Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kırılan dallar..

Kırılan dallar..
 

Meşhur hikâyeyi hepiniz bilirsiniz. Hani şu hasta babanın ömrünün son demlerinde oğullarına verdiği hayat dersini.. Mutlaka çoğumuz duymuşuzdur da ya bir kulağımızdan girip öbüründen çıkmıştır ya da işimize gelmemiştir kulak asmak.

xxx

“Hasta yatağında ölüm yolcuğuna çıkmayı bekleyen baba beş oğlunu yanına çağırır bir ara. Onlardan aynı boy ve kalınlıkta ikişer sopa getirmelerini ister. Sopaları getiren çocukların elinden birer tanesini alır ve diğerlerini onlarda bırakır. Kendine aldığı beş sopayı deste yapıp bir sicimle büyük oğluna bağlatır ve tekrar eline alır. Oğullarına da teker teker kendi ellerindeki tek sopaları kırmalarını söyler. Dediğini yaparlar. Kolaylıkla kırılmıştır sopalar. Sonra bağlanmış desteyi büyük oğlunun eline verir ve kırmasını ister. Büyük oğul kıramadığı gibi, deneyen diğer çocuklar da başarılı olamaz. Bunun üzerine baba evlatlarına son dileğini söyler. Bu dilek; ellerindeki tek sopalar gibi ayrı düşüp kolayca kırılmamaları, destedeki bağlı sopalar gibi birlik olup kırılmaz bir güç olmalarını içeriyordu. Baba sevgi, yardımlaşma ve hoşgörünün ailesinde ayrılmaz bir bağ, kırılmaz bir güç olacağını söylüyor, kısaca “birlikten kuvvet doğar” diyordu”.

Xxx

Lise yıllarındaki sınav heyecanımı hatırladığımda bir garip olurum. Ne kadar hevesli idik Tıp Fakültesine girme konusunda: İnsanlara faydalı olacaktık, elit bir kesimin içine girip parmakla gösterilecektik, kendimizi aşıp bilginin dalgalarında sörf yapacaktık. Biraz yorulsak da mutlu olacaktık, çoğunlukla da mutluluk dağıtacaktık. Güzel hayallerdi..

İçimizdeki coşkun duygusal dalgalanmalar ile adeta bir kelebek hafifliğinde girdik fakültenin kapısından. Bir gün hocalarımızdan biri “Tıp Fakültesinden her şey çıkar, ara sıra da doktor çıkar” deyiverdi. Önce şaşırdık tabii. Birçok manaya gelebilirdi bu söz. Biz yine de iyimser davrandık ve anlamlar arasından “Tıp Fakültesine girebilecek potansiyelde olanların birçok yetenekleri olduğundan mezun olduktan sonra doktorluk yapmak zor geldiğinden dolayı bu mesleği pek yapmak istemezler” gibisinden bir anlamı kabullendik. Oysa yıllar ilerledikçe bize verilen şifreler artıyordu. İkinci şifre “Doktor doktorun sırtına basarak yükselir” idi. Bu söze muhatap olduğumuzda fakültede kıdemlenmiştik artık; ve nedense şaşırmıyorduk. Şaşırmıyorduk; çünkü önümüzde canlı örnekleri vardı. Öğrenciler arasındaki mücadelelerden tutun, asistanların birbirleri aleyhine çevirdikleri entrikalara, hocaların kendilerini “literatür” ilan etmelerine kadar bir sürü örnekler bize, değil hayal kırıklığı tam anlamıyla kabusu yaşatıyordu.

Yok yok böyle münferit olayları genele yaymak doğru değildi. İyi niyetten ayrılmak bizim etiğimize uymazdı. Dışarıda koca bir hayat bizi bekliyordu; hayat fakülteden ibaret değildi neticede.

İçimizdeki iyi niyet kıvılcımları yıllar geçtikçe söndü. Hayatın her kademesinde “işte bundan sonra” diye beklediğimiz dostluk, güven, işbirliği beklentilerimiz hep akim kaldı. Zamanla öyle bir hale geldik ki “kafamızdaki ayak izlerini” görünce “sırtımıza basılmasına” razı olur hale geldik.

