Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '14

 
Kategori
Anılar
 

Kırk yıllık hatır

Kırk yıllık hatır
 

Kırk yıllık hatır


Günlerdir farklı duygular içindeydim. Kırk yılda bir diye bir söz vardır ya işte kırk yılda bir buluşma gerçekleşecekti. 26 Nisan’da Adana Kız İlk Öğretmen Okulu’ndan sınıf arkadaşlarımızla kırk yıl sonra buluşacaktık. Bu olayın heyecanı bütün bedenimi sarmıştı. Bir yandan da canım sıkılıyordu. Bundan yaklaşık yirmi beş yıl önce ilk toplantıyı ben planlamıştım, ulaşabildiğim yedi sekiz arkadaşımı davet etmiştim. Özenle çeşit çeşit yiyecekler hazırlamıştım gücüm elverdiğince… O zamanlar evi evime bir durak uzakta olan Esin Aykaç Kaya arkadaşım dışında gelen olmamıştı. Aksilik bu ya herkesin bir mazereti çıkmıştı, sonradan arayarak özür dilemişlerdi ama yaşadığım hayal kırıklığı beni çok üzmüştü.

Yıllar sonra Aysun Dağlar arkadaşımız bizleri evinde topladı. Evi Duygu Cafe civarındaki düğün salonlarının karşısındaydı. Yaklaşık on kişiydik. Aysun, annesi ve kız kardeşiyle beraber yaşıyordu. El ele vererek öyle güzel ikramlar hazırlamışlardı ki hepimiz severek ve neşeyle yedik. Sohbetler ettik.  O günlerde sağlık sorunu olanlar çoktu. Hayriye Alçekiç Keskin ile Huriye Öneker’in ameliyatları söz konusuydu.

Aysun Dumlupınar İlkokulu öğretmenliğinden emekli olduktan sonra kendisi gibi bekâr olan kız kardeşi Nermin ile yurt içi ve yurt dışı seyahatlere, turlara katılarak dünyanın pek çok ülkesini gezmişti. Ahşap kursuna giderek zaten var olan resim yeteneğini ve el becerisini çok geliştirmişti. Bize gösterdiği ahşap tepsiler, sandıklar, kutular, sehpalar o kadar güzeldi ki her biri birer sanat şaheseriydi.

Üçüncü toplantımız sınıf başkanımız ve son sınıfta okul başkan yardımcımız olan Serpil Silahçı Adem’in evinde oldu. Serpil, okul bittikten sonra üniversiteye devam ederek Fen Bilgisi öğretmeni olmuştu. Kızı Fen Lisesi sınavlarına hazırlanıyordu. Bu yüzden toplantılara pek katılamayacaktı. O zamanlar Çukurova İlçesindeki Doğal Park’ın karşındaki apartmanlarda oturuyordu. Serpil, bizlere mükemmel bir ev sahipliği yaptı. Orada gün kararlaştırıldı. Esin Aykaç Kaya’nın evinde toplanacaktık.

Dördüncü toplantımız belirtilen gün ve saatte Esin Aykaç Kaya’nın Turgut Özal Bulvarı üzerinde bulunan yeni aldığı evinde oldu. Esin, her zamanki güler yüzlülüğü, doğallığı ve sevecenliğiyle bizleri ağırladı. Maşallah bizim sınıfın kızları mutfak hünerlerinde de oldukça ustaydılar. Sevilen farklı bulunan pastaların, çöreklerin tarifleri alındıktan sonra bir dahaki buluşma için gün saptamadan ayrıldık. Telefonlarımızı verdik birbirimize meğer herkes sadece ev telefonunu yazmış. Zaman içinde taşınmalar yüzünden numaralar değişmiş veya ev telefonları iptal ettirilmiş. Malum cep telefonları yetmeye başladı insanlara…

Herkesin günlük yaşam sıkıntıları, çocukların okulları ve yarış atı gibi sınava hazırlandıkları dönemde bu toplantılar noktalandı. Serpil’in biricik kızı Fen Lisesine, benim kızlarım da üniversite sınavına hazırlanıyorlardı. Hem okul, hem dershane derken çocuklar yoğun bir dönem yaşıyorlardı. Bizlere de bu dönemde onlara destek olmak ve sakin bir ev ortamı oluşturmak düşüyordu.

