Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '15

 
Kategori
Anılar
 

Kırk yıllık dost

Kırk yıllık dost
 

"Birçok arkadaşlarımız olabilir, ancak dostlarımız azdır."

Herrick Johnson     

1972’de Keşan’da Paşayiğit Ortaokulu öğretmeni olarak görev yapıyordum.

Bir gün, Cumhuriyet gazetesinde şöyle bir haber:

“Köy Öğretmenleriyle Haberleşme ve Yardımlaşma Derneği, ‘Kitabın köy kalkınmasındaki rolü ve önemi’ konulu bir deneme-makale yarışması açmıştır. Rauf Mutluay, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Cavit Orhan Tütengil ve Sami Karaören’den oluşan jüri…”

Paşayiğit, Cahit Külebi’nin deyişiyle, “Gökte yıldız kadar” çok olan köylerimizden biri idi. Ve ben bir “köy öğretmeni” idim.

İki yıldır aynı köyde, aynı okulda görev yapıyordum. Bu üçüncü yılımdı. Yalnızca sınıflara girip çıkmakla görevimi yapmış saymıyor, köy ve toplum kalkınması için de çaba gösteriyordum.

 Yarışma konusu hiç de yabancı değildi bana. Ayrıca jüride bulunanların hepsi de sevdiğim, dost ahbap işi yapmadan kimseyi ayırıp kayırmayacaklarına inandığım, güvendiğim yazarlardı.

“Haydi Erkan, hiçbir mazeretin yok. Tembellik yapma, al eline kalemi” deyip başladım yazmaya. Bitince de büyükçe bir zarfa koyup postaladım; verilen adrese.

O ders yılı sonunda İstanbul’a atandım. Yeni okulun belirlenmesi, ev tutma, taşınma derken, çoktan unutmuştum; o yarışmayı.

Küçükköy – Vefa Poyraz Lisesi’ydi, yeni okulum. 1972 – 1973 ders yılı başlayalı bir ayı geçmişti. Bir pazar günü öğle yemeğimi yerken, radyodan da 13.00 haberlerini dinliyordum; hiçbir şey düşünmeden. (Yok canım, hiçbir şey düşünmemem mümkün mü? Kim bilir, neler neler düşünüyordum!)

Aa!.. O da ne! Doğru muydu duyduğum?

“Köy Öğretmenleriyle Haberleşme ve Yardımlaşma Derneğinin açtığı deneme-makale yarışmasının sonuçlandığını, birinciliği Hüseyin Erkan’ın kazandığı”nı söylüyordu spiker.

Gerçek miydi bu duyduğum; bir yanılsama mıydı yoksa?

Cep telefonu hayal bile edilmiyordu o yıllarda. Evimde de yoktu telefon. Beklemekten başka ne gelirdi elden!

O yıllarda TRT her saat başı kısa haberler verirdi. Bu çok önemli bir haber değildi ama. Acaba?

O gün, akşama kadar, her saat başı tekrarlanmasın mı bu haber. Ertesi gün, Cumhuriyet başta olmak üzere belli başlı gazetelerde de yer aldı. Ödülün, jüri üyelerinin de katılacağı yemekli bir toplantıda 19 Kasım 1972 pazar günü takdim edileceği duyuruluyordu.

Ödül neydi, anımsayamıyorum da şimdi, beni asıl sevindiren verilecek ödül değil, jüri üyeleriyle birlikte olmak, onlarla tanışmak, konuşma fırsatı yakalamamdı.

Belirlenen gün ve saatte Kumkapı’da bir balıkçı lokantasında toplandık. Sevgili âbim, üstadım ve 40 yılı aşkın dostum Sami Karaören’le işte o gün tanıştım.

Doğrusu ya, ilk kez görüştüğüm Rauf Mutluay, İlhan Selçuk, Oktay Akbal ve Cavit Orhan Tütengil gibi, Sami Bey de çok kibar, nazik ve gerçekten “beyefendi” bir insandı.

Yaklaşık bir buçuk yıl sonra. İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcısı olarak Cağaloğlu’nda göreve başlayınca ben, daha bir kolaylaştı görüşmemiz. Zira, nerdeyse bütün gazeteler gibi, Cumhuriyet de Cağaloğlu’nda idi; 1970’lerde.

