Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '15

 
Kategori
Öykü
 

Kırklar Dağı'nın Suzi'si

Kırklar Dağı'nın Suzi'si
 

Tanrı; insanlığın kendi kontrolünün dışına çıktığını ve her ne zaman gidişatın hiç te iyiye gitmediği sezgisine kapıldığında, kullarını doğru yola getirmek için, bir talimatname misali kuralların tek tek yazılı olduğu, art arda gönderdiği kutsal kitaplarında, Cennetin yeri olarak Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında yer alan Mezopotamya’yı belirledi. Dünyanın en verimli topraklarının yer aldığı bu iki nehrin arasındaki bölge, gelmiş geçmiş en büyük ve belki de en fazla sayıda uygarlığa kucak açarak ev sahipliği yapmıştır. Her iki ırmak da yıllar yılı, yorulmaksızın gürül gürül coşku ile akarlar. Dicle nehri yöre halkından o kadar çok can almıştır ki, o nedenle bölge insanı bu azgın suya “Allah’a giden yol” adını vermiştir. Yeryüzünün en nadide bölgelerinden biri olan medeniyetler beşiği Mezopotamya’da beş bin yıl birlikte yaşayan halklardan biri Kürtler ve bir diğeri de Akad, Asur, Babil ve Aram uygarlıklarının mirasçıları olan Süryanilerdir.
Bu iki kadim halk Mezopotamya’da binlerce yıl barış ve huzur içinde birlikte yaşadılar. Her defasında “Tanrı ne verdiyse” deyip. birbirlerinin mütevazi sofralarına bağdaş kurup, oturdular. Sevecenlikle sunulan köpüklü acı kahvelerini içtiler, matem günlerinde ellerini omuzlarına koydular, acılarını paylaştılar, teselli oldular, mutluluklarına ortaklık ettiler, kirvelik yaptılar, düğünlerinde al mendiller sallayarak halaylarının başını çektiler ve bayramlarında, karşılıklı kardeşlik duyguları ila sımsıkı kucaklaştılar.
Süryaniler ve Kürtler hayatın her alanında, birbirlerinin yaşamlarında yer aldıkları gibi, her iki halkın gençleri arasında da dillere destan büyük aşklar yaşandı. Bu aşkların en acı ve yürek yakanlardan biri de, Kürt delikanlısı Adil ile Süryani kızı Suzan arasındaki destanlaşan aşktır. Bu aşk türkülerle günümüze kadar söylenerek yaşatıldı.
Diyarbakır’ın önemli zenginlerinden olan Süryani Kuryakos Bey ve Bayan Miryam çiftinin mutlu evliliklerinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen çocukları olmaz. Bir evlat sahibi olmayı her şeyden daha çok istedikleri için gitmedikleri kapı, doktor, başvurmadıkları dergah ve gidip mum yakıp, yalvar yakar dualar etmedikleri kilise kalmadı. Sorunlarına ne çarmıhtaki zavallı görünümlü İsa veya kucağındaki bebeği ile ihtişamlı kiliselerdeki Meryem Ana heykelleri yardımcı oldu. Bütün kalpleri ile Tanrıya yalvarmaları, duaları ve çabaları olumlu bir sonuç vermedi. Diyarbakır’da bu çok varlıklı çiftin, bu önüne geçilemeyen arzuları dört bir yanda herkesin malumu oldu. Onların bu mutsuzluklarına gönlü rıza göstermeyen, çok iyi insanlar olduğu, herkese yardım elini uzattığını bildiği Süryani aileye, Hançepek Mahallesinde küçük bir gecekonduda oturan, Reşo bir çare olabilmek amacı ile yola düştü. Yorgun argın Kuryakos Bey ve Bayan Miryam’ın kapısını tıklattı. Evin hizmetkarı kadın avurtları çökük, cılız görünümlü Reşo’yu alıp, ev sahiplerine götürdü. Reşo bekleme esnasında kendisine sunulan, yudumladığı şerbeti bir yana bırakıp, çiftin kendisine doğru geldiğini görünce saygısını sergileyen bir tavırla ayağa kalktı. Çift bu yoksul adamın ne için gelip, kendilerini görmek istediğini çok merak ettiler. Karı koca, Reşo ile kibarca
