nidayla öbür tarafa çevirip görmezden geliyor. Benim sinirler zıplıyor.

Ortada durdum. Zil çalmayı kestim. “Cenazeye geldiğimizi bilmiyordum. Biraz daha oturursanız, Yasin okuyacağım” dedim. Kafalar bana dönmüş, ne olduğunu anlamaz gözlerle manasız manasız birbirlerine bakıyorlar.

Kaşık yok. Trende yok. Aslında, ben de yokum. Yok olsam memnun da kalacaklar. Sinirlenmiş yerime doğru gidiyorum, annemin çakmak gözleri üzerimde. Bir işaret, yol yeniden sahne. Bu sefer tek değil. Masada oturan gençleri de alıp çıkıyoruz. Onlar oynuyor ben çalıyorum.

Kız tarafı elleriyle tempo tutuyor. Erkek tarafını bastırmaya çalışıyor. Nafile, ziller çakkıdı, çakkıdı. Müthiş ses çıkartıyorlar. Kız tarafını bastırıyor zillerimin sesi. Ellerine geçirseler boğacaklar bir kaşık suda. Olmuyor ama. Yanımdan geçerken sataşıyorlar “Çalmayı da bilse” burun kıvırıyorlar.

Ortada telef olan ve sürekli kıvıran, beni bastırmak için ağzıyla tempo tutan bir kızcağız var. Ah, beni ona bir verseler. Dışarıdan bakınca pek büyük göstermiyorum. Bodur tavuk, hep piliç. Onlar da gehç falan sanıyorlar. Ben den küçük tipler, bana diş biliyorlar. Oğlum kadar ya var ya yoklar.

Bir tanesi “Pek de iyi çalamıyorsun” diyor yanımdan geçerken. Ben inadına basıyorum zilin ritmine.

Annem memnun. “Şundan bir tane daha olsa, getirmezdim hiç birinizi ama” diyor.

Bizim masa coşuyor, onlar hırstan kızarıyor. Kına faslına kadar, kadınların bir birleri üzerindeki kıskançlıklarının seyriyle kendimden geçiyorum.

KIRAN KIRANA BİR KINA…

Devamı haftaya…

Sağlıkla ve mutlu kalın 02/12/2011

Gülay Mustafaoğlu

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..