Ve özellikle o yıllarda Cumhuriyet’in ikinci sayfası bir üniversite gibiydi. Her gün Melih Cevdet Anday, Osman Nuri Koçtürk, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Mahmut Makal, Cahit Külebi, Cavit Orhan Tütengil, Halit Çelenk gibi daha onlarca ünlü bilim adamı, düşünür ve yazarın makaleleri yayımlanırdı. Ve bu sayfanın sorumlu yazı işleri müdürü de Sami Karaören’di.

Sevgili âbimizin bu görevi devam ettiği yıllarda, Cumhuriyet’in, her gün değişen yazarların makaleleri yayımlanan o sayfada tek bir yazım yanlışı, tek bir ifade bozukluğu göremezdiniz.

Ülkesini seven, ulusunu seven, dilini seven, çalıştığı gazetenin okuyucusuna saygı duyan bir insandan başka türlü davranmasını nasıl bekleyebilirsiniz!

1975’te kızımız Dilem Gözde’nin doğumunu, Cumhuriyet’in ikinci sayfasında İlhan Selçuk’un “Pencere” köşesinin altında, çok güzel bir duyuru ile yayımlamıştı ki, değerli âbimizin bu sürpriz jestini eşim ve ben asla unutmamışızdır.

1976’da iktidar değişti. Ecevit’in yerine Demirel başbakan oldu. Yeni M. E. Bakanı, ilk iş olarak İstanbul M. E. Müdürü Halis Kurtça’yı görevden aldı. Hiçbir gerekçe gösterilmeden yapılan bu uygulamayı onaylamam mümkün değildi. Bunun üzerine, aynı görevde bulunan eşim Güler Erkan ve kimi arkadaşlarla birlikte, bir basın toplantısı yaparak görevimizden istifa ettik.

Şişli Lisesi ve Bakırköy Merkez Lisesi’nde ikişer yıl çalıştıktan sonra 1981’de yine eşimle birlikte öğretmenlikten de istifa ederek ayrılıp Dilem Yayınevi’ni kurduk. İşyerimiz yine Cağaloğlu’nda idi ve Cumhuriyet’e çok yakındı. Dolayısıyla birçok gazeteci ve yazar gibi, Karaören âbimizle de daha sık görüşme fırsatım oldu.

Öyle insanlar tanıdım ki hayatta, kimi zenginliğini, kimi rütbe, mevkii ve makamını, kimi de ününü ön plana çıkarıp karşısındakileri adam yerine koymaz. Sen kimsin, ne düşünüyorsun, ne yaptın? Hiç önemli değildir, onlar için. Varsa yoksa kendileridir… Öyleyse hep onlar konuşacak… Sen, onların bulunduğu ortamlarda dikkatli ve saygılı bir dinleyici olabilirsin ancak!

Sami Karaören âbimiz aksine… O, iyi bir anlatıcı olduğu kadar, iyi bir dinleyicidir de. O’nun, karşısındaki insana saygısı vardır çünkü. Dolayısıyla sohbetine doyum olmaz.

Kimleri, kimleri yakından tanımıştır; bir bilseniz… Nadir Nadi’den Yaşar Kemal’e, Mahmut Makal’dan Uğur Mumcu’ya öyle hoş anıları var ki!.. Hele hele Antalya Lisesi’nden edebiyat öğretmeni, sonra da vefatına kadar dostu olan Cahit Külebi’yle ilgili…

Mutlaka yazılmalı bu anılar. Evet, yazılmalı da, kim yapar bu işi? Hangi babayiğit yaparsa böyle bir işi, önemli bir eserin yazarı olarak büyük bir hizmet yapmış olur; Türk edebiyatı için!

Hüseyin Erkan

SAYIN GONCA HANIM;

 İlişik yazıyı postalıyorum. Hazırladığınız eserin içeriği, hacmi ve çerçevesine uygun olarak istediğiniz gibi kesip biçebilirsiniz.

Aslında bambaşka bir şeyler yazmak için oturmuştum masaya ama sonunda böyle bir yazı çıktı ortaya.

Uygun bulursanız, alırsınız; değilse, canınız sağ olsun!

En iyi dilekler ve saygılarımla

Hüseyin Erkan

                                                                                                             huseyinerken@dilemyayinevi.com.tr

  TEL: (0535) 612 93 62- (0212) 744 74 63

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..