Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '11

 
Kategori
Sinema
 

Kişilikler üstüne bir gerilim: Koğuş

Kişilikler üstüne bir gerilim: Koğuş
 

Film çevrelerince pek tutulmayan ‘Çılgınlığın Ötesinde’yle yaşadığı hayal kırıklığını ‘Marslı Hayalet’le perçinleyen korku ustası yönetmen John Carpenter, çalışmalarına uzun soluklu bir ara vermişti. Bu bağlamda, geri dönüş filmi sayılan THE WARD-KOĞUŞ ortalıkta görünmeyen yönetmenin kendini yeniden ispatlayış çabası olarak seyircinin beğenisine sunulmakta! 

Afişiyle ‘Vahşet Partisi’ni andıran KOĞUŞ, etkileyici müziği ve işlenişiyle ‘Halloween’, ‘The Thing’ gibi korku türünün kültlerine imza atan Carpenter’ın alışılmış tarzından vazgeçmediğini gösteren bir çalışma... Ne var ki, Amber Heard mevcudiyetiyle çekicilik kazanan yapımın onların seviyesinde olduğunu söylemek imkânsız! Çok bilinmeyenli denklem benzeri kurgusuyla klasik çizginin ötesine geçmeye çalışan yapımda, olaylar süreç içinde yerine oturmakta. Gerçekleşme esnasında mantıksız gelen sahnelerin çoğunu noktalama anında anlamlandıran KOĞUŞ, basitçe tanımlayacak olursak ‘Sucker Punch’ havası taşıyan bir akıl hastanesi öyküsü! 

1966 Oregon başlangıçlı anlatımda ilk göze çarpan objeler, alev alev yanan ev ve kuruluşu 1926’ya uzanan görkemli hastane! Bilinmezliğin yarattığı gerilim sürecini başlatansa, ağaçların arasında koşarak avucunda yazılı adresi arayan Kristen’in kuş uçmaz kervan geçmez kırsaldaki evi ‘şıp’ diye bulması… Kayıp anonsuyla aramaya çıkan polislerin de ‘buluculuk’ta ondan geri kalır yanı yok! Kocaman kibrit kutusunu nereden bulduğu gösterilmeyen kaçak kızın kapısı kapalı evin camlarını hangi ara açtığı da meçhul… Kapıyı açık bulup da içeri girdi desek o vakit de evi neden içeriden yakmadığı sorusu akla takılacak. Dolayısıyla bu zihin jimnastiğini bir yana bırakıp filmin kritiğini sürdürelim. Carpenter isminden başka özellik göstermeyen KOĞUŞ’ta biz böylesi ayrıntılara takılmışken, makyajı ve kıyafetiyle pek hoş bir görüntü arz eden Kristen, açık pencerelerden tutuşturduğu tüllerle evin yanışını izlemekte... Bakımlı kaçağımız sabit bakışlarla diz çöküp kendi kendine düşüncelere dalarken, iş bitirici polisler de elleriyle koymuş gibi onu yakalayarak izleyeni hayrete düşürmekte. Ayrıntıların önemsenmediği geçişlerle başlayan öyküde son durak, akıl hastanesindeki KOĞUŞ! Dört farklı karakterle paylaşılan bu yerin atmosferi 60’lı yılların çizgilerini yansıtmakta. Asık suratlı hemşiresi, tecavüze hazır gibi duran hademeleri ve terapide başarılı olmak için uğraşan kafa karıştırıcı doktoruyla her şey tastamam! Buna bir de elektroşok aletleri ve diğer ameliyathane malzemelerinin görüntüsü eklenince varın ürkütücülüğü siz kestirin… 

Meçhule giden hastalar ve kişiliklerle gelişen öykünün odaklandığı nokta, zırt pırt görünen ve ayak sesinden aksak olduğu anlaşılan garip görünüşlü hayalet! Hastane ortamında, icraatta bulunurken tıbbi aletlerle takılmayı tercih eden hayaletimizin neden uzaylıya benzediğini anlamak mümkün değil. Benim en fazla takıldığım noktaysa, doktorun sonla çelişen telefon konuşması! Akılda bıraktığı sorular bir yana Carpenter tarzı müziğiyle etkileyen KOĞUŞ’un nesnelerle yarattığı ürkütücü atmosferde, ani ses ve görüntü çıkışlarıyla gerilimi yakalaması güzel yönü. Zayıf halkaysa senaryosu! Korku severler, beklenmeyen anlarda iyi kullanılan patlamaların yaşattığı irkilmelerle yetinmek durumunda. Başlangıç jeneriğiyle çok şey vaat eden yapım, yeterince doyurucu olmayan senaryosundaki boşluklarla hayal kırıklığı yaratarak vasatın az üstünde bir yapım olarak karşımızda! 

Anibal Güleroğlu  

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..