Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '13

 
Kategori
Öykü
 

Kısa bir öykü- gurur

Kısa bir öykü- gurur
 

Sadece bir saat kalmıştı gelmesine. Ayrı kaldıkları bir ay ona bir yıl gibi gelmişti. Yine de ağırlığını koruyacaktı. Aldatılmayı kendine yakıştıramıyordu. Öyleyse neden gelecekti ki O?! Neden çağırmıştı ki?! Lanet olsun! Her şey için çok mu geç diye düşündü. İptal etmek için geç miydi?
 
"Hayır, gelsin, konuşsun." dedi aynadaki görüntüsüne. Saatlerdir prova yapıyordu kendisiyle. Aynadaki kız ona salak olduğunu söylüyordu. Onu sevmeyen bir adamla nasıl beraber olabildiğini defalarca söyleyip durmuştu. 
 
"öööffff!! s*ktir git!" dedi ve aynaya sırtını döndü.
"Ne b*k yersen ye!" dedi aynadaki görüntüsü de.
 
Kapı çalmıştı. Artık her şey için gerçekten geçti. Aslında kaıyı hiç açmayabilirdi. Ama o zaman da kapının önnde ağlayıp zırlardı. O'nun ağlaması da hiç çekilmezdi. Kapıyı açıp , küfredip kapasa yine aynı sonuca varırdı. Polisi mi arasaydı?
 
"Yok artık daha neler?!"
 
Kapının deliğinden baktı. Orada duruyordu işte. Bir ay öncesine kadar delice sevdiği adamla arasında sadece demir kapı vardı. Nasıl da özlemişti! Kokusu burnunda tütüyordu. Yine de tutacaktı kendini. Ağlamayacaktı, barışmayacaktı, sadece konuşacaktı. Son kez aynadaki görüntüsüne bakıp düzelttikten sonra yavaşça açtı kapıyı. Hiçbir şey söylemeden geriye doğru çekildi. Bakamıyordu O'na. İçeri girdikten sonra da yavaşça kapadı kapıyı.
 
...
...
 
Söylediği sözün ağırlığının farkındaydı. 'sensiz daha iyiyim' mi?! "Öyle misin" dedi aynadaki görüntüsü. Sinirlenip gözlerini devirdi. Aynaya sinirlendikçe acısını O'ndan çıkarıyordu. Hıçkırarak ağlamaya başladı O. Yere diz çöküp yanına geldi. Gözyaşlarıyla yıkadı ellerini. Nasıl da sıcaktı?! Öyle çok istiyordu ki şevkat göstermeyi, sarılıp öpmeyi, 'hep yanındayım' demeyi. Ama gururdu işte. Yapmayacaktı. Her akşam eve geldiğinde beraber kahve içip, gününün nasıl geçtiğini anlatabileceği biri olacaktı. Çocuğunun 'baba' diyebileceği, onu gerçekten seven ve bu sevgiyi-en azından ilk zamanlar- gösterebilen biri... Mutlu olacaktı en azından. Ama hayır. Bu hayalleri bir çırpıda silinmiş ve onu hayal kuramaz hale getirmişti. Ne gerek vardı ki; umsan da ummasan da taş başı yarıyordu işte. 
 
"Olmayacağını biliyorsun. Affetmeyeceğimi biliyorsun. Koca bir üç sene senin doyumsuzluklarınla, arkadaşlarına verdiğin ve bana vermediğin önemle, seni beklemekle, senden birşeyler ummakla geçti. Elimde ne var, ha?"
 
Bir hışımla ayağa kalktı. Bağırmaya hazırlanıyordu ki saatin gecenin ikisi olduğunu görerek kısık sesle bağırmaya devam etti.
 
"Beyfendi istediğini yapsın, gezsin- tozsun, biz burada sabahlara kadar gelmesini beklerken o alem yapsın... Karın mıyım ya ben senin?! Ne zorunluluğum var seni beklemeye?! Neden evleneyim ki seninle?!"
 
Sessizlik... Cevap bu muydu yoksa?
"Çünkü seni seviyorum. Sana aşığım." 
"Ama bunlarla karın doymuyor Eren Bey" dedi ve başı dönmeye başladı. Farkettirmeden koltuğa oturdu tekrar. Farkettirmeden demek yanlış olur. O kadar iyi tanıyordu ki Eren onu. Hemen yanına diz çöktü tekrar. 
"Neyin var?"
"Tansiyonum düştü yok bir şey!"
"Ne getireyim sana, bir şey yapayım söyle."
"Yeter ki git, Eren. Çık git hayatımdan. Senin yüzünden hastalık hastası oldum ne olur git. Sevmiyorum artık seni. Lütfen git."
"Seni böyle bırakıp gitmem"
"Allahım, şimdi çıldıracağım, gerçekten."
"Tuzlu ayran yapayım mı?"
"Yapıp gidecek misin?"
"Eğer isersen..."
"İstiyorum!"
İstemiyordu.
 
...
 
Toplam blog
: 58
: 402
Kayıt tarihi
: 06.04.10
 
 

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mezunuyum. ..