Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kıroluk dahi değişti?

Kıroluk dahi değişti?
 

İtalyan çizgi kahramanı Çelik Bilek, magazinin adı Teksas. Sizce Teksas mı yener Tom Miks mi?


70’lerde biz delikanlı iken şortla denize girenlere “kıro” gözüyle bakılırdı. Gerçekten de denize girme kültürü olan herkesin öyle veya böyle bir mayosu vardı.

Cinsel organları sıkıca paketleyen fakat asla gizlemeyen slip formatında mayoyu biraz daha “yırtık” olanlarımız giyerdi ama bel ve kasık bölgesini çepeçevre saran mayolar hemen her kesimden kabul görürdü.

Belki o mayolara da homurdananlar oluyordur ama o zaman “yobaz” diye bir kavram vardı ve o yobazların homurtuları sadece yobazlık olarak algılanır, bugünkü gibi itibar görmez, baş tacı edilmezdi. Yobazların ayrıcalık talepleri, temel özgürlük ve insan hakları sorunuymuş gibi topluma dayatılamazdı.

Sonraları slip mayolar alelade deniz kıyafetleri oldu. Bunda 1972’den itibaren olimpiyatların televizyonlarda yayınlanmaya başlamasının ve yüzme müsabakalarının etkisi de olmuştur herhalde.

Televizyonun yayınlarının başlamasının tek etkisi bu değildi.

Bizler “yerli malı kullan” sloganlarıyla büyümüş bir nesiliz. Özellikle televizyonlardan önce Türkiye, Avrupa ve Amerika ile bu kadar iç içe değildi.

Avrupa tarzı eşya ve giysiler hemen fark edilirdi ve bu fark bugün hayal edemiyeceğiniz düzeyde idi.

O zamanların Türkiye’sinde her köşede giyim atölyeleri yoktu, çünkü konfeksiyon tarzı üretim ancak ve yalnızca gömlek, çorap iç çamaşırlarıyla sınırlıydı. Pantolon ve elbiselerimizi semtimizdeki terzilere diktirirdik. Çoğunlukla kumaşı ucuz olsun diye fabrikanın satış mağazasından alır terziye diktirirdik.

Avrupa malları Avrupa’da üretilirdi (sonraları Hong Kong ve Tayvan’da). Avrupalı giyim tarzını, burada ancak birkaç yıl gecikmeyle vizyona girebilen sinema filmlerinde ya da turistlerde görebilirdik. Aslında onların tarzına çok özenenlere biraz züppe gözüyle bakardık. Fakat bu züppelik hepimizde biraz vardı ve zamanla arttı da. Kıroluk gibi züppeliğin de sınır ve zevkleri değişti.

Önceleri blucin hiç yoktu ve bilinmezdi. Ben ilk blucin pantolonumu (o zaman blucin demezdik, kot derdik) 1975’te falan aldım. Bizden önceki nesilde kült bir beğeni olarak blucin meraklıları olduğunu sonradan öğrendim ama fenomen haline gelmesi 70’lerin ikinci yarısıdır.

Blucin giymek için blucini nerede bulacağınızı bilmeniz gerekirdi. Butiklerde blucin satılmazdı. Sadece kaçak olarak geldiği için kaçak olarak satılırdı ve blucin almak için Amerikan pazarına ya da Kapalı Çarşının izbe arka sokaklarına gitmeniz gerekirdi.

Figüran Osman, komedi parodilerinde gençliği “dar paça blucin bulamıyoruz, yetkililerden gençliğin sorunlarına sahip çıkmasını bekliyoruz” şeklinde ti’ye alırdı ve bu bize o zaman da çok komik gelirdi ama bir kısım şehirli gencin gerçeği buydu.

Hafif eskimiş blucin o kadar makbuldü ki Kapalı Çarşıda gezen turistlerin kıçındaki blucini dükkancılar satın alır, yıkatır ve satardı. Yırtık blucin modası henüz yoktu ve blucinimiz eski olsun ama yırtılmasın diye üzerine titrerdik.

Gençliğin, Dünya ile iletişimi sinema filmleri, Televizyondaki Dünya kupası ve olimpiyat yayınları ile tek yönlü olarak kurulduğundan bir spor ayakkabısı, bir eşofman ve forma hatta “tişört” özlem halinde ihtiyaçlardı.