“Tükenmişlik Sendromu” denen hastalıkla bir meslek grubu bu kadar özdeşleşmişse burada sistemi, hastaları, siyaseti, dış etmenleri bir tarafa bırakıp önce kendimizi sorgulamalıyız. İnsanoğlu çalışarak tükenmez. Tükenmek çalıştığı halde kıymet görmemek üzerine kurulu bir gerilim filmi senaryosudur.

Birlik beraberliği “Susma, sustukça sıra sana gelir” şeklinde slogan atmaktan ibaret sanan, tanışma ortamları oluştururken “Batsın bu dünya” şarkısı eşliğinde eğlenme ironisine düşen, çay içmek ve sohbet etmek için asla bir araya gelemez iken alkollü ortamları kaçırmayan bizler; “tek düşen” dallar gibi kırılıp gitmekteyiz mütemadiyen.

Biz sağlık çalışanları – ki hekimlerden temizlik görevlilerine kadar herkes dâhildir buna- en basit toplantılarda dahi bir araya gelememekteyiz. Her fırsatta birbirimizi kötülemekte, küçük menfaatler uğruna birbirimizi satıp gammazlayabiliyoruz. Hatta daha ileri gidip halkı birbirimizin üstüne yürütme teşebbüsünde dahi bulunabiliyoruz.

Kar ettiğimizi sanırken üç beş gün sonra “itibarımı istiyorum” çığlıkları atıyoruz. Ne fayda ki yıkılan itibarlar kolay yerine gelmiyor. Artık kendimize bir çekidüzen verip; birbirimizin reçetelerini hastaların gözü önünde yırtmaktan, meslektaşlarımıza atılacak iftiralarda art niyetli kişilere yardım ve yataklık etmekten, üç günde beş doktor gezen hastaya “boşuna geziyorsun, ilk gittiğin doktorun tedavisini uygulaman gerekiyordu” demek yerine “İsabet ettin, onlar ne anlarmış bu işten. En iyi tedaviyi ben yaparım” havasına girmekten vazgeçmeliyiz. Vazgeçmeli ve kırdığımız dalın “bizim destedeki dal” olduğunun idraki ile hareket etmeliyiz.

Şunu unutmamalıyız birlik beraberlik dediğimizde; bunu, “sadece muhalefet ederken kullanacağız” anlamında algılamayalım. Birbirimize destek olmak demek; tecrübelerimizi birbirimizle paylaşmak, kendimizi geliştirmek için omuzdaşlarımızdan fikir almak, çalışma ortamlarımız arasında bir sinerji oluşturmak, gerekirse aktif yardımda bulunmak demektir. Birlikten kuvvet doğuyor ise eğer, bu kuvveti kendimizi geliştirmek için kullanmaktan bizi alıkoyan nedir? Birbirimizin üstüne basmak yerine birbirimizi ellerimizin üstünde yükseltmek bizi yüceltecektir.

Üç kuruşluk menfaat için meslektaşlarını satmaya kalkanların unutmaması gereken şey “adaletin er ya da geç tecelli edeceğidir” . Bu tecellinin erken olması mı geç olması mı onun için hayırlıdır onu bilemem.

“Tıbbi Deontoloji” ve “Etik” kavramları öyle sadece Tıp Fakültesi sıralarına sıkıştırılacak kadar basit kavramlar değildir. İnsanın bir hayat boyu öğrendiği, onun karakteri olmuş unsurlardır.

Xxx

Hasta yatağında ölümü beklerken oğullarına ders vermek isteyen ihtiyara gelince, bana kalırsa geç kalmış. Oğullarını eğitmek için bir ayağının çukura girmesini beklememesi lazımdı. Hayatta öyle her zaman bir babanın koruması yeterli gelmeyebilir. Çocukların ayakları üzerinde durmayı babaları ölmeden önce öğrenmesi gerekirdi. Her ne kadar dalları bir araya getirmeyi başarsalar da onları bir arada tutan sicim kopunca dallar yine dağılıp kırılma riskiyle baş başa kalırlar.

Sağlıcakla..

17.02.2009 saat 23.55

 
Toplam blog
: 32
: 859
Kayıt tarihi
: 04.12.08
 
 

Hayatı yaşanabilir kılan bilgidir... Vakit buldukça yazmaya çalışıyorum. Yazılamayan, kaydedileme..