Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '08

 
Kategori
Güncel
 

Kirlendik

Kirlendik
 

Mehmet Gürhan


Deniz Feneri hikayesi 2

Her şeyimiz kirlendi. Gelirimiz, ticaretimiz, hayırımız, aşımız, ekmeğimiz... En önemlisi "söz"kirlendi. Artık "sözün" doğruluğunun önemi kalmadı. Karşı tarafın bünyesinde tahribat yapabilecek her söz, "mubah" sayılır oldu.

Her kesim borazanını üfleyerek muhatabını kirletmeye çalışıyor. Desteksiz atmalar yüzünden doğrularla yanlışlar birbirine karışıyor. Bu vasatı takip eden vatandaş ise bir zihin bulanıklığı yaşıyor; neyin ne olduğu veya ne olmadığı konusunda bir karara varamıyor.

Almanyadaki Deniz Feneri e.V. davası sonuçlandı. Fakat haberin veriliş biçimi, Türkiyedeki Deniz Feneri' Derneği'ni de töhmet altında bıraktı. Buradan yardım alan binlerce ailenin iaşesi tehlikeye düştü.

Bunun, iyi maaş alan, bu rahatlıkla her şeye aykırı bakan, hayat ve kafa konforu üst düzey olan fertlere bir etkisi olmayabilir. Fakat herkesin keyfi ve konforu yerinde değil ki... Herkesin cebine ayda üç, beş veya onbeş bin ytl. girmiyor ki... Herkes paralı bir iş bulamıyor ki...

İdol olarak benimsedikleri liderin veya partinin başa geçmesiyle, işlerin yoluna gireceğine inananlara acıyorum. Bunlar aynı zamanda her türlü kötülüğün; açlığın, yokluğun ve işsizliğin 1950den sonra başladığına iman etmiş kimselerdir.

Sanki 1949 sonuna kadar memleket abattı, mamurdu. Sanayi ve ticaret almış yürümüştü. Herkesin bir işi vardı. Köylü, tanesi beş lira olan yumurtadan 10 adet sattığında parayı harcayacak yer bulamıyordu. Bunun için yaz tatilini Beyrut'ta geçiriyordu.

Bu kimseler, ne o zaman, ne de şimdi varoşlarla ve dağ köyleriyle yolları kesişmeyenlerdir. O nedenle buralardaki perişanlıktan ve çaresizlikten haberleri yoktur. Ya da oralara seyahatleri, vicdanlarını evde unuttukları bir zamana rastlamıştır. Onun için fakirlere yardım yapılmasını her fırsatta eleştirir, alaya alırlar. Yardım vakıflarının ve derneklerinin Ak Parti'yi iktidarda tutmayı amaçladığına inanırlar ve bunu yaymaya çalışırlar.

Gerçeklere bu kadar kör kalmanın, geleceği tahmin açısından bir dezavantaj oluşturduğunu farkedememek ne kötü. Avcıyı gören deve kuşunun başını kuma gömerek saklandığını sanması kendisi için bir avantaj değildir. Aynı şekilde yaşamlarını deve kuşu felsefesiyle sürdürenlerin, sonunda hatalarını anlamış olmalarının da kendilerine bir yararı yoktur. Zira, giderayak öğrenilen gerçeğin hayata geçme şansı sıfırdır.

Mevcut duruma baktığımızda Türkiye için umutlu olmamızı gerektiren pek bir şey göremiyoruz. Bir yandan Amerika'daki özel bankalar, şirketler batmamak için devletten destek ararken, öte yandan sermaye bizi atlayarak ucuz üretimin ve yatırımın merkezi uzakdoğuya kaymayı sürdürüyor. Çevremizde gelişen olaylar, (İran, Irak, Gürcistan) rutin gidişatı zorluyor, müdahil olmadığımız meselelerden dolayı yönetimimizi sıkıntıya sokuyor.

Kısacası, diğerleri gibi bir dünya devleti olan ülkemizin, olup bitenlerden etkilenmeden, kimseyi nazara almadan yolunu çizebileceğini sanmak, eğer gaflet değilse hamakattır. Laf söylemekle ülke yönetmenin aynı şey olmadığını bilmek ise fazilettir.

Mevzumuza dönecek olursak, son durum şöyledir. Almanyadaki Deniz Feneri e.V. yolsuzluğuna karışan Mehmet Gürhan 5 yıl 10 ay, itirafçı Firdevsi Ermiş 1 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan ise 2 yıl 9 ay ceza almışlardır.

Bu insanlar veya ilişkide oldukları bazıları, vatandaşın fakirlere ulaşsın diye iyi niyetle yaptığı yardımları bir şekilde kendi çıkarları için kullanmışlardır. Bu davranış, Mehmet Gürhan'ın ifade ettiği gibi "daha fazla fakire yardım" amacını taşıyor olsa bile kabul edilebilir değildir. Çünkü bu, derneğin ve yardımda bulunanların amacına ters düşen bir eylemdir.

