Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

13 Temmuz '09

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Kıskançlıktan Ölecektim...

Kıskançlıktan Ölecektim...
 

Türk kadınları kıskançlık konusunda, bütün hemcinslerini geçti.


Arka koltukta, ayaklarımın altında bile valiz olan bir arabada, yaptığım sekiz saatlik yolculuktan sonra; koca bir yılın hayali olan ufacık tatilimizi geçireceğimiz otele nihayet varmıştık. Bütün ihtişamı ile karşımızdaydı.

Arabadan inerken bir yandan da gözlerimi bize doğru gelen otel görevlisinden alamıyordum. Allahım, gelen insan mıydı yoksa insan kılığında bir melek miydi?

Kısacık eteği, neredeyse benim boyum kadar olan uzun bacaklarını saklamak yerine bir güzelce süslemişti. Bir karışlık topuklu terliklerini giymese bile, omuzlarına kadar gelemiyeceğim bir “ahu devran” süzüle süzüle bize doğru geliyordu. Aklıma; ayağımdaki işportadan aldığım, sahip olmayanı dövdükleri parmak arası terliklerim geldi. Yürürken beni penguene benzeten bu terliklerden yolculuk boyunca ne kadar hoşnutsam, “ahu devran” karşısında onlardan bir o kadar şikayetçi idim. Bütün suç terliklerdeydi. Kızımı dinleyip; mantar topuklu o enfes terliği, annemin emekli maaşının yarısı kadar bir paraya satın almalıydım. En azından bir on beş santim kazanırdım. Şimdi ise bir pigmeden hallice boyumla asla arabadan inemezdim. Eşimi kendime siper ederek, bize doğru gelen Rus görevliye görünmeden geçip gitmeyi ve hemen odama çıkıp, ayakkabıları koyduğumuz valizden renk menk gözetmeden en uzun topuklara sahip olanı almayı düşünüyordum.

Birden “ahu devran” gülümsedi; o ne gülümseyişti Yarabbim… Dolgun dudaklarının arasından görünen her biri birer inci olan dişlerinin parlaklığından gözlerim kamaşmış, arabadan inmeye çalışırken çarptığım kızımı yere yuvarlamıştım. Kızım söylene söylene yerden kalkmaya çabalıyordu. Bunu fırsat bilerek kızıma doğru eğildim, artık boy farkımızın anlaşılamayağı bir konumda neredeyse yerde sürünme pozisyonundaydım. "Ahu devran" beni gör-e-menden eşime doğru yanımdan geçip gitti.

Kıskanıyorum ya bu kadınları – ne kadar uzun boylular, acaba suyundan mı Rusya’nın- yalan yok çok kıskanıyorum!..

Resepsiyonda odalarımıza biran önce çıkabilmek için cebelleşen eşimi yalnız bırakarak, lobide olan biteni izlemeye başlamıştım ki oturduğum koltukta birden yok olmayı isteyeceğim kadar güzel iki Rus kızı bikinileriyle arzı endam ettiler. Her ne kadar modası geçmiş lame bikinileri ve pamuk prenses terlikleriyle beni azıcık rahatlatsalarda, bir gram bile yağ olmayan karınlarını gördükten sonra, homini gırtlak yediğim iskender ve dürümlerden hoşnut sumocu göbeğimle, son derece zavallı idim. Keşke havuzda bu kızlarla güreşebilseydim, benim yeneceğim kesindi. Bu düşünceyle sırıtmaya başladım. Kızlardan biri beni ve delice gülümsemi görmüş ve korkmuş olacak ki yanımdaki boş koltuğa oturmaktan vazgeçtiler, Rusca konuşarak lobinin sonuna doğru ilerlediler.

Evet sonunda bir Rus güzeli yenmiştim- delice olan gülüşüm ve sumo bildiğimi gösteren göbeğimle- başarmıştım bunu.

Tatil demek; benim için salaş birkaç kıyafet içinde yan gelip yatmak ve homini gırtlak tavrımı daha bir belirleyip birkaç kilo almadan tatili bitirmemek halidir. “Oturan boğa” terimi tam bana göredir bu zamanlarda. Ama otelin konsepti benim bu tavrımla uyuşamayacak gibiydi, "her şey dahil " denen bu konseptte, ilk anlar da pek zorluk göstermeyen kendin al, kendin taşı, kendin ye hali ikinci günün sonunda benim için bir işkenceye dönüşmek üzereydi.


Eşim gerçek bir “oturan boğa” olduğu için, çorbasından tut, zeytinyağlısına hatta içeceği içkiye kadar dahası yemek sonrası lüpleyeceği tatlılara kadar ben getirip götürüyor, bu arada en azı on kişilik kuyruklarda bekliyordum. Bu kuyrukları, bavullarında sakladıkları kuaför ve makyözü odalarına gittiklerinde çıkarıp süslenenen, bilumum takı ve parfümü vucutlarına bol bol boca eden, hem boylarının verdiği avantajla hem de benim “mine nene” giysilerimin onlarda bıraktığı komik etkiyle olacak, bana tepeden bakan votka sarhoşu! ( sabah kahvaltıyı votkayla edenine rastladım) bir sürü “ahu devran” la paylaşmak zorundaydım. Her ne kadar yemek kuyruğunda ardımda ki Rus güzeline yemek almakta kullanılan maşayı vermemek için maşayı alıp masama götürsem de, yere düşen ekmeği alıp diğer ekmeklerin arasına o güzelin şaşkın bakışları arasında koysam da, “domuz gribi” olmuş taklidi yapsam da, masama getirdiğim hiçbir yemeği soğumadan yiyemedim. Son derece beceriksiz ve bakar kör olduğum için; soğumuş yemeklerimizi ısıtabileceğimiz mikrodalga fırını tatilin son gününde görmüştüm. Ama öylesine bıkkın ve halsiz hissetmiştim ki kendimi, ızgara köfteleri ısıtmaktan vazgeçip, masanın etrafında dolaşan kediye atıp, koca bir tabak dolusu yeşillikle karnımı doyurmuştum. İşim çok zordu çokkk…

