Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Kitap Anlayışlarımıza Dair Bir Tartışma

Kitap Anlayışlarımıza Dair Bir Tartışma
 

Kitap okumak dünyanın en faydalı işi, bu yadsınamaz bir gerçek. Her yaştan insanın zevkini aldığında bırakamayacağı güzel bir eylem. Günlük hayatımızı renklendirmenin en güzel yolu, hele ki bu kış aylarında.  Kitaplara ulaşmak eskisinden çok daha kolay. Kitapçılar, fuarlar, sokak sergileri ve kütüphaneler eskisinden yenisine kadar birçok kitapla dolu. Ulaşmak istediğimiz sürece istediğimiz her kitaba rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Zaten her gün yüzlerce yeni kitap sürülüyor piyasaya. Ayrıca dijital ortamda yayınlanan eserler de var. Kitap ile dostluk kurmanın tarihteki en kolay çağındayız belki de.

Kitaplar, insanın karakterini besleyen, geliştiren, güçlendiren yegane varlıklar. Tıpkı sağlıklı gıdalara benziyorlar, içlerinde vitaminler yok gerçi ama türlü faziletler barındırıyorlar. İyi bir kitaptan edinilen özellikler para ile satın alınamayacak kadar değerlidir.

Kitap, bizleri dünyamızdan alıyor, uçan halıya binmişçesine kaçırıyor uzak ülkelere. Dağları, denizleri aşırtıyor, türlü kahramanların yanına taşıyor. Bazen bir masalın kahramanı oluyoruz, bazen de gizli olayları çözmeye çalışan dedektif. Kitabın dünyası bizimkinden daha zengin, bunu kabul edelim.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2016’da yalnızca ülkemizde 666.865.579 kitap basılmış ve 404.129.293 adedi için bandrol satın alınmış. Aradaki farkın teknik anlamını bilmiyorum. Şimdi sayılara bakılacak olursa bir kitap denizinde gibiyiz. Hatta aynı istatistiğe göre kişi başına düşen kitap sayısı 8 civarında. Peki, basılıp bir araya getirilmiş her kâğıt tomarı kitap mıdır? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım birlikte. Öncelikle iyi kitabın niteliklerini bir bir ortaya koyalım istiyorum. İyi kitap; kapağı ilgi çeken, renkli, resimli, kokulu(!) kâğıt tomarı değildir. Bunlar ticari konulardır, kitabın satışını arttırmak için yapılan işlerdendir. İyi kitap tanımını yapmak çok kolay değildir aslında. Ancak niteliksiz bir kitabı anlayabiliriz, anlamalıyız da. Kitabı sevdiysen bir nevi iyi kitaptır diyebilirsin, kimse de sana bir şey diyemez. O vakit kitabın iyiliğini değil niteliğini tartışalım. Zaten iyi bir okuyucunun iyi-kötü algısını değiştirmeye çalışmak küstahlık olur.

Kitabın niteliğini yükselten en önemli özellik, satılsın diye yazılmamasıdır bence. Çünkü satış kaygısı arttıkça edebi değer düşecektir. Edebi değeri yüksek bir kitap, okuyucular arasında zaten yayılacaktır. Kitaplar satılsın diye değil; okunsun diye, tarihe bir iz bıraksın diye yazılmalıdır. Bu noktada geçenlerde okuduğum bir kitaptan -Sunay Akın’ın Ay Hırsızı kitabından- küçük bir paylaşım yapmak istiyorum. Hepimizin bildiği bir yazar olan Jules Verne küçük bir çocukken evden kaçmayı planlar, amacı La Coliere isimli bir gemiye binip mercan avına katılmaktır. Nitekim gemiyle yolculuğa çıkmayı başarır da. Ancak babasının bir başka limanda kendisini yakalamasıyla küçük Jules için macera erken son bulur. Eve döndüklerinde annesi ona kendisini yazarlığa götürecek olan şu cümleyi kurar: “Artık gitmek istediğin yerlere hayallerinle git!” Hayallerinin niteliği öylesine yüksekmiş ki hepimiz yıllardır onun hayallerindeki yerlere yine onun cümlelerinden uzandık. Burada şunu da vurgulamak lazım yazarın hayal dünyası kelimeleri derleyip cümle kurmaktan öteye gitmelidir. Kitaplar bir araya getirilmiş cümleler bütünü değildir. Acaba Jules Verne kitaplarını satılsın diye mi yazdı yoksa annesinin ona verdiği cezadan bir kaçış yolu mu üretti…