tokalaşırken Kuryakos Bey hafiften başını eğip, sağ elini göğsünün sol yanına götürüp bastırdı.
“Hoş geldiniz, nasılsınız, hayır ola, umarım önemli bir sıkıntınız yoktur? Sizin için ne yapabilirim?” diye sordu.
“Yok beyim, canınızın sağlığı, herhangi bir sıkıntım yok. Ama ben sizin var olan sıkıntınızın giderilmesi için, haddim olmayarak bir tavsiyede bulunmaya geldim. Zira duyduğuma göre çok iyi insanlarsınız. Sizler de elbette mutlu olmalısınız. Sizin de yüzünüz olabildiğince gülmeli. Ben derim ki, son çare olarak, bir de Kırklar Dağının ardındaki ziyarete gidip, orada adak adayın ve bütün kalbinizle bir de orada dualar ediniz. Allah yardımcınız olsun, belki dualarınız kabul olur ve sizin de yüzünüzdeki solgunluk, yerini büyük gülümsemelere  bırakır. Sizler dediğim gibi iyi insanlarsınız ve bu mutluluğu hak ediyorsunuz.” Kuryakos Bey ve Bayan Miryam’ın yüzlerine tatlı bir gülümseme, narin rengarenk kanatlı bir kelebek misali gelip, kondu. Bu yoksul insanin iyi niyeti ve insani güzelliği kendilerini hayli mutlu etti.
Kuryakos Bey elini şefkatle Reşo’nun omuzuna koydu ve müteşekkirliğini ince bıyıklarının altında muhafaza ettiği gülümsemesini daha da belirginleştirerek, misafirine yansıttı.
“Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Yüreğimize serin sular serptiniz. Kendi kendinize bizim sıkıntılarımızı kendi sorunlarınızmış gibi oturup, bunun üzerinde düşünmeniz ve çözümler aramanız, insani büyüklüğünüz karşısında doğrusu diyecek tek söz bulamıyorum. Kırklar Dağının ardındaki ziyarete yarın güneş doğar doğmaz mutlaka gidip, adakta bulunacağız. Size de duacı olacağız. Bu arada bir şeyler yemek ister misiniz? Her hangi bir ihtiyacınız var mı?” Reşo hiç bir ihtiyacının olmadığını söyleyip, ısrar etse de çocuklarına ve karısına hediyeler yaptılar, büyük bir zorlama ile ceketinin cebine harçlık koydular.
O gece Kuryakos ve Miryam için gün ışımak nedir bilmedi. Yüreklerine gelip sımsıkı hapsettikleri umutla yataklarında dönüp, durdular. Şafakla birlikte uyanıp, hazırlıklarını tamamlayıp, yola koyuldular. Kurbanlarını adarlarken, baklava, börek, bumbar, kavurma, kebap, şerbet ve her türlü sunumu orada bulunan yoksullara yapıp, hep birlikte Tanrıya sığınıp, uzun uzun dualar ettiler.
Çok geçmeden Madam Miryam hamile kaldı. Üç gün üç gece süren büyük şenliklerle bu güzel haber kutlandı, fakirlere hediyeler dağıtıldı. Sonunda istekleri Tanrı tarafından kabul görmüştü. O’na minnettarlık duygular ile günlerce dua ettiler. Doğum günü gelip çattığında madam Miryam heyecandan ölecek gibi oldu. Ve o gün Tanrının kendilerine bahş ettikleri muhteşem varlığı kucağına alıp, koklayacaktı.
Uzun süren zorlu bir doğumun ardından, Madam Miryam’ın kulaklarında cıyak cıyak bir ağlama sesi duyuldu. Kar beyazı büyük bir havluya sardıkları bebeği itina ile kucağına aldı. Göz yaşlarına boğuldu. Akan damlalardan biri gelip, nur topu gibi olan kızının anlına damladı. Kuryakos Bey uzun uzun kızına baktı, karısının elini sıkarken, büyük bir gururla kafasını yukarı kaldırarak, bir kez daha Tanrıya şükranlarını iletti.
