Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Kitap yayımlatmanın en kısa yolu !

Kitap yayımlatmanın en kısa yolu !
 

Evet.

Sabahleyinleri kalkar kalkmaz, ki 05.45 sularıdır kendileri, biricik ve artık danacık olan aslında, ( 15 yaşında) oğlumu okuluna yolcu ettikten sonra ( karşı yakada bir okulda okumakta olduğu için mahallenin imamı ile aynı saatte uyanıyor) internet ortamına girip, elime de kahve çanağımı alıp haber, köşe yazarı falan okumaya başlarım.

Tabi bu gereksiz bilgilerden aslında size ne.

Sizi ilgilendireceğini umduğum şudur ki, böyle bir sabahta, birden elim Ayşe Arman' a çarptı ki, hiç de haz etmem kendinden, ama yaptığı bir röportaja kilitli kaldım.

Dı ankırmen, dı curnalist, fikir adamı , Reha Muhtar beylerin, zarif ve çok çocuk annesi, Tamer Karadağlı mağduru yeni sevgilisi Deniz Uğur hanımla yapılan bir röportaj bu.

Röportajın maksad-ı sebebi, Deniz Uğur Hanım' ın bir adet roman yazmış olması. Adının da "Gazateci "olması. Bu romanda koskoca iki yıldır (!!!!) aşk yaşadığı, ikizlerinin babası Reha Bey ile olan tutkulu aşkının giriş, gelişme ve sonuçlarının aktarılıyor olması.

Ayşe Arman her zamanki tavrıyla bir takım sorular şeyettiriyor, Edebiyatçı (!) hanım da cevaplıyor falan. Klasik röportaj yani.

Tabi evel gevellerle devam eden konuşmalar, her zamanki Ayşe Arman klasiği gibi sonunda aşk, seks, ihtiras muhabbetlerine gelip çatıyor. En son bölümde de bu röportajın yapılış maksadına hizmet amacıyla" bu kitabı okuyun" tavsiyesi ile yani, bizleri yeni bir yazar ve şahane bir edebi (!!) eserle buluşturma sevinci yaşanıyor.

Bu yazı dizisini okuyup bitirdikten sonra, ellerim yavaş yavaş klavyenin tuşlarından kayıp yorgun bedenimin iki yanına düşüyor. Bir süre karşımdaki ekranda, donakalmış resme kilitleniyor gözlerim. Yüzünde, taze baharların pembe pembe açtığı dalların coşkusunda bir gülümsemeyle bana bakıyor bu kadın, Deniz.. Sanki resimden her an, ıssız ve rutubetli, kasvetli odamın içine düşüverecekmiş gibi. O aşık, o taşkın bir nehir gibi içi içine sığmayan bedeni, elinde yüce bir gururla tuttuğu yeni kitabı ile....Bu karanlık dehlizime bir hamlede atlayacak ve şaşkın ve bir o kadar da sorgular başımı, adeta bir anne şefkati ile ellerine alıp, kendi dimdik ve sağlıklı omuzlarına yaslayacak sanki... Neden sonra büyükannemden yadigar, cilası dökülmüş, ahşap sandalyemden doğrulup ağır ağır kalkıyorum. Elim, günlerden beri mücadele ettiğim sigara paketine gidiyor, istemeden. O eski dostum bir çırpıda ciğerlerime hücum ediyor yeniden, ;ondan aldığım ilk nefesin dumanını üflerken, usul usul yine günlerdir sıkı sıya kapadığım perdelerimi aralıyorum. Karşımda, denize açılan penceremde, birazdan poyraza dönecek olan havanın tel tel bulutları..... daha da, daha da öteye gidiyorum, ufukta kendine bir sığınak arayan yelkenlinin beyhude çabalarını görüyorum. Kendimi görüyorum adeta minik yelkenlinin bu telaşında...

Tabi ki de değil, yazıyı okur okumaz içimi bir sinir kaplıyor. Hemen bir cigara tellendirip kafamı ekrandan kaldırıp karşımdaki pencereden, sokağın karşısındaki bildiğin 5 katlı eski apartmana bakıyorum dalgın dalgın. Çünkü makinamın durduğu masamın önündeki manzara bu. Ve bakarken de acaba fasulyenin altını kıstım mı diye düşünüyorum. Kıstım herhalde deyip, yazıma devam ediyorum, şöyle ki:

Efendim Deniz Hanımlar bu romanı vücuda getirikene geceleri çalışmayı seçmiş, çünkü eşine 50.yaş günü hediyesi için sörprayz yapmayı düşlüyormuş o nedenle yazarken eşi görsün istememiş. 6-7 ayda bitirmiş romanı. Bu arada aşk, kendi telaffuzu üzerine 2 yıllık bir aşk...

