Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '09

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Kırık bir aşk hikâyesi

Kırık bir aşk hikâyesi
 

Sonbaharın şehrin sokaklarına döküldüğü günlerdendi. Kasımda aşk başkadır filminden kareler süslüyordu sanki şehri. Ve aşk, hiç umulmadık bir anda tuzak kuruyordu, yüreği güvercin ürkekliğindeki bir kadına...

Zeynep, büyük ve loş bir işhanının giriş katındaki masalardan birinde otururken görmüştü ilk kez Ümit'i. Minik bir kitapçı dükkânı açmak istiyor, nasıl bir yol izlemesi gerektiğini bilmiyordu. Ümit'in telefonunu vermişti ortak bir arkadaşları, yani Suat. Ümit uzunca bir süre bu işlerle ilgilenmişti çünkü. Zeynep'e yardımcı olacağından emindi numarayı verirken. ' Benim adımı söyle, yeter ' demişti Suat.

Zeynep, biraz çekinerek aradı, kendini tanıttı ve ortak arkadaşlarından söz etti. Ümit, önce herhangi biriyle konuşur gibi konuşmuştu Zeynep'le. Suat'ın adını duyunca birden neşelendi. Suat'ı ne zamandır görmediğini, neler yaptığını sordu. Zeynep rahatlamış, çekingenliğini üstünden atmış, o cıvıltılı ve her daim heyecanlı, titrek sesiyle, soluksuz konuşmaya başlamıştı. Suat'tan ve açmak istediği kitapçı dükkânından söz etmeye başlamıştı. Ümit bir anda içtenlikle şunu söyledi; ben aslında telefonla konuşmayı sevmem, bana telefonda konuşmayı sevdireceksiniz. Konuşmanın bitiminde buluşup yüzyüze konuşmak için sözleştiler.

Zeynep işhanının içine girdiğinde hemen telefonunu çıkardı çantasından ve Ümit'in numarasını tuşladı. Bir yandan da masalara göz gezdiyordu, hangisi olabilir diye. Telefonu kulağına dayamasıyla, Ümit'in telefonu eline alması bir oldu. Gözgöze geldiler ve birbirlerine gülümsediler. Ümit ayağa kalktı, tokalaştılar. Uzun zamandır böylesi güzel bir gülüş görmemişti Zeynep. ' Daha güzel bir yere gidip konuşalım dedi Ümit, Zeynep de kabul etti. İşhanı kasvetli ve ruhsuz gelmişti zaten.

Cadde üstünde minik, şirin bir cafeye girdiler. Cafede çalışan genç bayan Ümit'i tanıyordu . Uzun uzun konuştular iş konusunda. Sohbet ilerledikçe, sanki uzun yıllardır tanışıyorlarmış gibi bir hava yerleşti masaya. Birbirlerine ' Sen ' diye sesleniyorlardı artık. Ümit keyiflenmişti, bir duble rakı istedi kendisine. Cafedeki kız rakı ve su bardağını koydu masaya. Ümit rakı bardağını eline aldı, su bardağıyla tokuşturdu ve büyükçe bir yudum içti. Zeynep, sanki en yakın arkadaşına sorarmış gibi soruverdi; neden bardakları birbirine vuruyorsun, diye. ' Yalnızlığımın sesini dinliyorum ' dedi Ümit. Eğer gerçekten ok atan aşk melekleri varsa, o anda oklarını çoktan saplamaya başlamışlardı Zeynep'in kalbine. Zeynep de sık sık dinlerdi yalnızlığının sesini. Ümit'i anlayabilirdi, Ümit de onu. Hava kararınca vedalaştılar, ama tekrar buluşmak üzere. Birbirlerinin sohbetini çok sevmişlerdi çünkü.

