Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Kıssadan hisseler

Kıssadan hisseler
 

“Bir şey için dik durmazsanız her şey için eğilirsiniz.”


17 Nolu Salondan Bir SBS Geldi Geçti…

Bugün hayatımın en zor sınavındaydım. Bir öğretmen olarak ilk defa bir sınavda bu kadar heyecanlandım. İlk defa bir sınav salonunda bulunmaktan tarifsiz huzursuzluk duydum. Ve ilk defa bir anne olarak öylesine heyecanlandım ki; ilk kez “Bir anne bu tür sınavlarda nerede bulunmalı?” diye acımasızca sordum kendime…

Çünkü bugün, yerinden çıkıp giden yüreğim görevimin bulunduğu 17 nolu salonda değildi- aklım, görev başındaydı elbette-. Çünkü bugün, bütün yedinci sınıflar gibi ikiz kızlarım da SBS’ye girdiler. Birinin salon numarası 10, diğerinin 15’ti. Her üçümüz de ayrı ayrı okullardaydık üstelik.

Bu, onların yanında olmadığım, bilmem ki kaçıncı sınav? Fakat SBS’de ilk. Onların yanında olmak ya da olmamak… Aslında bu iş de bir karışık: Onların yanında olmak isterim; isterim de, 10’da mı olacağım, 15’te mi? Ya da ne kadar yanlarına gitmeliyim? Gidip sırasına oturmalı- önce birinin sonra diğerinin- ; gözetmen öğretmenin uyarısına kadar sütünü mü içirmeliyim kızıma? Ne kadar yakın olmalıyım? Hangisinin yanında olmalıyım? Onlara bir yürek kadar yakın olsam yetmez mi? Yine de ben, 17’de olmamalıydım bugün. Hatta öğretmen anneleri gözetmen yapmamalılar bence. Nerede mi olmalı şimdi? Gül ağacının dibinde…

Sınavdaki kız-erkek küçük çocukların hepsini bakışımla kucaklıyorum. Onların gözlerindeki kaygılara, heyecanlarına bakıyorum. Her tereddütte her heyecanda gözümün önüne Güllerim geliyor. Neyse! O kadar da kaygılanmamalıyım… Şu saatte, bize verilen görevden başka yapabileceğimiz bir şey yok. Bize görev biçilmiş, yerimiz belirlenmiş. Ben buradayım ya, kızlarım da burada… Hem onlar da hep nerede olduklarını bildiler; ne yapmaları gerektiğini de… Yanınızdayım kızlar…

Sınav başladı. Yüreğim pır pır atıyor; iki küçük bir küçük yürek daha, tam üç yüreğiz... 17 nolu salonu da alırsak içimize yirmi iki küçük ve bir büyük yürek… Bugün SBS’ye giren tüm öğrencileri, velileri ve öğretmenleri de katarsak yanımıza, işte o zaman koskocaman tek yürek.

İlk yarım saatten sonra yüreğimin akışı normal hızına dönüyor. Demek ki Güllerimin de ilk heyecanı geçmiş. Alışıyorum akışa. Sorulara bakıyorum göz ucuyla: özellikle Türkçeye… ”Hayatı okuyan, yorumlayan” yapabilecek. İyi ki kızlarımla kitaplardan pasajları güle oynaya canlandırdık diyorum içimden. İyi ki çalışma molalarında, odalar arası evcilik oynadık da, kendi elimizle pişirdiğimiz “kahvelerin ikramını “ yaptık birbirimize, diye düşünüyorum gülerek.

Rahatladım artık: 17 nolu salon, bu sene hizmete açılmış bir Meslek Lisesi binasının pırıl pırıl bir sınıfı. Öğretmen masasından bakınca tam karşı duvarda ( sınıfın arka duvarında ) “Kıssadan Hisseler” başlıklı bir köşenin oluşturulduğu dikkatimi çekiyor.