Zaman zaman bazı arkadaşlarımla karşılaşmalarımız oldu ama bir türlü toplanmak nasip olmadı. Okul yıllarında Füsun ile benim çok samimi olduğumuz melek kalpli, neşeli, esprili arkadaşım Necla İlgüz Alişan ile geçen yıl Real’de karşılaşıp sohbet ettik. Görüştüğümüz yıllarda ikimiz de yeni evliydik, evlerimiz yakındı, çocuklarımız küçüktü, buna rağmen onunla birbirimizin evlerine sık gidip geliyorduk. Önce ben ev alıp başka bir semte taşındım. Sonra onun kooperatif evi bitti. Uzak bir semte taşındı. Alışveriş merkezinde o gün yanında bulunan delikanlı ise doğduğu günü bildiğimiz gözbebeği biricik oğluydu.

Her zaman formunu koruyan esmer güzeli arkadaşım Nurcan Ersoy Dağlıoğlu ile genellikle banka önünde karşılaşıyorduk. Ayaküzeri hal hatır sorduktan sonra zaman darlığından şikâyet ederek farklı istikametlere doğru yol alıyorduk. Bir de yıllar önce Edebiyat Öğretmeni olduğum Kız Lisesi’nin bahçesinde kısa bir sohbetimiz olmuştu. Sanıyorum ilkokul öğretmenlerinin açık öğretimden üniversite tahsilini tamamlamalarıyla ilgili bir sınavdı. Sohbet esnasında eşini trafik kazasında kaybettiğinden, o günlerde kucağında kırkı çıkmamış oğluyla dul kaldığından söz etmişti. Çok üzülmüştüm.

Nurcan Ersoy ile ilgili bir okul anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Uygulama dersi öğretmenimiz Yusuf Doğudandoğan yazılı yapıyordu. Nurcan, benim arkamda oturuyordu. Derse hiç çalışmamıştı. Beni kaleminin sivri ucuyla dürtüyordu. Ben de yan durarak kâğıdımı ona gösteriyordum. Kâğıdımın aynısını kopya çekmişti. Bir hafta sonra yazılı notları okunduğunda ben 7 almıştım, Nurcan ise 10 almıştı. İtiraz edemedim. Kopya vermekten disipline gidebilirdim çünkü… Yıllar sonra gazete haberinde değerli öğretmenimizin damadı tarafından bir gece evinin etrafına benzin veya gaz dökülerek yakıldığını okudum. Evi kundaklanmış ve hocamız yanarak can vermişti. Sebebi ise kızı Serap’ın kocasından ayrılıp baba evine yerleşmesiydi. Kadın, kocasıyla barışmak istemeyince babasının evi kundaklanmıştı. Olayın ayrıntılarını tam bilemiyorum ama tek bildiğim bu yangında hocamızın hayatını kaybetmesidir. Mekânı cennet olsun. Işıklar içinde uyusun.

Medine Aslan, orta sırada otururdu. Kısa kesilmiş saçları kıvır kıvırdı. Çalışkan, tertipli düzenli, güler yüzlü bir arkadaşımızdı. Medine ile de bundan beş yıl önce kızımın gelinlik mobilyalarına bakarken Mobilyacılar Çarşısındaki Bindebir Mobilyada karşılaştık. Aynı zamanlarda o da oğlunu evlendirecekti ve ailece mobilya bakıyorlardı. Telefon numaralarımızı birbirimize verdik ama zaman içinde yeni telefon alınca numaralar kaybolup gitti.