Oldum olası kendi hayallerinin, geleceklerinin ve hayatlarının sermayesini başkasının cebinden karşılama hesabı yapanlara ihtiyatla yaklaşmışımdır. Emeksiz, sermayesiz, risksiz ticaret biçimlerine asla hoş bakmamışımdır. Bu nedenledir ki bankacılık, sigortacılık, aracılık, emlakçılık gibi işlerin devlet ve belediyeler tarafından yürütülmesi, borsa denilen büyük kumarın da kökten kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.

Anladığım kadarıyla, dindar kesimin züğürt açıkgözleri, Almanya'daki inançlı vatandaşlardan önceleri, sınai yatırım vadiyle sermaye topladılar. Vergiden ve bir kısım bürokratik işlemlerden kurtulmak için paraları kuryeler yoluyla Türkiye'ye taşıdılar ve resmi kayıtlara geçirmediler. Buralara tesisler kurdular, işletemediler veya kuramayıp topladıklarını batırdılar. Böylece onlara güvenerek yatırım yapan ortaklarını hayal kırıklığına uğrattılar.

Holdingleşme, ortaklar için hüsranla sonuçlanmasına rağmen, sanıyorum dindar mütüşebbisler için geçim kaynağı olmaya devam ediyor. Kısacası arından aç gezmesi, toplum içine çıkamaması, vicdanlarının kendilerini rahatsız etmesi gerekenler, vatandaşın ahı üzerine kurdukları saltanatlarını hala sürdürüyorlar .

Başlangıçta ne kadar samimi olurlarsa olsunlar, sözlerini yerine getiremeyenlerin, topluma vadettiklerini veremeyenlerin bu lüksü yaşamaya hakları olmamalıdır. Millet bunu görüyor ve artık "şirket kurup sizi zenginleştireceğim" diyen "holding şeyhlerine" prim vermiyor.

Olayı böyle yorumladığımızda buradan zorunlu olarak şu sonuca varmamız gerekiyor. "Madem Almanya'daki vatandaşları sanayi tesisleriyle kandıramıyoruz; o zaman yardım derneği kuralım, paraları toplayalım!" Bu işin önderleri böyle mi düşünmüşlerdir dersiniz? Hiç sanmıyorum. Büyük ihtimalle olayı, daha makul bir açıdan değerlendirmişlerdir.

Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'nin faaliyetlerinden etkilenen Almanya'daki vatandaşlar, burada kurulan aynı isimli derneğe oldukça ciddi bağışlarda bulunmuşlardır. Doğruysa 41 milyon avro... Mehmet Gürhan'ın anlattığına göre, bazılarının imanını sıvılaştıran işte bu paradır. Yani para geldikçe vicdan delinmiş, sıvılaşan iman da buradan akmaya başlamıştır. Sonunda, imandan boşalan tahta para oturmuştur.

Bunu yapanlara yazıklar olsun diyorum. Onların ihtirasları ve hataları yüzünden üzerimize çamur sıçradı. İnsanların yardım kuruluşlarına olan güveni azaldı. Şimdi, hayatlarını bu yardımlarla sürdüren kimseler, "kaderleriyle başbaşa kalma" tehlikesi yaşıyor.

Adam, bir çiftliğin önünden geçerken güzel bir at görmüş. Çok beğenmiş. Satın almak istemiş, sahibi "hayır" demiş. Sonunda çiftçiyle arkadaşlık kurmuş ve samimiyeti ilerletmiş. Bir gün, atı şöyle bir denemek istediğini söylemiş. Sahip, "peki" demiş ama adam ata binince, onu alıp kaçacağını anlamış. "Gel" demiş, "sana beşbin dinar vereyim de düşündüğünü yapma!"

Adam, "Bu at en fazla bin dinar eder, niye beş bin veriyorsun!" deyince; Çiftlik sahibi, "Eğer aklından geçeni yaparsan sadece bu atı değil, bununla birlikte benim insanlara olan itimadımı da alıp gideceksin! Yani ben bu parayı at için değil, insanlara olan güvenimi kaybetmemek için veriyorum." cevabını vermiş.

Güvenin ve güvencenin olmadığı hayat karanlık bir dehlizdir. Orada yürürken, bize neyin çarpacağı hiç belli olmaz.

Derneğin parasını yasadışı yollarda kullanan Almanya'daki veya Türkiye'deki imanlı (!) insanlar! Siz sadece adi bir cürüm işlemediniz! Aynı zamanda, sayısız insanın içindeki yardım duygusunu da öldürdünüz. Böylece Deniz Feneri'nin yolunu aydınlattığı binlerce muhtaç kimsenin ışığını söndürdünüz. Veyl olsun size!

Resim: www.ihlas.net.tr/.../Haberler/20080915131055.jpg

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..