Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '14

 
Kategori
Anılar
 

Kirazlı ve çocukluğum

Kirazlı ve çocukluğum
 

Çocukluğumu düşündüm bir an. Bu köyün her köşesinde deresinde, tepesinde, ormanında, fındık bahçesinde, mısır tarlasında, sabah annemin birkaç inekle beni gönderdiği otlağımızdaki günlerimi. Komşu otlakların çocukları ve onlarla birlikte oynadığımız birdirbir, güvercin takla, çelik çomak, dama oyunlarını unutmamışım. İki takıma yetecek sayıda arkadaş ve top bulabildiğimizde futbol maçlarımızı. Otlağımızdaki kocaman beyaz taşın üzerine kömürle çizdiğimiz on iki taş oyun çizgileri ve iddialı çekişmelerimiz. Oynadığımız oyunların verdiği yorgunlukla acıktığımızda azığımız olan şişeye koyduğumuz ev ayranı, mısır veya buğday ekmeği, peynir, çökelek o günlerin en tatlı yemekleriydi . Ne denli zengin bir doğada yaşadığımı ancak güneydoğunun kıraç coğrafyasına öğretmen olarak gittiğimde anlamıştım. Lojmanın karşısındaki evin küçük çocuğunun her sabah evin önünde kum ve toprakla oynamasını seyrederken çocukluğum ve köyümün bize sunduğu zenginliğin doğal oyuncaklarımızdaki yaratıcılığımıza yansıması aklıma gelmişti. Çünkü lojmanın karşısındaki çocuğun bozkırın ortasında bu köyde çamur ve topraktan başka oynayacağı hiçbir şey yoktu. Karadeniz insanının neşesi ,hareketliliği ve yaratıcılığına yaşadığı coğrafyanın katkılarının o zaman farkına varmıştım.

Şimdilerde çocuk gözüyle hatırlarım köyümü . Hep de öyle hatırlamak isterim çünkü hayatımızın en mutlu günleridir çocukluğumuz. Her mevsim güzeldir köyümde. Sonbaharda yapılan kış hazırlıkları, yağan karlarla uzun zaman evin camından dışarıyı izleyişimiz ve fırsat olduğunda tahtadan yaptığımız kızaklarla akşama kadar kayak yapışımız. Pantolonumuz ıslanarak eve geldiğimizde annemizden bir güzel azar işitmemiz. İlkbahar ve yaz; tabiatın uyanışı ile hareketlenen börtü böcek ve kuşlar misali bizde hareketlenir kırlara ve dağlara, ormanlara, derelere gitmek için can atardık. Fındık ağaçlarında gördüğümüz kuşların yuvalarını tek tek kontrol eder yumurtalarını sayardık. Sonraki günlerde hiç bıkmadan yavruların çıkıp çıkmadığını kontrol eder ve yumurtadan çıkan yavruların büyümelerini günlerce izlerdik. Düşen yavruları alıp tekrar yuvaya bıraktığımızda hayat kurtardığımızı düşünüp müthiş mutlu olurduk Yavruların büyüyüp uçtuğunu gördüğümüz andaki sevinci hala duyar gibi olurum. Dere, tepe, fındık bahçelerini aşarak yola koyulur kopardığımız taflan veya avu yapraklarını küçük ağaç kıymıkları ile birbirine tutuşturup güneşten korunmak için şimdiki zaman çocuklarının gördüklerinde imrenecekleri kadar güzellikte şapkalarımızı yapar, ormana giderdik. Yapacağımız tahta araba için bulduğumuz en yuvarlak ağaçtan (Şimdilerde haber bültenlerinde seyrettiğimiz laz rallisinde kullanılan tahta arabalar) yanımızda getirdiğimiz kocaman testere ile tekerlek biçer, dönüşte acıkınca yol üzerinde balık ağı yerine götürdüğümüz ince örülmüş çuval ile derelerden minicik balıkları tutar, bulduğumuz ilk tarladan taze sütlü mısırlar koparır balıkla közde pişirir yerdik. Taze kestane filizlerinden yanımızda bulunan çakımızla düdük veya becerimize göre borazan yapar ormandaki ağaç çubuklarından değişik büyüklükte olanları birbirine vurarak elde ettiğimiz seslerle orkestramızı tamamlar hep bir ağızdan koro halinde o günlerin popüler şarkısı ‘’Gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan, Kovaladıkça kaçan ateş böceğimisin‘’i söylerdik. Eve geldiğimizde yaşımızdan beklenmeyecek bir beceri ile de tahta arabamızı yapardık. Kırlarda ve bayırlarda o tahta araba ile yarışırken dizlerimiz ve dirseklerimiz soyulur pantolonlarımız paralanır akşam evde anne ve babamıza hangi ifadeyi vereceğimizi düşünerek bir sürü yalan tasarlar ama yine de çuvallardık.

Köyümüzde yetişen ve her mevsim dalından kopararak yediğimiz erik, kiraz, armut, elma, incir dağ çileği ve sayamadığım onlarca meyveyi de unutmamak gerek. Fındık mevsimi de ayrı bir töreni andırırdı bizim için. Fındıkları toplanan bahçelerde kalan fındıkları arama (başak yapma ) çocukların göreviydi. Topladğımız başakları ya biriktirir veya ailemizden gizlice satar elde ettiğimiz parayla çocukça isteklerimizi karşılardık. Diğer coğrafyalardaki çocukların gördüklerinde dudaklarını uçuklatacak kadar çok zengin bir doğaya sahip olan köyümüzde ne kadar renkli bir çocukluk geçirmişiz meğer. Şimdilerde yuvalarından uçan kuşların ardından baktığım zamanki mutluluğu düşünür derelerin küçük çağlayanlarının şırıltılarındaki melodileri hissederim. Ormanda tek sıra yürürken söylediğimiz şarkıların yankılarını duyar dizlerimde ve kollarımda kapanmış yara izlerini de anılarını hatırlamaya çalışarak kontrol etmeyi ihmal etmem.

Şenol KABAOĞLU

 
Toplam blog
: 13
: 221
Kayıt tarihi
: 08.03.14
 
 

Şenol KABAOĞLU 08.05.1964 Yılında SAKARYA/ KİRAZLI'da doğdum. İlk öğrenimimi  Kirazlı İlkokulu or..