Güzeller güzeli kızlarına Suzan adını koydular. Zaman su gibi akıp gitti. Suzan’ın her doğum gününde Kırklar Dağının ardındaki ziyarete gittiler ve adaklar adayıp, ziyafetler verdiler. Suzan’ın ailesi bunu bir gelenek haline getirdi. Bir periyi dahi kiskandiracak olan kızları inanılmaz bir güzellikteydi ve Diyarbakır’lı bütün gençlerin yüreklerinin sızısı haline geldi.
Bir Kürt genci olan Adil de Suzan’a gönlünü kaptıranlardandı. Gözü her nerede Suzan’a ilişse ayağının altından toprak kayıyor gibi bir hisse kapılıp, yüreği göğüs kafesine sığmıyor, gümbür gümbür çarpıp, olduğu yerden fırlamak istiyordu. Kara yağız, bıyıkları yeni terleyen, çiçeği burnundaki filinta gibi delikanlı, gönlüne söz geçiremiyordu. Suzan da aynı şekilde Adil’e uslanmaz gönlünü kaptırdı. Bir anlık da olsa O’nunla bir araya gelip, gözlerinin içine bakmak ve ellerini Adil’in elleri ile buluşturmak için yapmayacağı şey yoktu. Gün gelip te Suzan on sekiz yaşına geldiği zaman bütün hazırlıklar yapılıp, adaklar adamak için Kırklar Dağının ardındaki ziyarete gidecekleri gün, Madam Miryam hastalanıp, ateşler içinde yataklara düştü. Ne yaptıysa yatağında doğrulamadı. O nedenle kızını evin hizmetçileri ile birlikte ziyarete gönderdi. Bunu haber alan Adil de soluğu ziyarette aldı. Haber salıp, kuytuluk bir yerde buluştular. Elleri birbirine kenetlendi, canlar buluştu, kor gibi yanan dudakları kaynaştılar, Suzan’in uzun saman sarısı dalgalı saçları Adil’in yüzünde dolaşıp, boynuna dolandı. Aşıklar yüzlerce yıldır kavuşamamışlar gibi birbirlerine sıkı sıkıya sarıldılar. Nefesleri birbirine karıştı. Öyle bir an geldi ki, bulundukları yeri ve her şeyi unutup, sevdalarının coşkulu büyüsüne kendilerini kaptırmaktan alıkoyamadılar. Sere serpe uzandığı ince kumların üzerinde, geriye Suzan’ın oldukça biçimli kalçalarının ve ince belli sırtının izi derince kaldı.
Aşıklar başlarını döndüren bu buluşmadan ayrılmak üzere iken, ansızın büyük bir felaket oldu ve ceylanlar gibi seken, dünya güzeli Suzan ziyaretin gazabına uğradı. Dicle üzerindeki on gözlü köprüden aşağıya düşüp, Diclenin azgın sularına karıştı. Dicle suları bir kez daha iki sevgiliyi ayırdı. Sevgilisinin sulara kapıldığını gören Adil o an aklını yitirdi. Günlerce sevdiği için yürekleri dağlayan ağıtlar yaktı ve yarini yitirmenin derin acısı ile  bilinen Suzan Suzi türküsünü dillendirdi ve azgın Dicle boylarında yanık sesi ile günlerce adeta inledi.
“Kırklar dağı'nın yüzü
karanlık sardı düzü
Kör olasan Suzan Suzi
ziyaret çarptı bizi
Köprü altı kapkara
anne gel beni ara
saçlarım kumlara batmış
tarak getir de tara
Köprünün orta gözü
sular apardı düzü
ben öleydim Suzan suzi
Dicle ayırdı bizi”
Çok geçmeden sevdiğinin yokluğuna daha fazla dayanamayan Adil de suçluluk duyguları ile kendisini “Allah’a giden yol” olan Dicle’nin sularına bıraktı. Bu aşk Suzan Suzi türküsü ile ölümsüzleşti.
 
Amsterdam, 16 Temmuz 2015
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..