Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kırık bir öykü'dür yaşamak...

Kırık bir öykü'dür yaşamak...
 

“Yok yenge, biz aç değiliz” dedi kız, halbuki açlıktan midesi guruldamaya başlamıştı. Tencerenin fokurtusu daha bir buçuk metre ilerisinde iken; o, bunun utanmaktan kaynaklandığını biliyordu, ama ne mümkün, çocukluğunun masum utanma duyguları bazen kendini aç bırakabiliyordu… Eve aç geldi o akşam, evdeki yemekler sulu köftenin yerini tutmuyordu, lakin açtı, yemek zorundaydı, çünkü evinde pişen yemek sulu köfte değildi… Aklında hep o yemek, sulu köfte, görüntüsü de gözünde.. Aradan kaç yıl geçti o , hala o yemeği yiyemiyor…Herkese anlatıyor, hem bir yandan da gülüyor…

Oda loş, serin… Ev ahalisi bayramlaşmaya gitmişler, sadece bir dede var evde. O kaç yaşındadır ki, olsa olsa, 7-8 fazla değil. Baktı elindekilere, çekmecede görmüştü, bir tomar altın zincir, bilezik... Baktı, baktı… Usulcacık yerine koydu, çekmeceyi kapattı, o, odadan çıktı. Kimseye bahsetmedi, kendisiyle hep gurur duydu…Hiçbir zaman eli uzun olmamıştı, öğrenciliğinde bile ne annesinin, ne babasının cüzdanını bile yoklamamış… Kendini seçilmiş hissediyor. Asil kan damarlarında mevcut muydu?

İlk defa amca yeğen yemekteler; hayatlarında ilk kez beraber dışarıda yemek yiyorlar, mecburiyetten doğan bir yemek aslında… Kebap ısmarlayacak kararlı amcasına, amcasının gözleri pırıl, pırıl parlıyor, hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış. O, Beyoğluna kolalı gömleksiz çıkmamış… Şimdi yeğen soruyor “Hiç sevmedin mi? Hadi amaaa naz yapma mutlaka sevmişsindir” Amca gülüyor farkında yaralar eski…”Eh gençlik başımızda duman…Olmadı, olamadı…” O İskender kebap, üstüne içilen iki-üçer bardak çay, garsonlarla yapılan şakalaşmalar, 1, 5 ay sonra yerini intihara bıraktı... O, bir daha İskender yemek istemiyor. Amcasına iyi ki o soruyu sormuş, sevdiğini öğrenmiş..Tarih 17.05.2005…

Bugün yine yemeğe geldi, hayranım kişiliğine, özgüvenine… Şirket elemanımız iken başka kuruma gitti-gitmek zorunda bırakılanlardandı. Havuzdan sonra başka kurumda çalışmaya başladı… Arada bir yemeğe geliyor yemekhaneye… Bizimle konuşup gülüşüp gidiyor. Ben öööyle bakıyorum. İşyerinden izinliysem bile kapısından girmek istemem, mümkünse sokağından geçmem… Ben gitmiş olsam başka kuruma, kendi rızam dahilinde de olsa, gelip eski işyerinde yemek yiyemem. Kendimi “kovulmuş kedi”gibi hissedeceğim aşikar. Haliyle adını bile anar mıyım, başıma geldiğinde bulacağım bu sorunun cevabını. O yüzden bu kıza bir kez daha hayranım…

Köyde bitirmiş ortaokulunu. Okumak için dil dökmüş, galip gelmiş. Milletin “git, gel Konya altısaat, okuyupta ne oalcaksın. Gidip saç baş açıp geleceksin” demelerine rağmen. Kız Meslek Lisesi diyor. O okula kaydolacağım. Çünkü, utanıyor erkeklerden, hiçbir zaman girmemiş, girememişti erkek toplumuna…Yüzü gonca gibi kızaran zamanlardaydı tabii bütün bunlar. 1 ay gidiyor bu okula, sonra bakıyor ki onu, nakış bölümüne vermişler. İstemiyor, çıkıyor Müdüre hanıma, “Ben, dikiş bölümünü istiyorum” diyor. Müdüre Hanım “herkesin keyfine göre atölye açamıyoruz. Ne yazık ki nakış bölümündesin, illa dikiş diyorsan söyle veline, dikiş atölyesi açsın” diyor, şişko suratlı kısa küt saçlı… Bu yüzü hiç unutmuyor. Bir ay sonra birazda torpille Ticaret Meslek Lisesine geçiyor. Tekrardan kıyafetler, kitap-defter…Olsun, dediği oluyor dayısı sayesinde…İyiki de ne istediğini bilmiş, biliyorki o, pc dünyası ve çalışma hayatı, üniversite hayatı bu kararlılığının sayesinde gelmiş. Bir kez daha kendisiyle gurur duyuyor. Haa, gonca gibi kızaran yüz; yerini güvene, Ayaklarının üzerinde durmaya bırakmış.

“Hayır” diyor erkek, “artık bu saatten sonra hayatımda sen yoksun” diyor, gecenin koyu karanlığında..”Kim var peki”diye soruyor kız. Söylemiyor suratsız adam, bu akşam suratsız zaten.…”Sen tanıyorsun ama söyleyemem, artık o olacak hayatımda” diyor bir kez daha… Ayağının altından yer çekilmiş miydi, gözleri karardı. Yürümeye adım atmaya çalışsa da kovulmuş gibi, itilmiş, uçurumdan atılmış da, entarisi çalıya takılmış gibi hissediyor kız… Halbuki, kim olabilirdi ki.Bütün arkadaşları biliyordu bu ilişkiyi… Bir şeyler yanlış ama ne? Kızın gözlerindeki yaş sabaha kadar durmuyor. Uyumuyor da…Artık hiçbir şey düşünmek istemiyor. Bir süre salak, salak takılıyor. Görüşmüyorlar, canı, ciğeri kavruluyor ama kabulleniyor. Bir türlü öğrenemiyor. Gururu, sordurmuyor zaten. Halbuki en yakın arkadaşı, yatağında yatırdığı, evinde kalan, kıyafetlerini giyen, her sorununa koştuğu kız arkadaşı idi… Öğrendiğinde kan şekeri düşmüşler gibi titredi bacakları elleri, yüreği…Eh beee…”Fazla konuşuyordu, fazla hüküm veriyordu, fazla olayların içine dalıyordu, boğuluyordu bu kızdan”.Bir gün kovmuştu, evinden, hayatından. Zehirli sarmaşık gibi, her gittiği yeri zehirleyen kız nihayetinde, sevgilisini almıştı elinden…Kovmasa kızı, acaba hala sevgili kalabilir miydi?... Bu sorunun cevabını yıllar geçse de bulamadı hiçbir zaman…

 
Toplam blog
: 359
: 1593
Kayıt tarihi
: 29.11.06
 
 

Deli-dolu, akıllı,  yalandan yere çamura yatan, normal değerlerde zekalı, esprili, şakacı, kendin..