- Kategori
- Halkla İlişkiler
Kırdığı kapılara muhtaç olanlar
Bir düşünür;
” Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, birgün geri dönmek zorunda kalabilirsin” diyor
Biz ne yapıyoruz.?
Kapıyı çarpmıyoruz.
Hiç geri dönmeyecekmiş gibi tekmeliyoruz.
Adeta kırıyoruz.
Ardımızda bıraktığımız kapılar bu yüzden kırık dökük.
Yaşadığımız dünya için de bu böyle.
Sanki bizden sonra kimse yaşamayacakmış gibi.
Önümüze ne gelirse hunharca kirletiyoruz.
Yetmiyor katlediyoruz.
Denizi, ovayı, havayı, dağları…
Ruhunu yitirdikçe taşlaşan kalpler, ardında taşlaşmış bir dünya bırakıyor.
Havadan, sudan. Yeşilden, maviden mahrum bir dünya.
Bugün küresel ısınma, ardından susuzluk.
Yarın da küresel havasızlık.
Yani dünyadan çıkarken bile açık kapı bırakmadan çıkıyoruz.
Geri gelmeyeceğiz ya.
Ne yaşadıksa o kâr diyoruz.
Ya çocuklar, yani gelecek nesil.
Ruhsuzlaşan insan işte böyle bencil düşünüyor.
Bir zamanlar yaşamak için öldüreceksin diyorlardı.
Şimdi yaşatmamak için öldürüyorlar.
Mehmet Akif “Edebin olmadığı yerde edebiyatta olmaz” demişti.
Edebiyatı da edepsiz bıraktılar.
Onu da bozdular.
Ne güzeldi, Osmanlı efendisi, İstanbul Türkçe’si gibi tanımlamalar.
Ondan da uzaklaştık.
Birbirimizle konuşamıyoruz.
Konuşmak istedikçe kavga ediyoruz.
Kavga ettikçe insanlığımızdan uzaklaşıyoruz.
İç muhasebe başlıyor; “Aman Allahım ben böyle değildim”
Hiç kimse böyle değildi. Fakat böyle oldu.
Orda da kapıyı tekmeleyip tokatladık.
Kırdık döktük.
Birgün bu kapılardan tekrar geçmek zorunda kalacağız.
Kaçarı, kurtuluşu yok bu işin.
Hiç kimsenin birgün yüzünü kızartacak davranışlar veya konuşmalar yapmasına gönlümüz razı değildir.
Dikkat hem de pür dikkat.
Kapanan kapılar açılır da, kırılan kapılar kapandı mı bir daha açılmaz.
Bu böyle biline.
Yani anlıyorsunuz onu hepiniz.