Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '20

 
Kategori
Deneme
 

Kitabın İçinden...

Malum evimiz yarı deli, yarı sözde akıllılardan geçilmiyor (!) Yine bir gün analığıma ve babama kızıp akşam katılacağım radyo, teyp ve televizyon kursuna saatler varken yanıma mutfaktan biraz ekmek biraz zeytin, soğan, peynir, domates alıp; Sefaköy Beyazıt hattına çalışan Şişko Koçara’nın kırmızı Ford minibüse bindim. Sabahın köründe pofur pofur sigara içenlerden arabanın içinde göz gözü görmüyor, boğulan, aksıran, öksüren ne ararsan var. Koçara’nın şoförü camını açmış sigaralı eli dışarıda,  teybi de sonuna kadar açmış… Orhan baba sanki minibüsün içini görmüş gibi yırtınıyor “BATSIN BU DÜNYAAA, BİTSİN BU RÜYA”!  Dünya batmadan, benim dünyam değişime uğramadan Aksaray’a kadar zor dayandım. Buradan “Beyazıt’a yürürüm” dedim ve arabadan indim. O zamanlar Aksaray’da şimdiki gibi geniş yollar yok, Aksaray’ın ortası çimenlik bir bahçe. Hani “lütfen çimlere basmayınız” tarzı bir yer. Yeni cami ile Unkapanı köprüsüne giden köprü arasında büyük bir çimenlik vardı tabi o zamanlar şimdiki köprüler yok. Hava sıcak, sabah erken kalkmış, erkenden muhterem büyüklerimiz tarafından kızdırılmış barut misali; evden adeta can havliyle kaçmış ya da kaçırılmıştım(!) Aksaray meydanındaki bu çimenlikte sırtımı korkuluklara dayayıp otururken bir ara iyice kendimden geçmiş, mayışmıştım. Köprü altı çocukları gibi önce salyangoz misali küçük küçük kıvrılmıştım, sonra ağır ağır rahatladıkça bacaklarımı uzatıp ayıptır söylemesi malak gibi yayılmıştım. Ne güzel bir uyku çıkardım çimenlerin üstünde yarabbim. Allahtan dilenci çetesinin veya organ mafyasının eline düşmedim. O zamanlar Topkapı, Edirnekapı, Aksaray, Beyazıt tamda serserilerin, üçkâğıtçıların cirit attığı yerler. Öğleden sonra karnım acıktı yanımda getirdiğim erzakımı çıkardım yemeğimi yiyorum. Yanıma dilenci kılıklı bir kadın geldi. “Oğlum benimde karnım aç bana da ekmek verir misin” dedi. Ekmeğimi bölüp arasına zeytin, peynir koyup al abla dedim. Kadıncağız bana bir kamyon dua etti. Aradan birkaç dakika geçti bu sefer annem yaşlarında başka bir bayan geldi. Bana baktı baktı baktı. Lokmalar ağzıma takıldı gitmiyor. Acaba dedim bu da mı ekmek istiyor? Üzerinde uzun bir gri kırçıllı mantosu olan kadın bana baktı, baktı, baktı ve sonunda oğlum sen kimsin? Dilenci değilsin, seni burada hiç görmedim kimsin sen? Dedi. Ona kısaca Sefaköy’den geldiğimi ve Beyazıt’ta radyo, teyp ve televizyon akşam kursuna gittiğimi söyledim. Bana ‘”Kursuna daha çok var kalk buradan, burası tekin yer değil gel benimle?” Dedi. (Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete) bir elimde küçük erzak bohçam, diğer elimden tutan Gri kırçıllı mantolu kadın. Annem gibiydi, sıcacık hoş görülü, iyimser ve tatlı dilli. Kendi çocuğunun elinden tutar gibi sımsıkı tutmuştu elimi. Hem gidiyor hem buralarda çok dikkatli olmam ve kendimi korumam gerektiğini söylüyordu.  İşte o zaman bana değer veren biri dedim. İçim pırpır olmuştu. Ne kadar özlemişim anne elini. Sorsam “affedersiniz siz benim annem olur musunuz?” Acaba bana ne derdi? Elini elimden çeker miydi? “Hoşt o kadar da değil” der miydi? Neden güvendim sanki ben bu kadına? Neden elimden tutup beni götürmesine ses çıkaramamıştım? Çünkü bu kadın analık gibi değildi! Annem gibiydi, samimiydi, sıcakkanlıydı. Bana arada “oğlum” diyordu ve bu ses tonu ruhumu okşuyor gibiydi. Bilmiyorum neden ama güvendim işte ona… Önce kalabalık insanların arasından sonra uzun dar sokaklardan geçip beş altı katlı bir apartmanın önüne geldik. Apartmanın kapısını cebinden çıkardığı anahtarı ile açtı ve bana “Geç oğlum içeri” dedi.  Yanda duvardaki asansöre çağrı yaptı. Asansör anında geldi. Kapısı otomatik açıldı ve dört kişilik asansöre ikimiz bindik. O zamanlar asansörü olan apartmanlar çok lüks sayılırdı. Bütün gün bir aşağı bir yukarı çıksam diye düşündüm içimden. Dördüncü katta indik. Bir dairenin kapısını açtı. “Anneee” diye seslendi kısa dönem annem! İçeriden “geldin mi kızıııım” diye bir cevap geldi. Kısa dönem annem gri kırçıllı mantosunu çıkarıp elbise dolabına asarken “anne bak sana misafir getirdim” dedi.  Ve oturma odasına yani büyükçe bir salona girdik. Babaannem yaşlarında bir kadın gözleri ışıl ışıl elinde tespihi bana hoş geldin oğlum dedi. Bende hoş bulduk teyze deyip elini öptüm.  Kınalı elleriyle yanağımı okşadı “adın ne” dedi bana. Adım Talip dedim. Kısa dönem annem yanıma geldi elini omzuma attı ve “gel oğlum mutfağa gidelim” dedi. Mutfak masasına beni oturttu. Buzdolabını açtı ne varsa içinde masaya koymaya başladı. Boğazımda düğümlenmesin kolay geçsin diye içecek meyve suları ayran vardı. Benim erzak bohcam masadakileri görünce bir utandı bir mahcup oldu sorma gitsin. Küçüldü, küçüldü koca erzak bohçam, çıkıcık oldu sonra neredeyse cebime girecek kadar küçüldü (!) Ben yemek yerken kısa dönem annem bana uygun ne kadar kıyafet ayakkabı varsa bir bavul hazırlamıştı. Cebime harçlığımı verip her Cuma buraya gelmemi ve harçlığımı almamı öğütledi. Bu harçlığı bizzat annesinin bir adağı olduğunu alana da verene de Allahın sevap yazdığını söyledi. “Bizi bu sevaptan mahrum etmezsin değil mi?” dedi. Gri mantolu kadını ben bir meleğe benzetmiştim ama o bana Adalet Sarayında hâkim olduğunu söyledi. Piyango gibi; analığın ve babamın adaletsizliğinden kaçtım, hâkime hanımın adaleti ile tanıştım. Artık benim Hâkim’e annem oldu! Hem davasına hem sokaklara hâkim bir anne…  

Elimde kocaman bir bavul ile akşam kursuna katıldım. Kursiyer hocamız beni kocaman bavul ile görünce “ne o evden mi kaçtın?” dedi. Beni aldı bir gülecek.

Doğru söze ne denir hocam?  

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..