Bundan sonrası rastlantılara kalmıştı. Birkaç kez telefonlaştık, arkası gelmedi. Hiç kimsenin yeni yaşamının yoğunluğunda eski okul arkadaşına ayıracağı minicik bir zamanı kalmamıştı. Arada kızdığımız bir sosyal paylaşım sitesi (Facebook) sayesinde birkaç arkadaşımızı ekledik. Bir günaydın, bir iyi akşamlar sözüyle de olsa ufak bir bağlantı kurabilmeyi başarmıştık.

Canım arkadaşım, hassas ruhlu, dünya şekeri Hüsniye ise 3. şiir kitabım Güz İkindisi’nin imza gününe gelmişti. O gün yaşadığım mutluluğu anlatamam. Okul bittikten sonraki ilk görüşmemizdi. 11 Aralık 2011’deki bu görüşmenin heyecanını ölsem bile unutamam. Öğrencilik yıllarımızda Hüsniye çok seyrek evci çıkardı. Babası Kayseri’de banka müdürüydü. Bizim zamanımızda haftanın beş günü sabahtan akşama kadar tam gün eğitim- öğretim görürdük. Cumartesi günleri de öğlene kadardı. Yarım gündü yani… Şimdikilerin tam günü gibi öğlene kadar 5-6 ders görürdük. Öğlen yemeğimizi yemeden evci çıkamazdık. O da saat 13.00- 13.30’u bulurdu. Kızcağızın o saatten sonra Kayseri’ye gitmesi ertesi gün akşama da dönmesi çok zordu. O da uzun tatillerde giderdi. Hüsniye, okul biter bitmez evlenmişti. Kocası mühendisti. Eşinin görevi dolayısıyla uzun yıllar Seydişehir’de yaşamışlardı. O zamanlar mektuplaşıyorduk. Sonra irtibatımızı kaybetmiştik. Hüsniye ile birbirimizi yine sosyal paylaşım sitesinden bulmuştuk. Telefonlaşmaya başlamıştık. İki çocuğu olmuş. Oğlu Emre, İstanbul’da Zeynep Kamil Hastanesi’nde Kadın Doğum Doktoru, gelini ise İngilizce öğretmeni… İki de torunu var. Babaanne olanlarımızdan… Bir de dünya güzeli kızı var. İpek, İşletme Fakültesi Mezunu ve Mersin’de güzel bir mekânda yetkili olarak görev yapmakta… Son yıllarda en çok haberleştiğim arkadaşlarımın başında geliyor.

Geçenlerde Nurcan Facebook’tan mesaj yollamıştı ve benden bir toplantı düzenlemem için ricada bulunmuştu. İşlerim ve sağlık sorunlarımın yoğunluğu nedeniyle zamanımın olmadığını söylemiştim. Etkinliklerim, yeni kitap çalışmam, imza günüm yüzünden göz ameliyatımı bile ertelemiştim. Üç ayda dört göz ameliyatı olmuştum. Kısaca kendi problemlerimle cebelleşiyordum. Sağ olsun Nurcan bu etkinliği Huriye ile beraber planlamış. Bana da 26 Nisan 2014’te Adana Öğretmen Evi’nde saat 12.00’de buluşacağımızı bildirdi. Aynı tarihte üyesi bulunduğum İLESAM’ın Ankara’da genel kurul toplantısı vardı. İmza günümü de o tarihe denk getirerek Ankara’ya gitmeyi ve çok eskiden Ankara İrfan Baştuğ İlk Okulunda beraber çalıştığım öğretmen arkadaşım Nilüfer’in evinde konuk olmayı planlıyordum. 24 Ocak 2014’teki Ankara Öğretmen Evi’ndeki ödül törenime de gidememiştim. O günden beri Ankara gündemimdeydi. Sonra “Okul arkadaşlarımın kırk yıllık hatırı yok mu?” düşüncesi ile karar değiştirdim. İLESAM Kongresi bensiz de olurdu. Ani bir kararla Ankara’dan vazgeçtim. Aynı sınıfta beraber okuduğum ablam Füsun Ufuk İkiz’e de söyledim. Birlikte gitmeye karar verdik.

