Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '08

 
Kategori
Güncel
 

Kırık hayatlar

KIRIK HAYATLAR

Halkımın gıdası:

Kırık peynir,

Kırık yumurta,

Kırık pirinç ...

Benim çocukluğumda annelerimizin çoğu ev hanımı idi.

Dolayısıyla tek maaşla geçinir, aile bütçesine katkı için de, ”İş’ten artmazsa, diş’ten artar” deyip, ilk olarak mutfak masraflarından kısıntı yapılırdı.

Dolmalarda kullanılan, 1 bardak pirincin bile, kırık olanını; Bakkal Amca’ların, tenekelerden kalıpları çıkartırken parçaladığı peynirleri daha ucuza verdiğinden, “Böreklik” olarak kullanmak üzere, tercih ederdik.

Bugün bile, bana akıllıca geldiği için, güvendiğim esnafa; kırık peynir var mı? diye sorarım.

Yalnız benim ailem değil, zengin ailelerde de durum böyleydi. Yarınlar hep düşünülürdü...

Şimdi birçoğumuz, bugünü bile kurtaramadığından, yarınları düşünmemeye çalışıyoruz.

Yarına Allah kerim!... tekerlememiz oldu.

Hatta marketlerin bu kadar çok olmadığı ve herşeyi daha taze alabildiğimiz pazara annemle gittiğimizde, çatlak yumurtaları koyabilmek için; pazar filesine, büyük bir kavanoz yerleştirirdik.

Büyükşehirde büyümeme rağmen; Hemen hemen herşey evlerde yapılır, bugünün tersine, evde yapılmayan şeyler pek kıymetli olur; “Dışarıdan ....” ya da “Çarşıdan ....” diye adlandırılırdı.

Reçel yapılacağı zaman da, aldığımız meyvelerin, filede ezilmemesi için kaplar götürürdük. Arabamız olmadığından, ya hamal tutulur, ya da pazar arabası denen, tekerlekli araçlar kullanılırdı.

Kardeşimle; sen süreceksin, ben süreceğim diye itişir-kakışırdık.

Oyundu bizim için bunlar...

Bugün “Dışardan” deyince ithal ürünler aklımıza geliyor. Her şey çok değişti.

Kapımızda arabalar, tel dolaplarımızın yerinde, çift kapılı buz dolaplarımız; evlerimizin hemen yanında, “Macro.-..­.., Gross.-....., “ Denen kocaman marketler var.

Ama?...

Tüm bunlara rağmen, bugün TV’de duyduğum habere göre, mutfaklarımızda değişen pek de bir şey yok.

Kırık peynir,

Kırık yumurta,

Kırık pirinç...

Onca geçen yıldan sonra, ola ola, bunlara ilâve olarak;

Kırık lahana’mız olmuş...

Ekonomi iyiye gidiyormuş (!?), ne güzel (!) ama nedense bana; kişi başına düşen Milli Gelir’in yüksek olduğu, başka bir ülkenin Ekonomi Bakanı’nı dinliyor muşuz gibi geliyor(!?).

Bu durumda bir terslik var, ya biz anlatamıyoruz, ya da onlar anlamak istemiyor.
Her ne kadar telaffuz etmek itemesem de; galiba, gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar.

Zira mutfaklarımızda; Yalnızca kırık yiyecekler var...

Üstelik benim tanıdığım, sokağımızdaki Bakkal Amca’nın tenekeden çıkarırken parçaladığı peynir değil, bunlar.

Kim bilir ne?...

Ne alan, ne satan, hiç kimsenin bu soruya cevap bile vermek istemediğini; adım gibi biliyorum.

Televizyonlarda Sabah Programları’nda, organik gıdalarla beslenin diye yapılan yayınların yanısıra, akşam haberlerinde halkın pazarlarda “Kırık yiyeceklerin” peşinde koştuğunu duydukca;

Şu meşhur kraliçe aklıma geliyor. Marie-Antoinette...

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” diyen.

Artık öyle bir durumdayım ki, bana doğrular söylenince bile, sanki alay ediliyor muşum gibi geliyor.

Millet beslenemiyor ki, organik de ne demek oluyor? Kırıklarla midesini zar-zor dolduruyor...

Ve tüm bunlar;

“Komşun aç yatarken, sen tok yatma! “ diye emredilen ve buna inanan(!?),
düstur (yani hayatta ilke edinilen söz veya davranış)’larının bu olduğunu açıklayan, bir partinin iktidarda olduğu, çoğunluğu müslüman bir ülkede yaşanıyor.(!?)

Keşke düsturları Atatürk’ün ilke ve inkılapları olsa idi.

Bu haberleri duydukca içim burkuluyor, dinimden oluyorum.

Artık ülkemde olan bitenlerden dolayı, herşeye, herkese karşı;

Pirincimin, yumurtamın, peynirimin yanı sıra;

Kalbim de “Kırık...”

İnanın bunları yazarken, dayanamıyor, gözlerim doluyor, klavyeyi zor görüyorum.

Ülkemde, oy aldıkları insanlar; kırık lahana almaya çalışırken, başına doladığı beze milyarlar harcayabilen, şehveti tabanından fışkıran; kırmızı tabanlı ayakkabılar giyebilen, müslüman (!?) kadınlarım var artık...

Zengine düşmanlığım asla olmadı, olamaz da.

Ama “Müslümanım yaşam biçimim de dini inançlarıma göre olmalıdır.” Diye savunanlar: İşine gelince demokrasiye sığınan, fakiri; ulufe (yani Kapıkulu Ocağı askerlerine, Acemi Ocağı mensuplarına ve bazı saray ve devlet görevlilerine üç ayda bir verilen maaş.) dağıtır gibi makarna, bulgurla avutarak; “Asıl dünya burası değil “demelerine rağmen; istedikleri cennetlerine, hiç gitmeyeceklermiş gibi mal-mülk peşinde koşmaktalar.

Ve onlar böyle yaptıkca da; ben, halka yaşatılan bu Kırık Hayatlar’dan onları sorumlu tutuyorum.

Ulufe dağıtımından sonra, Yeniçerilere meydanlarda sahanlar içinde pilav, zerde veya çorba verilirdi. Yeniçerilerin ulufelerden memnuniyeti yemek yemelerinden belli olurdu; şayet yiyorlarsa memnun, değilse şikayetleri olduğu anlaşılırdı.

Ne yazık ki halkımız o kadar aç ve cahil ki; Yeniçerili kadar yürekli olacak durumda değiller. Güçlerinden habersiz, ne verilirse; sadece şükrediyorlar.

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..