Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '08

 
Kategori
Öykü
 

Kırmızı şapkasız kız

Kırmızı şapkasız kız
 

kırmızı şapkasız kız


Deniz kıyısı.. Durgun, pırıl pırıl bir su... Suyun dibinde çakıl taşları görünüyor. Sarımtrak, saydam, küçük kaya balıkları dolaşıyor taşların arasında. Yüzümü suya daldırıp, gözlerimi açıyorum su altında. Işıklı hareler dolaşıyor kumun üzerinde. Kum, incecik.. Bir yengeç yürüyor kumun üzerinde. Yan yan basıyor sanki. Kaya balığı, yengece dokunup kaçıyor. Güvende olacağı bir noktaya gelince salına salına yüzmesine devam ediyor.

Burnum yanıyor tuzdan. Gözlerim de... Yüzümü sudan çıkarıp doğruluyorum. Giysim ıslanmış. Olsun, kurur şimdi. Denizin dibi serüven dolu.. Çevreme bakınıyorum. Elimdeki sopayı buralarda bir yere bırakmıştım.

Buldum, sopamı. Deniz gece biraz çekilmiş, kum ıslak. Yalınayak yürüyorum ıslak kumda. Düzgün, yosunsuz bir alan buluyorum. Sopamla kuma kocaman harflerle "Muhammet Ali Clay" yazıyorum. Niye böyle yazdığımı bilmiyorum. Dünya şampiyonu oldu, diye herhalde.. Bugünlerde herkes bunu konuşuyor.

Elimi gözlerime siper edip uzaklara bakıyorum. Yemyeşil bir ağaçlık uzanıyor ufka doğru. Hepsi de dut ağacı.. Tavukhane var bir yerlerde. Dut ağaçlarını bu yüzden dikmişler. Ağaçların bittiği yerde ekili alanlar başlıyor. İncecik, bembeyaz bir duman kıvrılarak yükseliyor, dağılıyor göğün enginliğinde. Tek tük evler var kırmızı çatılı.. O evlerin kadınları salça kaynatıyor olmalılar kazanda. Pişmiş, olgun domates kokuları dolduruyor havayı. Dönüp, denize doğru bakıyorum. Küçük bir yarımada.. Yarımada eteklerinde irili ufaklı kayalıklar.. Yaban ördekleri uçuyor.

Komşulardan biri radyosunun sesini sonuna kadar açmış. Haberler okunurken böyle yapar. Duyduk duymadık demeyin anlamında.. Kulağıma John Kennedy ve Nikita Kruşçev'le ilgili haberler geliyor. "Sovyet yapımı orta menzilli balistik...." diye devam ediyor spiker.

Az ileride denize dökülen bir çay var. Suları yaz kış bulanık bir dere.. Bazen sürüyle kefal akın ediyor dereye. Oltasını kapan derenin üstündeki tahta köprüye koşuyor. Sarımtrak boz renkli, iri pullu kefallar bir iki çırpınıp can veriyorlar sepetlerin içinde. Çocuklar bağıra çağıra konuşuyorlar aralarında. Sümüklü bir oğlan çocuğu bağırıyor arkadaşına: "Baksana lan, torik gibi!"

Derenin kıyısında bir dizi çitlembik ağacı var. Dış kabukları yeşilden kahverengiye dönüşünce olgunlaşıp yeniliyor çitlembikler.. Elimdeki sopayı, çitlembiklerin altına atıyorum. Balık tutanlara bakmaya gidiyorum köprünün üstüne.

Yemeğe çağırıyorlar evden. Açık mutfak penceresinden kızartma kokuları geliyor. Yaz günlerinin ünlü yemeği, patlıcan biber kızartması.. Sarımsaklı yoğurtlu.. Kapının önündeki tele daha yeni çamaşır asılmış. Hafif esen rüzgarla, beyaz sabun kokuları dağılıyor çamaşırlardan. Taşlığın bitiminde bir musluk var dışarıda. Eve girmeden elimi, yüzümü, ayaklarımı yıkıyorum muslukta. Tabanlarına kum yapışmış sokak terliklerimi de..

Bizde de radyo açık. "Fidel Castro..." diyor radyo. Haberler bitiyor, hava durumu var şimdi. Spiker art arda sıralıyor: "...yıldız...poyraz...gündoğusu...keşişleme.." Bu sözcüklerin anlamını bilmiyorum; ama çok hoşuma gidiyor bunları dinlemek.. Masal tekerlemesi gibi. "..kıble..lodos...batı...karayel.."

Sofraya oturduğumda Sabite Tur Gülerman'dan şarkılar başlıyor radyoda. Annem, radyonun sesini biraz azaltıyor.
Ekmeği bölerken ellerine bakıyorum. Elleri kızarmış çamaşırdan. Parıl parıl olmuş ellerinin derisi. Tülbentini düzeltip, başının tepesinden bağlıyor yeniden. Yemek yaparken, iş yaparken hep böyle bağlar başını titizlikten!

Radyoda duyduğum yabancı adlardan en çok Fidel Castro demek hoşuma gidiyor. Kasatura dermiş gibi..

Yemekten sonra hamaratlığım tutuyor, evin arka cephesindeki taşlıkları yıkıyorum. Evin önündeki taşlıklar çamaşır asılmadan önce yıkanmış. "Kovaya suyu yarım doldur!" diye sesleniyor annem. Taşlıkları yıkayınca birkaç yaş büyüyorum sanki.

Bir şiir kitabı var evde. Büyüdüm ya, ara sıra açıp onu okuyorum çardakta. Hiçbir şey anlamıyorum. Hevesim kırılıyor. Şairler... Neden hiç anlaşılmayan sözler ederler ki, diyorum.. Artık masal kitapları da okumak istemiyorum. Masallarda okuduğum hiçbir şey yok çocuk yaşantımda. Keloğlan yok, kül kedisi yok, çizmeli kedi, kibritçi kız yok... Peter Pan...küçük prens yok.. Pinokyo yok, yedi cüceler yok...

Eğilip, yarım doldurduğum kovaya bakıyorum. Sudaki aksime... Çocuk yaşantımdaki küçük kız bana bakıyor kovanın içinden. Kaya balığı gibi hareket ediyor suyun içinde. Onu görüyorum. Gerçeğin ta kendisi.

O bir kırmızı şapkasız kız.

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..