“Eminim ki; “Saatleri Ayarlayan” bugün, bu salonda, bu köşeyi okumamı istedi benden. “

Bilgisayarla kağıtlara yazılmış “özlü sözler” özenli bir şekilde doğrudan duvara yapıştırılmış. Sade ama iddialı bir köşe. Sıradan görünen fakat düşünceli ve etkili bir buluş…

Kıssadan Hisseleri okuyorum. (Ve 15-20 dakika sonra bildiklerimi eleyerek geriye kalan sözleri yanımdaki not defterime yazarken buluyorum kendimi. Allah’tan gözcüyüm. Başkanın gözü salonda.)

İlk gördüğüm söz beni derinden etkiliyor:

Kızmak, başkasının hataları için kendi kendine ceza vermektir.”

Bu söz birden bire, ne zamandır yazmayı düşündüğüm “Kendimi Affettim” isimli denememin gün yüzüne çıkması gerektiği düşüncesini aklıma getiriyor.

Arkasından bir söz daha:

“Sincaptan ders alınmalıdır. Çünkü o, alt dala ulaşmak için üst dalı hedef alır.”

Bu sözün bana bıraktığı ilk iz “hedefler” oluyor. Hedefleri hatırlıyorum “sincap”la... Sincap, ikizlerimi ve onların hedeflerini hatırlatıyor bana. İnşallah, hedeflerine ulaşır kızlarım. Fakat, nedense hedefin yanında; azim, kanaat, ağaç ve dallarını da hatırlıyorum bir anda.

Yüreğimde ani bir titreme: “Kızlarım şimdi ne yapıyor? Ben şimdi hangi daldayım, onlar hangi dalda? ”Sincap bana dönerek “Sen neden diğer anneler gibi kızlarının yanında değilsin?” diyor. Ağlamıyorum. Tam tersine, ben ona soruyorum aniden: “Hangisinin dalında olacağım; ne dersin buna?” Sincabı üzmüyorum, ben hemen cevap veriyorum:” Üçümüz de aynı daldayız. Yüreklerimiz bir atıyor. Hem biliyor musun sincap; kızlarım “bir başına olmayı”, sağlam dallara tutunmayı, bastıkları dalları kırmamayı öğreneli çok oldu.

Ne dedin sincap? “Ağaç” temalı bir denemem mi olmalı? Olmalı, olmalı elbet; haklısın da, sen hiç sabretmez misin yaramaz? Önce ağaç çeşitlerini iyi öğrenmeliyiz, ağacın faydalarını da. Hem bilirsin; meyve ağaçları, çam ağacı, çınar ağacı ve kayın ağacı var. Çeşit çeşit ağaç var, anlayacağın. Ve ağacı anlatmaya, daha zaman var..

İçim durmuyor yine. Yüreğim başka salonlarda. Sınava gelmeyen bir öğrencinin sınav kitapçığına bakıyorum, öyle alelacele. Biliyorum; açmamalıyım… Ama merak…”Kızlarım Türkçe sorularını yapar mı acaba?” Kitapçığı bir çırpıda rastgele açıyorum. Bu kadar da olmaz ki; soruya bakın şimdi siz… Bu “ben”, beni hiç bırakmayacak. Mevlânâ’yla Şems de… Ohh, iyi ki kızlarım Mevlânâ’yı okudu…

“Ey başkasının yüzünde çirkin bir ben gören

Yazık ki o ben senin yüzünden yansır.” Mevlânâ

Soru: Mevlânâ’ya (Şaire) göre “çirkinlik” nedir? (ya da “nerededir” di?)

Sorunun altında “ben” sözcüğünün anlamı verilmiş:”yüz üzerindeki koyu leke”..

Önce itiraz ediyorum içimden (galiba, anne yönüm itiraz ediyor):

“Ama olmaz ki, bu soru 7. sınıflar için ağır.”

Sonra Türkçe öğretmeni olduğu kadar kızlarıyla Mevlânâ okuyan dost yürek araya giriyor:

“Güzel bir soru. Artık yürekli insanlar “çirkini-güzeli”, ” düzgünü-eğriyi”, “doğruyu- yanlışı” küçük yaşlardan öğrenmeye başlayacak.Güzel bir işaret bu.”

Yüreği keşfediyoruz artık.”

