Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Kişisel Gelişim : İnsanlar yalnız yaşarlarsa

Kişisel Gelişim : İnsanlar yalnız yaşarlarsa
 

rengarenksiyah.blogspot.com


Bu cümlenin sonunu tamamlamalıyım. “İnsanlar ne kadar yalnız kalırlarsa, ne kadar yalnız yaşarlarsa o kadar mutlu olacaklarına inanıyorlar…” Çünkü yavaş yavaş buna inandırılıyor insanlar.

Koca bir kentte tek başınıza olacaksınız, gezeceksiniz, tozacaksınız… Ohh ne rahat. Karışan yok, görüşen yok… Yapma… diyen yok. Kimse yok ama insanlar çok… Büyük kent hayatı artık böyle.

Bunu mu istiyoruz. Belki de yaşadığımız çevre sonunda bizi o hale getiriyor.

Üniversite sınavlarına başvuran gençlerin çoğunluğu, kendi kentini, kendi semtini seçmek istemiyor. Evden ne kadar uzak bir kentte eğitim görecek olursa, genç herhalde çok daha mutlu olacaktır. Oysa kendi kentini, kendi evini seçecek olsa, belki de yapacağı masraflar dörtte bir oranında azalacaktır. Fakat genç bunu istemiyor. Ailesinden ne kadar uzak olursa, o kadar mutlu olacağına inanıyor. Niye?

Çünkü genç biliyor ki, aile bizi kendisine benzetmek istiyor; hatalarıyla, günahlarıyla, kendi küçük modelleri olalım istiyorlar. Onun için genci kendi kentlerinden uzaklara göndermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama genç de uzaklara kaçmak için elinden geleni yapıyor. O da kendi hayatını yaşamak istiyor; kendi kişiliğini geliştirmek istiyor. İddialaşıyorlar… Bazen aile kazanıyor, genç üniversiteden vazgeçip, baba mesleğine dönüyor. Veya genç kazanınca, gidip uzak yerlerde macera aramaya başlıyor. Tabii bu durumda aile dayanabildiği kadar dayanıyor..  O da çok zor!

Devlet de genci destekliyor… Burs veriyor, yatacak yer temin ediyor… Oysa, Devlet deseydi ki: Gençler eğer kendi şehirlerindeki bir üniversiteyi, bir yüksek okulu seçecek olursa, ona ek on puan vereceğim… O zaman belki de, her ders yılı başında yaşanan korkunç göçler bu çapta olmazdı.. Her genç kendi evinde kalır, kendi odasında çalışır. Annesinin pişirdiği yemekleri yerdi. .. Tümü değil ama, çoğunluğu. Herkes kar ederdi. Devlet de, aile de, genç de.. Ama öyle bir sistemimiz yok.!!

Aslında bizim aile tipimiz temelde “Geniş Aile” tipidir. Eskilerde evde dedeler, babaanneler, halalar… ve muhtaç durumda bulunan başka akrabalar da bulunurdu. Bazen sekiz on nüfus aynı ailenin içindi yaşar dururdu. O zaman insanlar çok mu mutsuzdu…? Acaba…Dedemizin, ninemizin dizinin dibinde büyümek; onların masalları ve şiirleri, şarkılarıyla büyümek bizim için çok mu zordu? Annemiz, tokatı aşkettiği zaman kimin yanına kaçardık?

Evet, sonunda aileler küçüldü… Küçüldükçe küçüldü… “Çekirdek Aile” tipine döndük. Ailede artık anne, baba ve bir ya da iki çocuk var… Nereye gitti o nineler ve dedeler… Herhalde atlarına binerek cennet bahçelerine uçtular.

Artık çocuk özgür.. Daha küçük yaştan itibaren, dadılar, tayalar elinde… Hep anneyi, babayı özler durumda (çünkü her ikisi de çalışıyor..)  Belki dede, nine varsa ancak yazdan yaza bir hafta veya onbeşgün görebiliyor. Belki de hiç… Çünkü genellikler çekirdek aileler köklerinden kopuyorlar ve Büyük kentin hayı huyuna teslim oluyorlar. Ondan sonra nineler, dedeler köylerinde, bahçelerinde kedileriyle, köpekleriyle; kuşları ve tavuklarıyla yaşayıp duruyorlar. Belki hiç muhtaç değiller ama mutlaka, göğüslerinde bir yer acıyıp duruyor. Torun hasreti, evlat hasreti ancak gözlerinden bir iki damla yaş olup dökülüyor.

Evet, gençler o kadar naz ve niyazdan sonra… (Kolay kolay da evlenmiyorlar ha…) evlendi diyelim. O güzelim cicim günlerinden sonra birbirlerini tanımaya başlayınca, bir soğukluk giriyor… ( Aşk maşk… Genellikle kimse hayatta kolay kolay istediğini bulamıyor) Ondan sonraki soğukluklar, ya sürüp gidiyor; ya da ayrılıyorlar… İkisi de felaket..

İşte şimdi iki taraf da yalnızları oynuyor. Bir sürü pişmanlıklar, bir sürü geri dönme istekleri.. Olmuyor. Ve sonuç : “Fena halde yalnızlık..”

Oysa bakacak olursanız; Allah insanları tek olarak yaşamaları için yaratmamış. Güvercinler bile pencerenin önünde hemen eşlerini buluyorlar, birbirlerine sokuluyorlar. Akıllı olan böyle yapar. Ama…

Sonra yeniden deneme çabaları, Esra Erol’lar… Bilgisayardan “Chat” programlarıyla bir şeyler yakalama çabaları, çoğu kez boşa çıkıyor. Çünkü insanların ilk deneyimlerinden öylesine acı tecrübeleri oluyor ki, ikincisini, üçüncüsünü çok zor kabulleniyorlar.

İdeal insan; ideal eş nerede? Akıllı olacak, paralı olacak, hanı hamamı, arabası olacak; atletik bir vücuda sahip olacak. Ve size aşık olacak?

Geliyorlar, “Ben size aşık oldum…diyorlar. Nasıl? Televizyondan bir görüşte mi?

Yalnızlık kolay değil. Gel onu, dört duvar arasında, kendi çayını demleyip, televizyonun karşısında tek başına içen insanlara sor.

“Yalnızlık Allaha mahsus..” Ama kendi gönlüne göre bir insanı nasıl bulacaksın. Kolay mı?

Ve geliyorlar. “Artık yalnızlığa dayanamıyorum..” diyorlar…

Ondan sonra da hiç kimseyi beğenmiyorlar. Şunun kaşı var; şunun gözü… Eleştire eleştire.. Aynı kafayla gidiyorlar.

Kimseye akıl verecek halimiz yok. Ama belki de en iyi evlilik belki de çok güzel, arkadaşlık, dostluk halidir. Bu dostluk, arkadaşlık ise bir günde oluşmaz… Günler ister, insanların birbirini tanıması. Ayrıca bir şey önce iyi yürümüyorsa; sonra da yürümez; ondan çabuk vazgeçmek gerekir. Kuşkucu, dedikoducu; vırvırcı, kavgacı tipler kolay kolay aile birliğini yürütemezler. Kolay değil. Neyse bir başka zaman, ideal bir aileyi anlatırız.

Vazgeçin yalnızlıktan, biraz kendinize benzer ve akıllı bir insan bulun eş olarak.

Kolay değil yalnızlık… Çekilecek şey değil.

  

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..