Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '14

 
Kategori
Deneme
 

Kırık hava

Kırık hava
 

Dün yedi saat gibi çok uzun süren, genellikle güvenlik ağırlıklı sorunların görüşüleceği bilinen Bakanlar Kurulu toplantısı sonunda, hükümet sözcüsü Bülen Arınç oturumla ilgili genel bir açıklamada bulundu. Doğrusu güney sınırlarımızda uzunca bir süredir devam etmekte olan karmaşanın giderek bir cadı kazanına döndüğü, IŞİD terörü nedeniyle gelişmelerin uluslararası müdahale aşamasına geldiği bir ortamda daha aydınlatıcı açıklamalar beklenirken, ayaklarımızı suya erdiren, içimizi serinleten bir açıklama araya sıkıştırıldı! Ortaöğretimde uygulanmakta olan "türban" yasağı sonunda kaldırılmıştı! Daha ne isteyebilirdik ki.

Dışarıda, iki üç gündür sürmekte olan yağmurlu havanın yerini almış olan parçalı bulutlu bir hava vardı. Bir düşünce bulutu esti geçti aldı götürdü beni ilk çocukluk yıllarımdan bugüne akıp gelen, yarım asrı çoktan aşmış hayat çizgimin benzer günlerini düşünmeye.

“Güneş ufuktan şimdi doğar” dan, ”on yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” coşkusunu yaşadığımız, ”bir Türk dünyaya bedeldir” günlerine. Sonra neler mi oldu? "Tuna nehri akmam diyor” du aktı. 27 Mayıs devrimini yaşadık. Güneş parlıyordu. Sonra “bu kış ülkeye komünizm gelecek” korkutmaları başladı! Çok kış geçti gelmedi. Sonraları “tam bağımsız Türkiye” istemlerini bastıran “komünistler Moskova’ya” bağrışmaları yükseldi. Yaklaşan Mayıs ayının ilk günlerinde “darağacında üç fidan” vardı. Rövanş alınmış, maç üç üç berabere bitmişti. Sonra tam da “tünelin ucundan ışık” bu sefer neredeyse görünmek üzereydi, muhtıra’lı günler başladı. Bunu ülkenin her tarafında açmaya başlayan kan çiçekleri izledi. Gazeteler sayfalarında, tv’ler haber bültenlerinde hava raporu verir gibi büyük bir kanıksama içerisinde zaiyat raporu verir oldular. Ölüm sıradanlaşmış, dağa taşa yazılı “umudumuz Karaoğlan” yazılarını rüzgar esmiş süpürmüş, yağmurlar sel olup götürmüştü. Tam umudumuz tükenmiş, tünelin ucundaki ışık kararmıştı ki, bir gecede akan kan nasıl olduysa durmuştu! Kanayacak hali kalmamış toplumun, üstüne üstlük bir de beli kırılıyordu. 12 Eylul 1980 di. Ne kadar çok insana acı çektirildi, ne kadar çok genç insan hapislere atıldı, işkenceden geçirildi. Güneş yeniden bir başka parlıyordu! Parlıyor muydu? Acı ekmeklere katık olmuş, akşamları çoğu evde dert çorbaları kaynar olmuştu.

Bir şeyler yanlış gidiyordu. Neredeyse tüm hayat çizgimi kaplayan yüzü, söylemleri ve yaptıkları eskimiş birkaç siyaset sihirbazı mıydı yanlış yapan, yosa bizler miydik? Güneş parlıyordu parlamasına ama, eksik olan bir şeyler vardı, taşlar bir türlü yerine otumuyordu. Yurt’ta barış “bir güvercin tedirginliğinde” ürkek bir kuştu artık. Eruh’ta bir jandarma karakolunda patlayan terörün ilk kurşunları, ”düşük yoğunluklu” bir iç çatışmanın ilk kurşunlarıydı. Oysa biz ilk kurşunu İzmir’in Konak meydanında Hasan Tahsin’le atmamış mıydık? Sahi Madımak Otelinde insanları çıra gibi yaktıklarında da güneş parlıyor muydu?

1980 li yıllardan başlayarak ağırlığını giderek hissettiren yeni dünya düzeni, piyasa ekonomisi uğruna piyasaları ve yabancı sermayeyi ürkütmemek uğruna neler verdik? Güneş her gün parlar kuşkusuz. Bir başka mı parlar bilinmez? Ama insanlık tarihinde “yıldızın parladığı anlar” enderdir. Bir dönüp bakın,19 Mayıs’ta bir Samsun alacakaranlığında parlayan yıldız aynı parlaklıkta mı?

İnsanlığın ve insanı insan yapan tüm değerlerin bu kadar piyasa’ya düştüğü bu dünya, yaşanası bir dünya mı, bizim dünyamız mı? Dünyada bizim kadar çok sayıda genç insanını hapislerde, alfabe harfleri ile sıralanmış hapislerde çürüten bir başka ülke var mı acaba? Hiç düşündünüz mü, biliyor musunuz, daha bir kızın elini bile tutmamış gencecik kaç insan öldü açlık grevlerinde? Bir delikanlının elini bile tutamamış gelinlik kaç genç kız. Kimin, ya da kimlerin kabahatı, hiç düşündünüz mü? Şimdilerde evlerin pencerelerine, balkonlarına astığımız, şehirlerin yüksek yerlerine, alanlarına en büyük boyları ile diktiğimiz, kendi dağlarımıza diktiğimiz, şehitlerimizin tabutlarına örttüğümüz “çöllere düştüğümüz gün gölgesine sığındığımız” bayrağımız, acılı analarımızın yüreğindeki ateşi gölgeliyebiliyor mu

Cumhuriyet’in bütün birikimlerini bir bir tükettiğimiz bir süreçte, sancılı bir cumhurbaşkanlığı seçim aşamasını piyasaları ürkütmeden başarı ile atlattık!

Artık güneş her halde ve mutlaka bir başka parlayacak! Ben pek piyasadan anlamam, aslına bakarsanız hiç anlamam. Bir ömür bu ülkede hüzne ayarlı, bir ucu yanık türkü gibi söylendi geçti. Bizim uzun havalarımız var bilirsiniz. Çoğu kader söylemlidir ve acılıdır. Dinlerken insanın içine taş gibi oturur kalır çoğu zaman. Onlara “kırık hava” da denir. Bizim ömrümüz bir kırık hava gibi geçti gitti.


Umarım, çocuklarımız ve torunlarımız için güneş bir gün bir başka parlar…

 

 

 Akın  Yazıcı

23 Eylül 2014 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..