Hemen seçenekleri okuyorum; işte doğru seçenek:

“Çirkinlik, başkalarını çirkin görenin içindedir.”

Benimle atan iki küçük yürek de bu sorunun cevabını gördü; duyuyorum… Bir soru ve cevabı bana yetiyor; kapatıyorum sınav kitapçığını…

Şükür Ya Rabbim… Bu soruyu benim kızlarım çözdü. Daha on üç yaşındalar ama asıl çirkinin başkasını çirkin gören olduğunu biliyorlar. Bundan güzel bilgi olur mu? Diğer soruları yapamazsalar da olur bene. SBS’leri nasıl geçerse geçsin, bu sorudan tam puan gelecek ya kızlarıma… Bu bilgiyi, her “benim” diyen de bilemez; bunu bilirim ben. Her “okurum-yazarım-çizerim” diye geçinen, -yaşı ne olursa olsun- öyle kolay kolay çözemez “bu soruyu”… Çözselerdi; yürekleri görmeden “her şeyi konuşacaklarına” yüreği görünce “susmasını” bilirlerdi.

Bak öğretmen hanım! Sen şu anneden çok şey öğreneceksin. Şimdi, bu sınavında öğren bunları; sonra, “yazının yaz dediği yerde””yazarsın. “Gönül güzel yazarsa çirkinliğe ne hacet!”

Daha birkaç “soru”ya ve daha birkaç “söze” özümü vererek göz geçirdim. Yürekten duydum kızlarımı; onlar da güzellikle göz gezdiriyorlardı sorulara. Güzellikle cevaplıyorlardı. Yüreklerinden geçeni yüreklice cevaplıyorlardı. Ve ben daima onların yanındaydım, biliyorlardı.

Duvardan yazmam gereken bütün sözleri not defterime geçirdim. Bina sorumlusu kitapçıkları salonda alamayanların, sınav bitiminden sonraki bir saat içinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alabileceğini hatırlatmıştı bize. Sınav bitti; öğretmeni salonda bıraktım. Anneyi koşarak eve getirdim. Kitapçıkları almadım; nereden alınabileceğini bile söylemedim evdekilere. Eve gelince kızlarımı evde buldum. Baktım, her ikisinin de gözlerine, gülüyordu. Daha yolda kararımı vermiştim zaten.”Hiçbir soruyu yapamadım anne!” deseydi kızlarımdan biri ya da ikisi; kızmayacak, kendimi affedecektim. Üstelik “tek bir soruyu” cevapladıklarından adım gibi emindim. Güzeli görmek için girmiştim eve ve yalnızca güzeli gördüm. Sarıldım onlara… İleride, hangi okulda okuyacakları önemli değil benim için. Mevlanayı tanımaları, anlamaları; hayatı, kitabı okumaları ve “ben”i tanımaları, anlamaları yeter.

Bugün bir sınav vardı; geldi ve geçti. Cesaretle gülen yürekler, bugün de hayata karşı dimdik durdular .17 nolu salonun duvarındaki şu kıssayı hem unutulmaz bir denemeye, “yazıya” çevirmeliyim hem de evimin bir duvarı için büyük harflerle yazmalıyım.”Sana , “hat sanatı”nı öğren demiştim, Hoca Hanım!”

Bir şey için dik durmazsanız her şey için eğilirsiniz.”

Bugün; yüreğim büyük bir sınavdaydı, tüm anneler gibi… Yürekleri yürekten okuyanlara yazmak istedim yüreklice. Güzel okuyan güzel yazar; umarız.”S-or B-ene S-or” sınavı hep iyi geçer; güzel sorularına güzel cevap arayanların; duyarız… Her gün, hayatın en zor ama en güzel sınavını yaşarız…

Çalışmalıyız yüreğimizle beraber; güzellikleri görmeye, güzellikleri yazmaya, konuşmaya ve güzellikleri yaşatmaya…

İşte size son kıssa, sınav salonumdan, benim güzel güllerim:

“Tembellik, dünyada en büyük şeyin israfıdır: hayatın…”

Yegâh Elif Mirzâde

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..