Bu arada evde de tadilat vardı, ustalara erken gelmelerini ve saat 11.00’de işlerini bitirip gitmelerini söyledim. Ustalar sözümü tutarak gerçekten erken gelip işlerini istediğim saatte bitirdiler. Kızım Sena ile hazırlıklarımızı tamamlayarak aynı apartmanda oturduğumuz ablam Füsun Ufuk İkiz ile Adana Öğretmen Evi’ne doğru yola koyulduk. Kaptan şoförümüz geleneksel olarak Sena idi. Sevgili kızıma teşekkürü borç bilirim.

Yolda acaba kimler gelecekler mevzusunu konuştuk. Hüsniye Özel Bilgiç ve öğretmen okulu birinci sınıftaki sıra arkadaşım Hasibe Baş’ın Mersin’den geldiklerini biliyordum. Hüsniye ile telefonda konuştuğumda Adana’ya geldiklerini söylemişti. Öğretmen Okulu birinci sınıftaki sıra arkadaşım bülbül sesli Hasibe’yi okul bittikten sonra hiç görmemiştim. Bu arada sınıfın güzel seslileri çoktu. Füsun Ufuk, Hüsniye Özel, Hasibe Baş, Serpil Silahçı ve daha niceleri…

Mersin’den gelen üçüncü kişi ise benim için tam bir sürprizdi. Öğrencilik yıllarımda en çok paylaşımım olan hatta yazın bile devamlı mektuplaştığım Meryem Temizkan idi. İşin en ilginç tarafı “Ben kimim?” diye yanıma geldiğinde onu tanıyamamış olmamdı. Bu yüzden çok utandım. Gerçi “Harika geliyor.” demeselerdi o da beni tanıyamazdı. Ben bile kendimi tanıyamıyorum; o yıllardaki fotoğraflardaki kırk beş kiloluk ben ile şimdiki elli küsur yaşında doksan kiloluk beni… Bir de sevgili arkadaşım melek kalplim Hanife Dülger’i tanıyamadım. Okuldan mezun olduktan sonra hiç görmemiştim ki çoğunu… Hanife’nin gözleri sık sık doldu. Ben de ağladığımı göstermemek için manzara seyrediyor gibi yapıp farklı yönlere bakıyordum. Kızlarım fark ettiler ve kısık bir sesle: “Anne, ağlıyor musun? Neden ağlıyorsun ki?” dediler. Bazen mutluluk da ağlatır insanı… Çocukluğuna, ilk gençliğine yolculuk da… O yıllardaki arkadaşların, o günlerden kalan küçücük bir eşya da katıla katıla ağlatabilir. Bazen de geçen yıllarına, kaybettiklerine, kaybolan gençliğine ve gençlik hayallerine, hatta hayal kırıklıklarına doğru çağlayarak dökülür gözyaşların… Bazen de şiir olur dizelere dökülür söz/yaşlarımız…

Sevgili Huriye Öneker ise eskiden beri evimizin bir ferdi, annemin bir kızı gibiydi. Babasını, ardından da annesini kaybettikten sonra rahmetli anneciğim o yıllarda onu kızı gibi bağrına basmıştı. Okul biter bitmez amcasının oğluyla evlenmişti. Bu arada soyadı da değişmemişti elbette ama Huriye dememizden hoşlanmaz olmuştu. Kendisine “Hülya” dememizi istiyordu. Yatılı okulda yıllarca “Huriye” olarak beynimize nakşolmuş ismini “Hülya” ile değiştirmek zor geliyordu. Dilimiz Huriye’ye alıştığı için bir defa Hülya desek beş defa Huriye diyorduk. Bazen de hınzırlığım tutuyordu, özellikle “Huriye” diyordum, kızdırıyordum arkadaşımı…

