Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Kırmızı karanlık

Kırmızı karanlık
 

Karanlıkta yatamaz, korkardı. Kırmızı bir gece lambası vardı. Hani şu kablosuz, sadece fişi olup, prize takılan türden. Rengi kendi tercihi değildi; lambanın içindeki ampulun kırmızı olduğuna dikkat etmemişti alırken. Ama sonraları sevmişti kırmızı gece lambasını.

Kitabına dalıp lambasını takmayı unuttuğunu, başucundaki ışığı söndürdürünce anlar, gözünden uyku aksa bile, hiç üşenmeden kalkarak o lambayı takardı. Ben ise, başucumdaki ışığı bile kapatamadan uyuya kalırdım bazı zamanlar. Üstümdeki kitabı alıp, o kapatırdı ışığımı.

Mimar Sinan Üniversitesi sahne, dekor, gölge oyunları bölümünden mezun olmuştu.Ama eğitimine en yakın yaptığı iş, güneyde bir otelde animatörlerle yaptığı gösterilerdi. Kıbrısta bir casinoda kurupiyerlikten tutunda, garsonluğa kadar bir çok alakasız işlere girip çıkmış, maymun iştahlı birisiydi. Bende bu maymun iştahının sadece iş konusunda olmasını umarak ona tutulmuştum.Zaten çok ince hesaplar yaparak tutulan biri değilimdir.Kişiliğinin renkliliği, enerjisi, uçlarda yaşamasının verdiği heyecan, komikliği ve adlandırılmamış bir çok çekici gücünün dışında, o güne kadar gördüğüm en güzel yeşil gözlere sahip olan bu kumral kıza tutulmuştum.Tanıştığımız hafta sadece iki gün görüşmedik.Ondan sonraki haftanın her günü görüşüyorduk.Üçüncü hafta ise, beraber yaşadığı kız arkadaşından bana taşındı.Böylesine korkutucu bir hızla beraber yaşamaya başladık.Korkutucu diyorum çünkü, ne zaman böylesine muhteşem gitse bir şeyler, aynı hızla birden bitiyordu. Bir an önce sonuna gelmek için dolu dizgin koşturuyormuşuz gibi geliyordu bana.

Tuhaf takıntıları vardı..Yatağında herşey beyaz olmalıydı..Yastığı, çarşafı, nevresimi hepsi beyaz olmalıydı.Yatarken giydikleride dahil. Bana taşındığının ertesi günü bütün nevresimlerimi kaldırmış, yerine düz beyaz nevresim takımları almıştı. Bu tuhaflıklar hoşuma gidiyordu aslında. Ona dair çok az kişinin bildiği bu özellikleri, biliyor olmanın gururuydu sanki.

Uyandığımda onu yanımda bulamadığım zamanlar, anlamsız bir panikle gözlerimi ovuştura ovuştura onu arardım evin içinde. En hızlı uykudan ayıldığım anlardı. (Uyanınca kolay kolay kendime gelemem) Salonda iskambil kağıtlarından evler yaparken bulurdum.Suratımdaki endişenin yerini alan salak bir gülümseme ile bakardım ona, gözlerimi ovuşturarak.Üstündeki iki beden büyük şortu ve her daim üşüyen ayaklarında benim çoraplarım, yerde bağdaş kurmuş haline bayılıyordum. Elini yere vurarak “gell benim uyku sersemimm” diye yanını gösterirdi. Bayıldığım başka birşeyde, o iskambil kağıtlarını üst üste koyarak yaptığı şatoyu yıkarak onu kızdırmaktı..

Fotoğrafların banyo edildiği karanlık odaya benzetirdim odamızı; o lambayı yakıp, ışığı kapadığında. Kıpkırmızı kesilirdik karanlıkta.

“Bu ışığın dönenleri varmı” diye sorardım gülerek.

“Var. Birazdan gelip seni hastaneye yetiştirecek” diye bağırırdı, üstüme atlıyarak.

Çok gülerdik.Bazen tek kelime konuşmadan bir iki saniye kadar bakışıp, gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülerdik. Silerken yanaklarından neşemizin yaşını, devirirdi birden gözlerini avuçlarıma. Çekemezdim ellerimi, yanaklarında kalırdı. Bozuk bir oyuncak hüznü bulaşırdı birden çocuk gözlerine..Öylesine sığınırdı ki bana, başı bulutlara değen heybetli bir dağ gibi hissederdim kendimi. Tepeden tırnağa bir kadın olurdu sonra.. Ve teslim alırdı o kadın, sığındığı dağı. Bembeyaz yatağımız suyun içinde hareket eden fotoğraf kağıdı gibiydi.Yavaş yavaş belirmeye başlardık, hiç bir anı kaçırmadan tüm güzelliğini yakalardım kırmızı karanlıkta..Kare kare çekilmiş fotoğraflar gibi, tüm belleğimi kaplamıştı birlikte geçirdiğimiz anlar.

O fotoğraflara bakıyorum şimdi. Gözlerim kapalı. Bakışları dökülüyor geceye, mayınlı bir samanyolunda koşuyorum, gözlerine basıyorum...Yeni fotoğraflarda onun tarafı boş beliriyordu, suyun içindeki bulanık yatakta.Gittiğini kabullenmek çok zordu, kırmızı lambası yanıyorken prizde. Gölgesi duvarda iz bırakmıştı sanki.Kırmızı ışık hükmünü kaybederken sabaha karşı. Son fotoğraflarda bir adam ağlıyordu yatakta.Kıpırtısız gözlerinde, cam kırığı yaşlar.

Bir kırmızı gece lambası ve birde benim bu kırık dökük şiirim kaldı ondan geriye.Rüya gibi derler ya hep..İşte öyle.. Dört ay süren bir rüyadan uyandığımda, ayılmam çok zor oldu gene. Epey bir süre uyku sersemiydim.

Uyku Sersemi

gözünle kaşın arasında,
tenha bir yerde,
ört üzerimi
göz bebeğinin beşiğinde,
uyut beni..

yıkmadan duvarlarını,
iskambilden yaptığımız şatonun,
her odasında sevişelim
güneş sızana kadar,
bu şehvet uykusuna...

şuursuz gecelerin,
uykusuz karanlığına inat,
sabahın ilk ışıklarında,
yanağına düşen
bir tutam saçına as beni..

uyku sersemi..

Kenan Soyalp

 
Toplam blog
: 21
: 549
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yaş 35 /İyi dost, herkesin bir dostu olmalıdır en azından... Aldanmak, aldatılmak, yalan söylenme..