Rus kadınları öyle çok yiyorlar ki; koca bir tabak dolusu kirazı, koca bir tabak dolusu ızgara balığı, birkaç dilim ekmeği yedikten sonra, dondurma sırasına da birinci olarak giren üstelik dondurmayı külaha değil de bardağa koydurarak yiyen bir Rus hatunu görmüştüm, beli de ancak bacağımın alt baldırı kadardı. Olacak şey miydi bu.


Ben eşimin yeğenine verdiğim sözü tutma çabasında, vejeteryanlık yapmamaya, bütün et ve balık yemeklerinin reyon önlerinde kasap kedisi gibi ayrılmamaya gayret etmeme rağmen hiçbir şey yiyemiyordum. Beni yemek kuyruğu tutuyordu, midem bulanıyordu hep. Ama yılmıyor tabak tabak masama taşıyordum her şeyden, hatta hiç yemeyeceğimiz şeyleri bile. Yengeç bile almıştım tabağıma, garip yengeç; ilk defa ben gibi biri tarafından yenmeye çalışılmış, ardından en yakın çimliğe tükürülmüştür. Ben tatile değil de Rus kadınlarının ellerinden alabileceğim kadar yiyeceği almaya gelmiş gibiydim, biri düğmeme dokunsun ya…

Kıskanıyorum bu kadınları, uzun boylarından, harika fiziklerinden geçtim. Bembeyaz tenlerine yakışan sırma saçlarından geçtim, benden çok yemelerine gıcık oluyorum. Nerelerine sığıyor tabak tabak yemekler - romalılar gibi mi yapıyorlar acaba- Eforları fazla ağabeycim, sanırım eforları fazla…

Kızım koşa koşa çay almak için beklediğim kuyruğa geldi. Akşam “oryantal dans” yarışması varmış. Ayıptır söylemesi altın günlerinin en gözde göbek dansçısı benimdir, hatta “abarttın” demez iseniz “Akdeniz’in” en güzel göbek dansını ben yapıyorum derim. Aceleyle gidip, yarışma için adımı yazdırdım, yazdırırken de etrafımdaki “ecnebi” kadınlara gözümün ucuyla bakıyor, burnumu taaa Kaf dağına kadar kaldırıyordum. Oh olsun!

Yaşasın! Benim de onlardan üstün bir yanım vardı ve bunu bütün Türk kadınları adına gösterecektim onlara. Kimi kimin yurdunda ezik konumuna getiriyordu bunlar yaaa… Akşama bir iyi hazırlandım, tüm öğle sonrasını odamda dinlenerek geçirdim, yetmedi üç Kuluvallah bir Elham okuyarak işin boyutunu haçlı seferlerine kadar büyüttüm. Yarışma saati gelip çattığında kendimden ve sonuçtan öyle emindim ki; diğer yarışmacı bayanları bile izlemiyordum. Benden başka bir Türk bayan daha vardı, birbirimize göz kırparak moral verdik; bu yarışma ya onundu ya benim…

İzlemeye tenezzül etmediğim birkaç “ecnebi” bayanın göbek dansından sonra, adının Güllü olduğunu anonstan öğrendiğim Türk gacısını izlerken bayılacaktım, o ne figürlerdi, “dansöz bu bacım” demişim. Biraz haset etsem de sonuç Türk kadınları adına mükemmeldi. Bir Rus erkek yarışmacının sergilediği performansa göbeğimi tuta tuta gülerken, daha kendi gelmeden enfes parfümünün iç gıcıklayıcı kokusu gelen Tatiana’yı anons etti animatör.

Ah Tatiana ah...
Saçları belinde,
dişleri inci,
teni sedef,
gözleri ateş,
beli yılan,
gerdanı benli,
sonuç belli…

Kesin babası Türk ağabeyciğim bunun yaaa…


Tatiana’yı gördükten sonra kendimi en yakın tuvalete kapadım, yarışmayacaktım. Yarışmadım da.

Ben bundan sonra tüm tatillerimi kaplıca ve ılıcalarda geçireceğim. Yoksa kıskançlıktan öleceğim…

***

ne yapsan olmuyor gözüm
terketmiyor bizi hüzün
bir macera yaşamak dediğin
küçük zamanlar harmanı
sevindiğin üzüldüğün
hatırlamaktan ibaret
hatıralar nihayet
tesellisi çok zor sözün

ne gemiler yaktım, ne gemiler yaktım
o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım

bu kızı yeniden büyütmeliyim
kor ateşlerde yürütmeliyim
değirmenlerde öğütmeliyim
farkındayım, farkındayım

kazanmalı kaybetmeliyim
aşk uğruna harbetmeliyim
bu kızı yeniden büyütmeliyim
farkındayım, farkındayım

kendini seçemiyorsun
bırakıp kaçamıyorsun
yazmadığın bi hikayede
uzun ya da kısa vadede
az biraz keşfediyorsun
öteki olabilmeyi
yerine koyabilmeyi
geride durabilmeyi öğreniyorsun.

Sezen Aksunun eski bir şarkısı, şimdiye kadar böyle güzel olduğunu fark edemediğime, ne demeli?

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..