 Yatılı okulda Huriye ile numaralarımız yakındı. Ben 471 numaralı öğrenciydim. 472 Nihal, 473 Sema ve 474 Huriye… Huriye okulun folklor ekibindeydi. Gece geç saatlere kadar spor salonunda antrenmanları olurdu. Milli oyun çalışmaları bittiğinde hış gibi gelirdi, ayağındaki çorap çizmeleri çıkaramazdı. O zaman ayağı saran, çorap gibi giyilen, fermuarsız çizme modaydı. Yataklarımız yan yana olduğundan beni uyandırırdı. Ben de söylene söyle çizmesini çıkarmasına yardım ederdim ama aynı seremoni ertesi gece tekrar yaşanırdı. Tatlı uykumdan uyanmak zor gelirdi ama arkadaşımı çok sevdiğim için katlanırdım. Her karşılaşmamızda artık geleneksel hale dönüşen bu çizme olayı mutlaka anlatılır. Bir de yedek çorabımız kalmadığında çorap yıkamaya üşenip iki gün aynı çorabı giydiğimize de çok güleriz.

Huriye pardon Hülya dünyayı gezmiş. Çok değerli evlatlar yetiştirmiş. İki kızı, bir de oğlu var. Büyük kızı Aslı bankacı, küçük kızı Gaye de sanıyorum rehber öğretmen, oğlu Mehmet de diş doktoru… Ben onun yüzüne her baktığımda 14 yaşındaki halini görüyorum ama… Şunu anladım ki okul arkadaşlarını görünce insan biraz çocuklaşıyormuş ister istemez…

Öğretmen Okulu son sınıftayken sıra arkadaşım Hayriye Alçekiç idi. Yağ Cami’nin arasından girilen bir sokakta otururlardı. Çarşıya çıktığımızda Füsun’la bazen uğrardık onlara… İçeri girmezdik genellikle kapıda ayaküstü konuşurduk. Hayriye çalışkan bir kızdı. Ben de çalışkandım elbette… En ön sırada, öğretmen kürsüsünün tam karşısında pencere kenarında otururduk. Her ders parmağımız havada olurdu. Yine canlı, yine güler yüzlüydü Hayriye Alçekiç Keskin… Hayriye’nin de iki kızı var benim gibi… Bir kızı Matematik öğretmeni diğeri de mimar olmuş. Kendisi Adana’da oturuyor ama torun bakmak, torun sevmek için sık sık İstanbul’a gidiyormuş.

Gönül Baş, okulumuzun gündüzlü öğrencilerindendi. Gönül; çok dakikti, o geldiği anda etüt zilimiz çalardı. Sabah etüdümüz biterdi, kahvaltıya giderdik. Okul bittikten sonra en çok görüştüğüm arkadaşlarımdan biri olmuştu Gönül… Türkçe öğretmeni olduğum yeni kurulmuş Sakıp Sabancı Ortaokulu’ndaki branş öğretmeni olmayan derslere girerdi. Böylece sık sık görüşürdük. Bir keresinde rahmetli annemle Gönül’ün evine gitmiştik. Akşam söz kesilmiş, tatlısı yenmişti. Bize de ikram etmişlerdi. Bu arada enişte iki tepsi künefe bir tepsi de baklava göndermiş. Bizimkiler de onun künefe olduğunu bilememişler, kadayıf olduğunu zannederek misafirlere baklava ikram etmişler. Ertesi gün kadayıf değil, künefe olduğunu anlamışlar ama iş işten geçmiş. Künefe, taze peynirle yapıldığı için sıcak sıcak yenir. Ertesi güne kalınca içimdeki peynir sertleşir. Akışkanlığı kalmaz. Bu olaya da çok gülmüştük. O yıllarda Adana Belediyesi’nde Temizlik İşleri Müdürü olan eşi de çok değerli bir ağabeyimizdi. Gönül ile Adnan Ekmen evlendikten sonra da evlerine gitmiştik. Sanıyorum lojmanda oturuyorlardı. Adnan Ekmen de o zamanın Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi’nin yeğeniydi. İşte Gönül Baş Ekmen de emekli olmayıp mesleğe devam edenlerdendi. Zaten sınıfın en küçükleri Gönül ile bendim.  Bir de Mersinli arkadaşlarımızdan İftar ve Seher...  İftar Çökmez ise okul bittikten sonra evlenmiş ve doğum yaparken ölmüş duyduğuma göre… Seher’i de hiç göremedim okul bittikten sonra ama Huriye’den iyi olduğuna dair haberlerini alıyordum eskiden…