Günler sonra tekrar aynı yerde buluştular. Arada sık sık konuşmuşlar, daha da samimi olmuşlardı. Bu kez elinde bir kitapla gelmişti Ümit. Sohbetin bir yerinde elindeki kitabı açtı, kıvırdı ve okumaya başladı. Okuduğu satırlar sanki Zeynep'i anlatıyordu. Okurken arada parmağıyla Zeynep'i gösterip ' Bu sensin işte ' diyordu. Bütün bunların arasında raki bardağını su bardağına vurmaya ve yalnızlığın sesini dinlemeye devam ediyordu Ümit, ama bu kez Zeynep de duyuyordu o sesi ve Zeynep, fena halde Ümit'e doğru akıyordu yalnızlık sesinin tınılarının arasından.

Geç buluştukları birgün, arabayla deniz kenarına gitmek istedi Ümit. Zeynep çekinse de kabul etti. Birlikte arabaya yürüdüler, şehir dışına doğru gittiler. Yolda bir marketten bira aldı Ümit. Zeynep huzursuzlanıyordu alkollü araba kullanacak diye, söyleyemiyordu. Güneş yavaş yavaş denizin üstüne iniyordu. Arabayı ağaçlık, deniz manzaralı bir yere park etti Ümit. Arabanın torpido gözünü açtı, Sezen Aksu'nun bir kasetini çıkarıp teybe koydu. Biraz konuştular, sonra manzaranın ve müziğin büyüsüne kapıldılar, usulca birbirlerine sarıldılar. Ümit Zeynep'in dudaklarına dokundurdu dudaklarını ve öpmeye başladı. Zeynep, kim olduğunu, nerede olduğunu, ne yaptığını unutmuş, bulutların üstünde uçuyordu. Öyle bir öpüştü ki Ümit'in öpüşü; aradan uzun yıllar geçtiğinde, Zeynep bir başkasıyla benzer bir birliktelik yaşadığında bile - hoş olmasa da - Ümit'ten söz etmiş, o öpüşü asla unutamayacağını söylemişti, içi sızlayarak. ' Kendini üzme yavrus, aynı şeyi ben de Maryln'le yaşamıştım, o yüzden seni anlarım ve asla kırılmam ' cevabını almıştı.

O gün arabada ellerini uzatıp Ümit'in kollarına dokunmuştu. Kollarının iç kısmı kadife gibi yumuşacıktı. Yıllarca o kolun kadife dokusu çıkmadı aklından. Gördüğü bütün kol içlerinin adı Ümit'ti o günden sonra. Ve o gün Ümit, ilk kez evlerinin yakınına bıraktı Zeynep'i. ' Evden izin al, gece de dışarıda olalım ' dediyse de Zeynep yanaşmadı buna. Küçük bir veda öpücüğü kondurdular birbirlerine. Ümit Zeynep'e seslendi arabadan inerken ' Bu akşam ağzını yıkama, ben yıkamayacağım ' dedi. Birbirlerinin dudaklarında tatlarını bıraktılar o gün. Tabii kokularını da...

Cafede buluştukları birgün, hava epeyce karardığında Zeynep eve otobüsle gitmek istemiş, Ümit durağa kadar yürümüştü onunla. Bir okulun yüksek duvarlarının yanından durağa doğru yürürken arada parmaklarını dokunduruyorlardı birbirlerine, Zeynep o parmakların sıcaklığını günlerce hissetti kendi parmak uçlarında. Ayrılıp da otobüse bindiğinde parmaklarını kokluyordu. Parmakları Ümit kokuyordu. Otobüs durağa yaklaşırken Ümit; şu anda seni öptüğümü düşün, demişti. Ümit kokan parmaklarını koklarken dudaklarını da dudaklarında buluyordu bu yüzden.

Ümit'i uzun süre görmemeye dayanamıyordu. Böyle günlerden birinde ' Bira içişini seyretmeyi özledim ' demişti. Ümit de bu sözü unutmamıştı yıllarca. ' Bana aşık olduğunu anlamıştım o cümleyi duyunca ' demişti. Oysa Zeynep hiç alkol alamazdı. Ama Ümit'e öyle yakışıyordu ki içmek. Bazen içince coşuyor, türkü mırıldanıyordu inceden. Zeynep o türkünün içinde kayboluyordu.

