Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '17

 
Kategori
Güncel
 

Kitabını Yazanlar, Kitabı Yazılanlar

Kitabını Yazanlar, Kitabı Yazılanlar
 

Türkiye’de binlerce belki de milyonlarca kitap basılıyordur. Ama gerçekte eline kalem alan herkes pekâlâ bilecektir ki, bir sayfalık yazıda dahi yerine göre yılların yaşanmışlığı, onlarca belki de yüzlerce kitap bunlardan da önemlisi dokunuş, değerli dokunuşlar gerekir.

Blog yazarları belki de bu açıdan inanılmaz bir şey yapıyorlar. Herhangi çıkarları olmaksızın, düşüncelerini insanları kırmadan dökmeden yazmaya çalışıyorlar ve bilgilerini, gezdikleri gördüklerini paylaşıyor. Bunun karşılığında maddi bir beklentisi yok. Ulaşabildikleri kişilerle bir anı paylaşımını istiyorlar.  Elbette arkalarında bir grubun gücü olup da o grup adına yazanları bir yana ayırdığımızda birçok blog yazarlarının iyi niyetle görüp de uyarı mahiyetinde yazdıkları açıktır. Çok malın vergisi, zekâtı elbette var olduğu gibi bilginin de, kişilerin farkında olduğu konularda bilgilerinin zekâtı, olarak da kabul edilebilir. Bilmek ve farkında olmak sorumluluk gerektirir. Toplumuna karşı sorumluluk duyan insanların, bunlara “aydın” da deniyor; toplumlarına karşı uyarı görevini yerine getirmesi gerekir. Bu sorumluluk gereğidir.

Türklerin tarih boyunca en büyük zaafları yazmamak olmuştur; muhtemelen, başkalarının yazdıklarını okuyanların yanlış bilgilerle donanmaları pekâlâ mümkündür. Ne derler; “söz uçar, yazı kalır” diyen bir mükemmel bir özdeyişimiz olmasına rağmen, toplum olarak okuma alışkanlığımız yokken yeteri kadar fikir üretmediğimiz, zıt fikirlere saygı kültürümüz oluşmadığı, bariz televizyon programlarından, toplumun hemen her kademesinde yaşanan olaylardan kolaylıkla anlaşılırken, sıradan insanların kaliteli fikirler ortaya çıkarmasının pek bir önemi olmadığı gibi ne yazık ki, topluma ulaşmasında ciddi bir eksiklik olduğu açıktır. Bir nevi kendi çalıp, kendi oynayan bir konuma düşmek zorunda kalsa da; ben söylüyorum, günah benden gitti deme ihtiyacını düşünen ve topluma karşı sorumluluk duyan her insan sözlerini, içinden geçenleri yazıya dökme ihtiyacı hissediyor ki; ben de bunlardan biriyim.

Yazmak sorumluluk gerektirdiği gibi düşünmek de gerektirir. Yukarıda da dile getirmeye çalıştığım gibi esasen yazmak öyle sanıldığı gibi kolay bir şey değil. Misal ben mevcut disiplinler yapılardan hiçbirine kendimi ait hissetmediğim gibi, hiçbir siyasi yapıya, hatta futbol takımına yakın ait hissetmiyorum. Dini açılardan da dinin öldürme aracı olarak yüzyıllardır dinin bir nevi ticari bir kurum gibi işletildiğini düşündüren açık delillerden dolayı dini akımların tamamına saygılı olmakla birlikte, hedef cennetse; bunun sadece Allah’ın takdiri olduğunu, Allah’tan başka kimsenin buna gücünün yetmeyeceğini de herkes gibi ben de biliyorum ve buna inanıyorum.

Yazmak sonsuza kadar sürdürebileceğimiz bir eylem olmamakla birlikte, bir kum saatinin ters çevrilmiş halini andıran bir ömür yaşadığımızın bilincinde ve bu hayatın sonsuz olmayacağını biliyorum. Bir Romen, Çin, Alman, Rus, İngiliz vatandaşı gibi benim de onlarla eşit ancak elimde olmayan nedenlerle özel olarak ne onların söz konusu ülkelerde doğmalarının üstünlükleri gereği olduğunu, ne de Afrika’da doğan birinin sırf doğduğu yerden dolayı yaşadığı ve kendisine dayatılan hayatın onun kaderi olduğuna inanıyorum.

Şimdi; böyle bir yazı ortalama kırk iki yıl, on ay gibi bir sürede yazıldı desem abartmış olur muyum?

Yazmak zor bir şey. Bunu elbette genellikle blog yazarları okuyacağı için daha iyi anlayacak, hislerim onların nazarında anlamını bulacaktır. Nasrettin Hoca’nın ders dolu fıkralarında olduğu gibi; “eşekten düşenin halinden, eşekten düşen anlar.”