Günümüzdeki kitap anlayışı ile ilgili iki eleştiride bulunmak istiyorum. İlki çeviri kitaplarla ilgili. Bir ülkede çok satılan bir kitap ülkemizde duyulduğu an bir kamuoyu oluşuyor. Özellikle genç nesil başkasında gördüğü bir kitabı kâh okumak kâh okuyor görünmek için edinmek istiyor. Başka ülkede piyasaya çıkan bir kitap hemen ertesi gün bizdeki kitap tezgâhlarına geliyor. Çeviri kitaplarda dikkat edilmesi gereken husus, çevirmenin dil yeterliğinin yüksek olması değil, edebi anlayışa sahip olmasıdır. Yani iyi İngilizce bilen her insan kitap çeviremez. Bu açıdan bakarsak kitapların piyasaya sunulmasında etkili bir unsur olan satış başarısını yakalama gayreti, kitabın çevirisini oldubittiye getiriyor. Bu tarz kitapları ben demini almamış çaya benzetiyorum. Bardak bardak içsen de hiçbir keyif almıyorsun. Çünkü cümleler tercüme edilmiş ama yeterince vakit ayrılmadığı için mana ve edebi değer uçup gitmiş. 1937’de ilk defa basılan Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar eseri defalarca kontrolden geçmiştir ve artık tercüme hatası kalmamıştır. Tabi kitabı okumak için bu kadar bekleyecek değiliz. Ancak burada çevirinin düzgün yapılabilmesi için hemen satışa hazırlanmak yerine ilgiyle tercüme edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem kitabı okuyacak kişilerde eserden zevk alma duygusunu hem de sağlıklı cümle yapıları algısını ve kelime bilgisini geliştirecektir. Ayrıca kitabı yazan kişinin emeğine saygı olarak da aceleye getirilmeyecek bir iştir bu.

İkinci eleştirim yine genç neslin kitap algısıyla ilgili. Yalnız bu konuda tartıştığımız diğer edebiyatçılarla ortak noktada buluşmakta zorlanıyoruz. Ben, kitapları yazanların belli bir hayat tecrübesine sahip olması gerektiğini ve öncelikle iyi birer okuyucu olması gerektiğini düşünüyorum. Gerçi anlaşamadığımız konu bu değil. Sosyal medya diye bir kavram var günümüzde. Son yıllarda bu mecrada kitap yayınlayan genç insanlar var. Kitapları büyük başarılar elde ediyor, gösterişli imza günleri düzenleniyor. Haber bültenleri onlardan bahsediyor. Gençler, özellikle küçükler sıraya girip saatlerce bekliyorlar sevdikleri yazarı görebilmek için. Yazarlar, pop şarkıcısı muamelesi görüyor bir nevi. Benim eleştirim, bu gençlerin yazdığı kitapların ancak bir çalışma defteri olabileceği yönünde. Tamam, kabul ediyorum, okuyanlar çok seviyor. Çünkü bu bir çeşit ergen edebiyatı ve çocuklar kendilerini görüyorlar o kitaplarda. Kahramanlar onlara benziyor, olaylar onların yaşadıklarıyla aynı. Gençlik isyanları, kendilerince büyük bunalımları o kitaplarda var, kitaba baktıklarında kendilerini görüyorlar. Bu kitapların yazarlarını da çok seviyorlar. Ancak bu kitaplar onlara bir şey aşılamıyor. Çünkü kitabı yazan kişi aslında kendi evini, okulunu, mahallesini anlatıyor, fotoğraf çekiyor. Bunu da daha yirmili yaşlara erişmemiş kelimelerini arka arkaya dizerek kurduğu cümlelerle yapıyor. Kitap okumayı sevdiriyor mu? İtiraf edeyim, sevdiriyor. Ama genç yaşta edinilmesi gereken edebi nitelik köreliyor. Çünkü sürekli aynı kelimeler kullanılarak kurulmuş cümlelerin toplamından öteye gitmiyor bu kitaplar. Aralarında iyi yazarlar çıkacak elbette. Lakin bunun bir pişme süreci olacak. Bir kısım edebiyatçı kitabı sevdirmesi açısından bu son dönem merakını olumlu buluyor. Ben buna katılmıyorum. Genç beyinler ergenlik dönemi sanrılarıyla değil erdemlerle yoğrulmalıdır. Bunun için illa ağır romanlar yazmaya gerek yok, bir macera romanının içinde de insan hem eğlenebilir hem de edebi dünyasını geliştirebilir. Burada yazarlara büyük rol düşüyor. Genç neslin okumaktan hoşlanacağı kitaplara eğilmelidir usta yazarlar. Bu çocuklar okumaya aç çünkü.

Bir masaya kâseler dolusu cips, çikolata, renk renk şekerler, tatlılar, boyalı-asitli içecekler koyalım. Karşısındaki masaya da çocukların hiç sevmediği ıspanak, pırasa, peynir, yumurta gibi gıdalar koyalım. Sonra bu odaya bir grup çocuğu getirip odadan ayrılalım. Sizce çocuklar hangi masaya yöneleceklerdir? Hepsi olmasa da büyük çoğunluğu çikolata, cips vs. dolu olan masaya yönelecektir. Çünkü çocukluk yaşları nitelikten çok görüntünün önemli olduğu yaşlardır. Bu nedenle sağlıklı gıdaya değil kendilerine keyif verene uzanacaktır elleri. İşte kitaplar da böyledir. Bir kısmı aynı cipsler gibi keyiflidir ancak gıdası yoktur. İşte bu yüzden kitap dostlarına çok iş düşüyor. Kitap tavsiyelerimizi nitelikli kitaplardan yana yaparsak bu ülkenin geleceğine imzamızı atmış oluruz. Nitelikli kitaplarla tanışmanız dileğiyle…

 

 
Toplam blog
: 2
: 182
Kayıt tarihi
: 02.02.18
 
 

Yazmak güzel şey... ..