Tülay Yerdekalmaz, sınıfımızın en renkli ve çok sevilen simalarındandı. Uzun, kıvırcık, gür saçlarını örerek bir kalemle tepesinde toplardı. Tarım Dersi öğretmenimiz Elmas Taftaf, Tülay’a “İtfaiye kumandanı” diye takılırdı saçının modeli nedeniyle... Tülay’ın evi okula çok yakındı. Kız kardeşi Nuray, okula sık sık ablasını ziyarete gelirdi. Tülay, öğretmen okulu son sınıfa kadar tembel bir öğrenciydi. Her zaman nişanlısı Ragıp’ın hayaliyle yaşardı. Etütlerde biz ders çalışırken Tülay, hayal âleminde dolaşırdı.  “Evlilik günümüz bir temmuz.”  derdi. 30 Haziran’da okul bitiyordu. 1 Temmuz’da ise Tülay, Ragıp Enişte ile evlenecekti. Tülay, öylesine çalıştı ki ikmale kalmadan başarıyla mezun oldu. Düğünü ise gerçekten 1 Temmuz’da oldu. Zeytinli Köyü’ne tayini çıktı. Rahmetli annemle ufak bir hediye alarak trenle Zeytinli Köyü’ne evliliğini kutlamak ve yeni görevi için hayırlı olsun demeye gittik. Sonrasında hiç görüşemedik. Huriye’den Tülay’ın üç oğlu olduğunu öğrendim. İşte kırk yıl sonra onunla da görüşecektim. Allah’ım, sana şükürler olsun.

Sarı şekerim Hanife Dülger bir meslektaşıyla evlenmiş. İki çocukları olmuş. Oğlu mühendismiş. Kızı Hanife gibi sınıf öğretmeniymiş. Evliymiş ve Mersin’de yaşıyormuş, eşi de sanırım eczacıymış. Hanife’nin torunu da varmış. Hala karı- koca öğretmenliğe devam ediyorlarmış. İşin ilginç yönü Hanife ile aynı semtte oturmamıza rağmen hiç karşılaşmamamız… Belki de karşılaşmışızdır ama birbirimizi tanımadan aynı kaldırımda belki de yan yana yürümüşüzdür. Kim bilir?

Can arkadaşım Mersinli Meryem Temizkan da meslektaşıyla evlenenlerden…  Bir kızı bir de oğlu var. Kızının adı Beril, oğlunun adı Cemil Can… Kızı Adana’da özel bir şirkette çalışıyor. Meryem ve eşi de emekli… Mersin’de yaşıyorlar.

Sınıfın en çok kitap okuyanlarından biri Esin Aykaç idi. Esin, gündüzlüydü. Çalışkan ve ciddi bir kızdı. En arka sırada kendisi gibi gündüzlü olan arkadaşlarımızdan Aynur Yücel ile otururdu. Aynur da çalışkan bir öğrenciydi. Esinle 25 yıl önce komşuluk yapmıştık. Seyrek de olsa gidip gelirdik. Onun eşi de öğretmendi. İki kızı vardı. Özlem ve İrem o zamanlar küçüklerdi. Ara sıra görüştüğümüzde İrem’in İngilizce öğretmeni olduğunu öğrenmiştim, diğer kızı da üniversiteyi bitirmişti. Bu toplantıda kızlarını evlendirdiğini, yakında torun beklediğini söyledi. İnşallah her şey gönlünce olur. Yine bu toplantıda eşini bir yıl önce kaybettiğini öğrendim. Mekânı cennet olsun.