Dikkatinizi çekerim, spor ayakkabı demiyorum, “spor ayakkabısı” diyorum.

Durumu müsait olanlar atletizm için üretilmiş yanları üç şeritli Adidas koşu ayakkabılarından getirtir ve havasını basardı. Çünkü bu ayakkabıların spor dışı alanlarda da giyilebileceğine spor ayakkabısı üreticileri de yeni yeni uyanıyordu.

Yerli spor ayakkabısı olarak sadece keten “Raf” marka mavi ve kırmızı ayakkabılar mevcuttu ve beden derslerinde onları giyerdik. O ayakkabılar sadece beden derslerinde ya da inşaatlarda giyilirdi. Sonraları Mekap çıktı ve biraz ilgi çekti ama o da sonradan terörist ayakkabısı haline geldi.

Yine dikkatinizi çekerim, “tişört yoktu” dedim!

Tişört yoktu!

Svetşört yoktu!

Mont yoktu!

Bizim spor giysimiz pantolon olarak kadife, ayakkabı olarak süet, üstümüze ise.. ne bileyim, triko veya kazaktı.

Ya da elimiz gömleğe mahkumdu.

Allahtan o sıralar bir “Penyelüx” diye iç çamaşırı markası çıktı da renkli fanilaları tişört olarak giymeye başladık.

İşte o zamanlar şortla denize girenler sahile yakın inşaatlarda çalışan işçilerdi.

Sonraları Avrupalı turistler tatil yerlerinde şortlarıyla salına salına plajları doldurunca bizdeki trend de birkaç yılda değişti.

Şimdilerde ise her ne kadar ayıp sayılmıyorsa da özellikle “slip” mayo gözleri ve dikkatleri çekiyor, giymek eşlerin onayına takılıyor.

Bunlar çok normal şeyler, göz alışkanlığı ve kabullenmekle ilgili. 1970’lerde en muhafazakar semtlere dahi girmiş olan mini etek modasını bugün ortalama bir semtimizin kaldıracağını sanmıyorum.

Şunu kabul etmek gerekir ki, göz görmezse gönül istemiyor. Biz bütün bunlar yokken çok mutlu bir çocukluk ve gençlik yaşadık.

Sokaktan dönüş saatinin “radyo tiyatrolarına” göre ayarlandığı, okuldan dönünce “okul radyosu”nun kaçırılmadığı, kol saati ile birlikte sahip olunan cep radyosu ve bisikletin benim için sınırsız özgürlük anlamına geldiği günler güzeldi.

Yazlık sinemalarda oynayan filmlerin, kışın çocuk matinelerinin çok önemli olduğu, Red kit, Tommiks, Teksas, Karaoğlan’ın (Tarkan henüz yok) tüm çocuklarca bilinip, eski sayılarının sinema kapılarında değiştirildiği.

Kışlık sinemanın girişine elinizde değiştirmeyi umduğunuz bir tomar okunmuş kitapla gittiğiniz, orada mutlaka sizin gibi birilerinin olduğu..

<ı>- Bakıyım senin kitaplara, al sen de benimkilere bak.

- Retkit’le Kızılmaske’yi değişelim mi?

<ı>- Olmaz, benim Retkit daha yeni.

- Tamam o zaman şu eski Kinova’yı da vereyim

<ı>- Ben Teks severim, Teks var mı

- Yok ama evde Tom Braks’la Kaptan Swing var, getireyim mi?

<ı>- Tamam, Zembla da varsa getir, bi de Tenten.

Bir nesilde bu kadar değişim sizce normal mi? Benim kızım böylesi değişimler yaşamadı ki? Bilgisayarla gözünü açtı, yaşamındaki en büyük değişiklik bilgisayarın, diz üstü haline gelmesi oldu

Her kes kendini özel ve önemli hissetmek ister, acaba biz mi kendi yaşadığımız değişiklikleri abartıyoruz yoksa bizim dönemimiz gerçekten özel miydi?

Bilemiyorum! Ama bu kadar hızlı değişimin hoşuma gittiğini söyleyemem.

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..