Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '17

 
Kategori
Deneme
 

Kırmızıyla yeşilin dansı

Kırmızıyla yeşilin dansı
 

Kırmızı ve yeşil


Salata yapmak göründüğü kadar sıradan bir iş değildir. Bir kere bu konu ciddi bir ustalık gerektirir. En ünlü aşçıların bile aklına getiremediği püf noktaları vardır salata yapma işinin. Kullanılacak olan malzemenin temizliği, tazeliği, sağlığa uygun oluşu yeterli değildir. Renk uyumu gerek. Salata, biri diğerine karışmayan,  yalnızca birbiriyle dans eden renklerden oluşursa, görsel bir şölene dönüşebilir.

Kırmızıyla yeşil, birbirine karışmaz. Çünkü kırmızı ana renklerdendir; yeşil ise maviyle sarının çocuğu… Kırmızı, diğer ana renklerle, mavi ve sarıyla aşk yaşar. Ne güzeldir, kırmızının maviyle, sarıyla, yani diğer ana renklerle aşkı. Kırmızı, maviyle kucaklaştığında, menekşeye, leylağa, lavantaya, mor laleye dönüşür; sarıyı kucakladığında da altın rengi, portakal, turuncu... güneşin sımsıcak renkleri çıkar ortaya.

Ancak kırmızı, diğer iki ana rengin meyvesi olan yeşile mesafeli durur. Yeşil de kırmızıya… Birbirine karışmadan, ama birbirine uyumlu bir çift olarak dans ederler.

Maydanozsuz çoban salata olur mu? Naneyle dereotunu da alır yanına, tabaktaki domatese sırayla serenat yaparlar. Kur yapma yarışını hiçbiri kazanamaz da “acıların çocuğu”, rakı mezesi yeşil soğan kazanır bazen.

***

Duvarlara güneşin son ışıkları vuruyor. Yaprak gölgeleri, şeftali kızılına çalan akşam güneşiyle oynaşıyor. Gölgelerin acelesi var, birazdan ellerinin altından kayıp gidecek bu kızıllık. Gölgenin kendisi de kalmayacak ışıltılar gidince. Öylece, duvarların soğukluğuna gömülecekler. Ta ki ertesi gün akşam güneşi geri dönüp, donmuş gölgeleri sıcak nefesiyle ısıtıp yeniden canlandırıncaya kadar.

Balkon kapısı aralık. Rüzgâr bazen sert esiyor. Kapının pervazından kurtulmuş bir parça sünger, kısa ipli bir uçurtma gibi boşlukta salınıp duruyor. Rüzgâr biraz daha sert esse kopacak gibi. Rüzgâr bazen yön değiştirip uzaklaşıyor. Sünger parçası, rüzgârı kesilmiş uçurtma gibi kulağını sarkıtıyor o zaman.

Kırmızı her yerde… Halı, kanepe, masa örtüsü, masadaki küçük çalar saat bile kırmızı. Masanın üzerinde küçük bir cam fanus var. Fanusun içinde tül kuyruklu kırmızı bir balık… Salına salına yüzüyor avuç içi kadar suda. Kısacık yaşamı bu iki karışlık suyun içinde geçecek. Bir gün o da diğer süs balıkları gibi sırt üstü dönüp, bembeyaz karnını tavana dikip ölecek. Şimdilik dolanıp duruyor ufacık fanusun içinde. Balerinler gibi...

Suların da kızardığı bir akşam vakti, balkon demirinde bir serçe... Güneşin son ışıkları altında kızıla çalan parlak kahverengi tüylerini kabartmış, yol kıyısındaki çam ağacına uçmaya hazırlanıyor. Çam ağacı, akşam güneşinin kızıl ışıklarına ev sahipliği yapmakta. Az sonra pırrrr! diye bir ses... Serçe uçup gidiyor kızılla yeşilin dans ettiği çam ağacına.

Uzaklarda çocuk sesleri... Gün, toparlanıp gitmeye hazırlanıyor. Birazdan karanlık çökecek. O zaman ne kırmızı kalacak, ne de yeşil… Bütün renkler, zifiri karanlığa esir düşecek. Ta ki güneş yüzünü yeniden gösterip, kıpkızıl bir şafak, ufuktan gökyüzüne doğru yükselip tutuşuncaya kadar!

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..