Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '17

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Kırmızı

Kırmızı
 

"Üzdün beni" demek elini tutmasını istemekti. Ellerim kan içinde kaldığında anladım.. Az önce bedenimin bir parçası olan yüzü inceledim aynada. Yüzüm demiyorum çünkü ait değiliz. Yabancı bir imge gördüğüm. Bal rengi ela arası gözlerim iyice sararmış. Tıpkı bir Van Gogh tablosu gibi. Bir tablo olabildim mi hiç? Göz kenarlarım çizgiler oluşturmuş, üstüne dünyayı biriktirmiş içlerinde. Kırmızı bir burun, şiş titrek dudaklar,  feri solan bir yüz. Bu ben miyim? Bilmediğim bir enkaz aynada bana bakıyor saten bir geceliğin içinde. Askıları düşmüş omuzlarımdan. O da sahip olmak istemiyor bana belli. Çıkarıyorum. Bedenim buz. Parmaklarımda sürüp sürüp çıkardığım kırmızı ojeler. Uzun zaman önce fark ettiğim ama üzerinde durmadığım bir sonu yaşıyorum.

Önce saçlarımın yarısını kestirmekle başladım. Bir şey hissetmem gerekir miydi? Hafiflemedim. İçime dönmeye başladım sonra. Kitaplara, plaklara, gökyüzüne. Kızdım Nazım'a çoğu kez ama tutulu kaldım an an Vera'ya aşkına. Elimde kalıyor her şey ve ben elimi uzatamıyorum kimseye. Tahammül gösteremiyorlar artık ve bıktırıyorum. Daha da hırçınlaşıyorum. Dudaklarımdan istemediğim sözler dökülüyor. Oysa dudaklarımda dudaklarının ıslaklığı kalmalıydı.

Toparlamak gelmiyor içimden ve enkazda yürüyorum. Bir değil birçok enkaz. Picasso'nun Guernica'sı gibi. Fakat bu sefer elinde gaz lambası ile gelen biri yok. Ayaklarım kanıyor ve prangaları boynumda hissediyorum. Kanıyor göğsüm. Ve artık ne gözlerim, ne dudaklarım ne de göğüslerim ilgimi çekmiyor. Uzanmak istiyorum gece ve izlemek istiyorum insanları. Hissettiğim ise yerdeki geceliğe sürüklenen kırmızılık. Tatlı ve ılık.

Bir şeyler daha terk ediyor beni. İçim acımıyor ama üzülmüyorum artık. Bu yıkımı biliyordum ve engellemedim. Güçlü insanların düşmeleri daha zor oluyor. İplerin bir anda kesiliyor ve belki de en güç öpüşmeyi gerçekleştiriyorsun: kendin ile yerin yedi kat dibinde.

Bir adam söylüyor bana "şeytan tüyü var sende. Kendine alıştırıyorsun, albenin var." susuyorum. "Çok güzelsin" diyor bu sefer. Tebessüm ile yetiniyorum. "Etrafında çok kişi vardır" diyor birisi, sadece gülümsüyorum. Ne bir kelime vermek ne de almak istiyorum. Zamanda suskun kalmak istiyorum.

Dönebilseydim eğer dört yıl öncesine dönmek isterdim. Evet bunu çok isterim. İlk defa o zaman ait oldum: özgürlüğe.

Ayaklarımda lekeler bırakıyor kırmızılık. Üzerimi giymek istiyorum fakat bu şaheseri bozmak düşüncesi midemi bulandırıyor. Birçok insan ölüyor aklımda bu sırada. Fakat hepsinin büyüsü var: dirilmek.

Yüreğimden söküp atmayı ne çok isterdim. Yeniden ve defalarca vuruyorum onları, zararım ise kendime. Her ateşte yeniliyorum. Demir kesiği gibi olan kokuyu alıyorum. Gülümsüyorum. Feri kaçan gözlerime bakıyorum aynada ve ilk defa o an yeniden parlıyor.

Hatırladığım bir adam başucumda adımı soruyor. Işıklar var. Ah, şaaşaalı şeylerden hoşlanırım. Burnuma kolonya kokusu geliyor yüzünü yüzüme yaklaştırdıkça. Sakalları keskin bir şekilde kesilmiş ve  köşeli yüzüne aksi bir şekilde bebeklik katıyor. Bu bir ikilem. Bunu sevmedim.

Sandığım kadarı ile sabaha karşı saat 5 6. Bir odaya giriyoruz. Beyaz bembeyaz. Koşuşturan insanlar var. Yalnız değilim. Az önceki adam bir şeyler söylüyor benim için koşuşturanlardan birine. O sırada aklıma kırmızı saten gecelik geliyor. Kırmızı. En sevdiğim renk. Bacaklarımdaki lekeler de en sevdiğim olmuş. Son anda giymeye karar vermiş olmalıyım ki dalgaları yüzümü kapatan saçlarım omuzlarımda askı ile buluşuyor.

Gözlerimi kapattığımda hissettiğim çok şey var. Güven sorunum var diyorum ama benim kendim ile sorunum var. Kendime kalmam gerek fakat o kadar sığ bir çöplük ki burası, bir leşi bile kıymetlendirebiliyorsun. Uzak duramıyorum.

Bu, ben değildim. Ne oldu bana?  Yenildim. En çok zararı sevdiklerime verdim, onları incittim galiba en çok. Pişman oldum hep içimde. Ah, içimi görebilselerdi dilendiğim 1 gram sevgiyi esirgerler miydi? Bilemiyorum.

"Üzdün beni" demek elini tutmasını istemekti, ellerimi o an orada bıraktığımda anladım. Zamanın boşluğunda asılı bir tabloyum artık. Ne Picasso'nun kübik dönemi, ne Dali'nin sürrealizmi, ne Frida'nın self-portresi. Hep birlikte yarattığımız bir enkazım ben. Ne kimseye gidecek gücüm, ne de gidecek bir yerim var.

Hayatlardan geçtim, bu kolaydı. Kalamadım ben, zor olan buydu. Uslu bir kedi olamadım ve onlar yürümek istemediler uçurum kenarlarında. Darağacı geldi bana her sevgi sözcüğü ve astım kendimi anılarında. Bittim ben. Düştüm. Geleceğini biliyordum bu sonun ve engel olmadım.

İnsanın kendisi için bir şey yapılmasını istemesi suç mu? Fark edilmek için ölmek mi gerek ? Sessiz çığlıklar hiç duyulmaz mı? Git demek, konuşmak istemiyorum demek hep bu anlamları mı içerir? Hiç dile dökemediğim bu gibi isteklerim olmuş şimdi fark ediyorum.

Ölümümden sonra hepinize açmış bir kırmızı gül göndermek isterdim. Mektuplarımda kırmızı balmumunun üstüne kar tanesi mührü bastığım gibi. Her insan özel olduğu için kar tanesi mührü seçmiştim. Özel özel, öldüm ben.

Ah ruhum, dışında kocaman bir kadındın ama içinde hep çocuktun. Bundan kanattılar seni. Taş bağladın yosunun yok.

Zihnimde Sinatra şarkılarını dans ettiriyor, Cohen dance me to the end of love ile vokal yapıyor. Zihnim, ah hiç susma. Çok kitaptan, plaktan, müzikten, jazzdan geçtin sen.

Sen, bu yüzyılın rafine zevkisin. Benden kalan, zamanda asılı, geri dönemeyeceğim bir hazinesin.

 
Toplam blog
: 16
: 107
Kayıt tarihi
: 04.06.15
 
 

Bilkent Üniversitesi ..