Füsun zaten benden bir buçuk yaş büyük olan ablam… Eniştem Makine Mühendisi ve Adana’nın köklü ailelerinden birine mensup…  İki oğlu var. Görkem teyzesi gibi Türkçe öğretmeni, Görkem’in eşi Eda da sınıf öğretmeni… Bayram Efe adında dünya tatlısı bir de torunu var Füsun’un…  Diğer oğlu Hüseyin de Harita Mühendisi…

Ben uzun yıllar Adana Kız Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yaptım. Emekli olduktan sonra da edebiyattan kopmadım. Şu an şair ve yazar olarak yaşantımı sürdürüyorum. İki kızım var. Sena; İşletme Fakültesi ile Çukurova Üniversitesi Turizm Otel İşletmeciliğinden mezun. 

Diğer kızım Seda ise evli, özel bir okulda ana sınıfı öğretmenliği yapıyor. Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri mezunu… Ayrıca Eskişehir Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Mezunu… Erzurum Atatürk Üniversitesi Çocuk Gelişimi derken okumaya doyamadı. Şu an dördüncü üniversitesini okuyor.

Bu toplantı kırk yıl öncesinin umut yüklü, idealist öğretmen adaylarının muhteşem buluşmasıydı. Esin Aykaç Kaya, Füsun Ufuk İkiz, Gönül Baş Ekmen, Hanife Dülger, Harika Ufuk, Hasibe Baş, Hayriye Alçekiç Keskin, Hüsniye Özel Bilgiç, Huriye Öneker, Meryem Temizkan Kazan, Nurcan Ersoy Dağlıoğlu, Tülay Yerdekalmaz Yapıcı ile kırk yılda bir gerçekleşen bu büyük buluşmanın tanığı iki kızım Sena ve Seda… “Herkes kendini kısaca anlatsın.” dediler. Kırk yıl dört cümleye sığar mı? Sığdırmaya çalıştık kendimizce…

İşte 26 Nisan 2014 hayatımın en güzel günlerinden biri olarak anılarım arasındaki yerini aldı. Bir kırk yıllık zamanımız daha yok.   Sevgili arkadaşlarım sizleri çok seviyorum. Dileğim bu toplantılarımızın en az senede iki kez yapılmasıdır. Arkadaşlarımızdan bazılarına ulaştım. Onlar da katılmak istediklerini belittiler. Gelecek sefere Ayşe Demircili Kavak, Serpil Silahçı Adem ile gündüzlü arkadaşlarımızdan Aynur Yücel Dinçer de aramızda olacaklar.

Dilerim en kısa zamanda diğer arkadaşlarımıza da ulaşarak tekrar buluşabiliriz. Her toplantıda çoğalalım hatta çocuklarımız da birbirlerini tanısınlar. Tarihi bir olaya şahit olsunlar. Annelerinin de bir zamanlar çocuk, genç olabildiğini düşünebilsinler. Anıların yaşlı insanların koltuk değnekleri olacağı gerçeğinin ayırdına varsınlar. Hele yatılı okul arkadaşlığının bütün arkadaşlıklardan daha kıymetli olduğunu duyumsasınlar.

Hayatımı güzelleştiren en önemli değerler sizlersiniz.  İyi ki varsınız. Hepinize en derin sevgiler ve kucak dolusu öpücükler yolluyorum. Sevdiklerinizle sağlıklı ve huzurlu bir ömür geçirmenizi temenni ediyorum. Kişi sevdiğini Allah’a emanet ederse onu bir daha görmeden ölmezmiş. Öyleyse tekrar görüşene kadar hepiniz Allah’a emanet olun.

 

 

HARİKA UFUK

ADANA

30 NİSAN 2004 

 
Toplam blog
: 389
: 261
Kayıt tarihi
: 01.12.13
 
 

Adana'da doğdu. Öğrenim hayatına İstanbul'da Çengelköy İlkokulu'nda başladı. İstanbul Marmara Ünive..