Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kırık tarak kemiği

Kırık tarak kemiği
 

Netten, benim ayağım değil(!)


Ortopedi servisi. Doktor her zamanki gibi sempatik tavırlarıyla elinde sağ ayağımın filmi, yüzüme bakıyor:

“Ne demiştim ben size?”

……

İlk muayene günü. Bir hafta önce.

Doktor canımı fazlasıyla yaktığı muayenenin ardından, tüm espritüel bakışıyla;

“Sanırım bu stres kırığı, MR da gözükür” diyor.

“Umarım, değildir.”

“Ama sanırım öyle.”

“Umarım, değildir ya.”

“Umarım-sanırım… Var ya öyle bir şey, siz umarsınız biz önce sanır sonra tanı’rız.”

“Ne yapacağız?”

“MR çektirin bir bakalım.”

Kapıdan ayrılırken, -umarım değildir- diye kendi kendime söylenişimi duyuyor ve –sanırım öyleee- diyerek duyduğunu belli edip espri yapıyor.

………

“Sanırım stres kırığı olabilir demiştiniz, ben de umarım değildir, demiştim.”

“Bu stres kırığı değil, tarakta kırık var.”

“Yapmayın!”

“Ben yapmadım, siz yapmışsınız, ne yaptınız da kırıldı?”

(Adam ayaklı espri makinesi gibi. Ah ben de öyleydim, şimdi kırık ayaklı espri makinesiyim. Bu sorunun karşılığı olarak yüzlerce espri geçiyor aklımdan. –Şunu şunu şunu hatta şunu yapmadım, siz ne diyorsunuz sevişmedim bile- diyerek espriler yağdırmak mümkün. Tabi o da “sevişmekle ayak kırılmaz” diyecektir. Olsun, maksat muziplik ya, “işte onu bile yapmadım” derdim ben de. Len o’lum hiçbir şey yapmadım!)

Ama aklımdan geçenlerin yerine;

“Hiçbir şey yapmadım ki. Kendi kendine şişmeye ve acımaya başladı.”

“Evet, kırık var. Kırılmış.”

“Peki, ne yapacağız?”

“Bir ay boyunca bu ayağın üzerine basmayacaksınız.”

“Mümkün değil doktor bey, önümüzdeki bir ay benim en yoğun koşturacağım ay.”

“Şaka yapmıyorum ama ben.”

“Elbette, anlıyorum.”

“Alçıya almaya da gerek yok. Çünkü alçıya alsak da basmayacaksınız.”

“Ne yapacağım şimdi ben?”

“Hemen yan tarafta ortopedi malzemeleri satılan bir yer var. Oradan bir çift koltuk değneği alıyorsunuz.”

“Ama…”

Öyle şaşkınım ve öyle mahzun bakıyorum ki… Anlatmaya devam ediyor.

“Tam bir ay! Bir ay boyunca bu ayak yere değmeyecek. Diyelim ki; on gün boyunca hiç değdirmediniz, on birinci gün kazara başparmağınızı yere değdirdiniz. Yeniden bir aylık süre başlayacak. Tam bir ay.”

“Peki. Size iyi günler” dedim ve çıktım. Aslında canım o kadar yanmıyor. Basabiliyorum da. Ama üstü şiş. Hafiften aksatıyor yalnızca.

Hastaneden çıkarken bir yandan düşünüyorum, bir yandan hüzün basmaya başlıyor.

Çaresizlikten nefret ederim ben!

Benim bir aylık zamanım yok ki…

Koltuk değnekleri ile nasıl yürünür bilmiyorum ki ben.

Ya nasıl merdiven çıkacağım? Kaç kişiden kaç günlük yardım istenebilir ki? Hayır hayır! Olmaz böyle…

Peki, onca iş ne olacak? Bütün düğümler bende çözülüyor. Bütün organizasyonu ben yaptım. Her şeye benim koşmam gerek. En korkunç Mayıs ayına giriyorum. Ne yapacağım ben ya?

Otoparka bırakmıştım arabayı. Oturuyorum arabaya, bir sigara yakıyorum. Otoparkçı çocuk geliyor: “Çıkıyor musunuz abla?” “Hayır, biraz oturacağım, bir sakıncası var mı?” “Estağfurullah abla” deyip gidiyor.

….

Biri bir ters laf etse vuracağım. Biri güzel bir laf etse ağlayacağım. Ben ne yapacağım?

…..

Aniden karar verip çıkıyorum arabadan. Tekrar doktora yürüyorum, daha ağır daha dikkatli. Kırıkmış mübarek! İyice haşat etmemek lazımmış meğer, diyerek. Doktorun odasına uzatıyorum başımı. İçeride alçılı bir genç var, bir de elinde film başka bir hasta. Kenarda duruyorum, onlara diyeceklerini dedikten sonra bana dönüyor doktor.

“Buyurun, süre indirimi için geldiyseniz imkansız, indirmem. Kesin süre bir ay.”

(Benim alnımda mı yazıyor ki; “buna şaka yapılabilir” diye. Hiç şaka kaldıracak durumda değilim. Ama madem espri yapıyor ben de espriyle karşılık vermeliyim.)

“Hayır, ben tehir mümkün mü diye sormaya geldim. Hani Mayıs ayını bu şekilde idare etsem, Haziran’da başlasam, o hapis dönemine olur mu?”

“Tamam olur. Mayıs ayınca ne yapmanız gerekiyorsa yapın, sonra başlayın.”

“Bir şey olur mu peki?”

“Daha çok şişer ve ağrır. Başka bir şey olmaz.”

“Tamam, o zaman. Teşekkür ederim.”

Sevinçle çıkıyorum bu kez. Acımasa yukarı sıçrayıp, “oley” diyeceğim. Sevinç geldi ya, hazır odasına da yeni bir hasta girmemişken bu kadar espritüel bir hekime şaka yapmadan gidilir mi? Yeniden başımı uzatıyorum odaya;

“Araba da kullanamam, değil mi?”

“Ne yaparsanız yapın, üstüne bas-ma-ya-cak-sı-nız."

“E, kullanamayacağım ayağı ben ne yapayım, size bıraksam olur mu?”

“Ben ne yapacağım sizin ayakla?”

“Üstüne bas-ma-dan tamir edebilirsiniz”

Gülüyor. “Hoşça kalın doktor bey. Teşekkür ederim” deyip çıkıyorum.

Ve her anı komik yeni bir dönem başlıyor. Binlerce espri çıkacak şimdi bu ayak üzerine. Sırada çevremdekilerin önerileri var. Onların önerilerine benim verdiğim komik yanıtlar… Çok komiğiz çok...

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..