Özellikle farkında olduğum bir durumu eleştirmek olarak değil de; onlarca kitap yazdığı lanse edilen, özneden çok önlerine ve arkalarına birçok sıfat getirilen kişilere ait birçok kitap ve eserlere tanık oluyor, kimi zaman okuyor, kimi zaman da sırf sıfatlarından ve güzel paketlerinden dolayı dinleme, eserlerini almakla “acaba ne diyor” diye baktığım kimselerin genellikle havası şişirilmiş balonlar olduğunu görüyor ve bu eserleri bu kişilerin hangi arada, hangi derede yazdıklarını görerek şaşırıyorum. İnsanların ancak gece gündüz hiç uyumadan, okumadan ulaşabileceği sayıda eserler yazmış önemli âlimler olduğu görülüyor. Ölmüşler hakkında bir şey söylemek mümkün değil, yaşayan ve zamanla televizyon ekranlarında karşımıza ünlü, fikir adamı olarak sunulanların önemli bir kısmının aslında tesadüfen orada olmadıklarını, bunun da tüm dünya için geçerli bir kural olduğunu düşünüyor ve bunun bir “Hansel ve Gratel” masalında bir nevi şifrelerinin verildiğini görebiliyor olabiliriz. Bu açıdan özellikle televizyonlara yorumcu olarak, katılan hatta topluma rol model olarak sunulan ünlülerin yaşantılarını, yaşantılarına ait ikiyüzlülükleri, aldıkları isimleri, toplumda alenen suç örgütü olmasa da yaptıkları işlerle göze sokulan ve gayri ahlaki, örf adetleri zedeleyebilecek davranışları sıradan insanlar yapmış olsalardı, şüphesiz önce anne ve babası evlatlıktan men eder, sonra mahallede tanıyan, tanımayan yüzüne tükürürdü.

 Ünlü olanların, ünlü olmalarına neden halk olduğu doğrudur, halka sağlıklı seçim yapmasının alt yapısı olmadığından dönüp tekrar başa sarmasının bir kader olarak topluma sunulmaması gerektiğini düşünen biri olarak, galiba tıpkı ünlü olanlar gibi öne çıkmayı başarabilenlerin aralarında önemli farkların olduğunu, şansın sıradan insana bir “piyango biletine büyük ikramiye” çıkması oranında zor olabileceğini anlayabiliyorum…

O halde birçok konuda olduğu gibi; kitaplar da, "kitabı eline verilenler", "kitabı elinde olanlar"  ve "kitabı beyninde olup da kâğıda dökülenler"  arasında ciddi farklar olabileceğini, ilk iki sıradakilerin aslında bir anlamda ticaret kapsamında uzak ve yakın hedefleri olan, pazarlamanın hedefleri olarak ister yardım altında, ister ünlü adı altında ya da adını koyamadığım tekniklerle sunulsa da bunun adı fikir adı altında yakın veya uzak zaman diliminde ticari kar sağlamayı hedefleyen, hedef grubun elindekileri gönüllü olarak vermelerine ikna olmalarını sağlamaya yarayan planlı organizasyonlar olduğu konusunda şüphelerim var. Filmlerde oyuncu olanlar, oyuncu olduklarını oyunun gerçek olmadığını bilirler, kitaplarsa bu konuda film veya tiyatro oyuncularının fersah, fersah önünde çok daha uzmanlıkla ve sessizce hedefine kilitlenmiş, dümende olanın çoğu zaman ne olduğundan haberi dahi olmadığı yapıtlar, şaheserlerdir. Bir şeyin ne kadar kötü ve vahşice olmasının bir önemi yoktur, bu fikrin doğru pazarlanması, doğru kaynaktan çıkması önemlidir.

Her futbolsever,  Cristiano Ronaldo’yu sevmekle birlikte bilir ve kabul eder ki; Ronaldo'nun Türk Hava Yolları reklamlarında oynamasının yegâne nedeni para, çok paradır. Maliyet bilet alan çoğunluklarca karşılanır. Farkında olarak veya olmayarak, cebinde yüz doları olanlar, bu kadar miktarı dahi gönüllü olarak daha büyük ve daha güçlü olana verirler. Vemeleri gerekir. Küçükler büyükler içindir.  Bu bir fizik kuralıdır. Okyanus, denizlere, denizler, nehirlere bağlıdır. Ticarete has olan oyunların daha profesyonel yapılar özel bir proje ve güzel bir paketle her zaman sıradan olmakla birlikte alıcı bulmuştur...

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..