Artık kitapçı dükkânı hakkında neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Zeynep, hem Ümit'le buluşmak için can atıyor, hem de var gücüyle Ümit'ten kaçmak istiyordu. Ümit evliydi ve ortak arkadaşları Suat duyarsa bir daha yüzüne bakamazdı onun. Bütün bunlara rağmen buluşma yerine ilk giden hep Zeynep oluyordu. Birgün o kadar çok beklemişti ki Ümit'i, cafedeki kız durumun farkına varmış, yanına gelerek ' Arkadaşınız gelmeyecek sanırım ' gibisinden bir şeyler gevelemişti. Bir saate yakın bekleyip dışarı çıkmış ve yakındaki bir cafenin bahçesinde başkalarıyla otururken görmüştü Ümit'i. Yürüdü, Ümit'in gözlerine dikti gözlerini, selam verip yürüdü. Eve dönüş yolunda ağlıyordu Zeynep. Çok kırılmıştı, haber vermeden yalnız bırakıldığı için. Cafedeki kız yanına geldiğinde aptal gibi hissetmişti zaten kendini. O an, o aşık olduğu adamı kalbinde öldürmesi gerektiğini düşündü ve öldürdü. Öyle olmadığını sonradan anlayacaktı.

Ümit farkında bile değildi bunun. Telefon açtığı bir gün Zeynep'in ağladığını farketti ' Gel bana sarılıp ağla ' dedi. Zeynep içindeki savaşı kazanmış, onu öldürmüştü, ya da öyle sanıyordu, gitmedi. Uzun bir suskunluk dönemi yaşadılar, birbirlerini aramadan.

Aylar sonra, yağmurlu bir günde gene aradı Ümit. Nerede olduğunu sordu Zeynep'e. ' Bankadayım ' dedi Zeynep. ' Çıkınca bana gelsene ' dedi Ümit. ' Uzun zamandır görüşmedik, seni özledim ' dedi. Zeynep kendisine verdiği bütün sözleri unutarak, içinde pusuya yatmış aşkın baş kaldırısına kulak verdi ve evinin adresini sordu Ümit'e.

Ümit kapıyı açtığında, o hayran olduğu gülüşüyle karşılaştı. Birlikte salona yürüdüler. ' Yaşlanmışım, değil mi? ' dedi Ümit. Hiç yaşlanmamıştı oysa. Üstelik saçlarına düşen tek tük aklar daha da yakışmıştı ona. Dizlerine oturdu, parmaklarını Ümit'in saçlarında gezdirdi. Ona hâlâ aşıktı, kaçmalıydı! Kaçtı da. Bu kez uzun yıllar sürdü kaçışı.

Ona tekrar rastladığında, gözünün önünde buldu bütün anılarını. Kadife bir kol içi, alıp götüren bir öpüş, rakı bardağıyla su bardağının çarpışma tınıları, çam ağaçları, Sezen Aksu'nun şarkısı ve onu son gördüğü gün. Tıpkı bir film adı gibi olan gün; Soğuktu ve yağmur çiseliyordu...Aşkının jübilesini yapmıştı o gün ve en birlikte olmak istediği anda kaçmıştı.

Ve işte onca yıl sonra neden bunca şeyi unutamadığını açıklıyordu ona Ümit, ' Sana aşıktım bir zamanlar, biliyor musun? ' dediğinde; elbette unutamazsın, çünkü yaşanmamışlık unutturmaz aşkı, diyordu Zeynep'e. Ve ekliyordu ' Mazi kalbimde bir yaradır ' diye.

Ve gene, yıllar sonraki bu buluşmada ' Bu aşkı yazacağım' dedi Zeynep, ' Öznesi sen olan bir roman yazacağım. İçinde bu kadar unutamamak olan bir aşkı yazmalıyım ' dedi. İçinden iki şarkının sözlerini geçiriyordu; Nerde bende o yürek, yârdan cayacak ve Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?

Aşk bitmiyordu. Bunu anlamıştı Zeynep. Aşk bitmiyor, pusuya yatıyordu. Ümit'e göre yaşanmamışlıktandı bitmemesi, Zeynep'e göre aşkın büyüklüğünden...

Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geriye dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.

Marcel Proust
 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..