E romanı 7 ayda yazmış, topla çıkar geriye 17 ay kalıyor, yani bildiğin bir buçuk sene. Hadi bu 17 ayın 3 ayını da "ben bu aşkın ille de, ille de romanını yazacağım" heyecanı, işte kurgusu, konusu, kahramanları falan diye tasarım süreci geçir, kalır sana 1 ( bir) sene. Yani Deniz Hanım 12 aylık bir aşktan 12 ciltlik bir eser yaratmış. Kendilerini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Evet, neyse sonra kitabı geceleri yazmış çünkü eşine sörprayz durumları ya, ( burada tabi bir soru işareti var, 7 ay boyunca geceleri insan karısına ne yapıyorsun sen bu saatte falan diye sormaz mı?- sormaz sormaz , allah allah)
Çok şık bir yemekte, ki bu doğumgünü yemeği olmakta, kendisine hediye etmiş, bilgisayar çıktılarını. Reha bey son derece cool (!) bir "sevinçten göz yaşarması"nın ardından, "basım işleri ile ben ilgilenmem" demiş kendisine.
Tabi biz de bu cevabı yiyiyoruz. Yani mide ameliyatı olacaksın mesela, kocan da doktor. Kocan sana diyor ki "git kendini dövdürtmeden. Bir doktor bul ve ol"
Sonracığımına Deniz Hanım elinde bilgisayar çıktıları ile bir yazar ajanı bulmuş. Çok beğenmişler eseri. Şimdi de basılmış roman!!!!

Genelde biz sıradan insanlar için de prosedür böyle işler. Bir kitap yazarız, sonra bir yayınevine gideriz, hem de en babasına. Bir çırpıda en fazla iki gün içinde romanımızı okurlar. Hep de çok beğenirler. Haftaya kalmaz da basarlar. İkinci hafta da " en çok satılanlar" listesinde oluruz.. Bu zaten böyledir yani. Eşinin Reha Muhtar ya da Fatih Altaylı olmasından bir farkı yoktur, mesela mahalle terzisi Saim Bey, ya da banka memuru Ercan olmasının.

Milliyet Blog yazarlarının içinde kitap yazanlar, yazmaya teşebbüs edenler, çabalayanlar, hayalini kuranlar oldukça fazla bildiğim kadarıyla...

Ama öyle ya da böyle, buradaki blog yazarlarının hayatları boyunca beyaz kağıtlara ya da mavi ekranlara bir şeyler karalamak gibi bir geçmişleri de var. En azından şu ortama, kendi sayfalarında, iki kelam bir şeyler yazıyorlar.

Ben de kitap yazmanın iki senedir hayalini kuran - ki, ilkokul 5.sınıftan beri iyi kötü bir şeyler yazarım hep, okulda üslubumla, kompozisyon yarışmalarındaki başarılarımla, edebiyat hocalarının dikkatini çekmişliğim, reklam ajanslarında metin yazarlığı yapmışlığım vs mevcut- ve yaklaşık 4 ay önce başladığım psikolojik roman tadında bir şeyler var.

Bu ön bilgilerin ışığında anlatmak istediğim ve bu röportaj sonrası okuduklarımın bana inandırıcı gelmemesinin sebeplerini sizlere aktaracağım şincik:
Öncelikle " roman" edebiyat türleri içinde en zor olanı kanımca. Şiir' i koymuyorum bu klasmana , çünkü Şairlik ayrı bir mertebe ve her insan evladı oralara çıkamaz . Naçizane fikrim.

Roman yazmak için öncelikle son derece özgün bir üsluba sahip olmanız gerek. Yani roman yazma becerisi, nakış dergilerinde tarifi verilen bir kazağı iki şiş ve 4 tane yünden örüp de , "bakın ben ne yarattım" gibi bir şey değil.

En önemlisi roman yazma süreci çok ağır ve sancılı geçen bir süreç. Kurgunuzla, kahramanlarınızla gündüz gece yaşıyorsunuz yazarken. Hayattan, yemeden, içmeden yeri geliyor kopabiliyorsunuz. Arkadaşlarınızın telefonlarına cevap veremeyebiliyorsunuz. Bazen gece, bazen de sabahın 6 sında ilhamınız geliveriyor.

Ve en önemlisi de yazdıklarınızı kendinizden başka mutlaka ve mutlaka birine daha okutma ihtiyacı hissediyorsunuz.

Bu bir arkadaşınız olabilir, eski bir öğretmeniniz, ya da sevgiliniz, kocanız....
Ben şu dönem , yazarken yani, böyle bir süreç yaşıyorum. Aynen anlattığım gibi. Yazdıklarımı gün be gün ya da haftada bir eşime okutuyorum en azından. Objektif ne kadar bakabilir tabi ki yazdıklarıma, ama mesela, kurgumdaki hataları, dil bilgisi yanlışlarımı vs yi başka bir gözün görmesi ve beni ikaz etmesi son derece faydalı.

Sonra motivasyona ihtiyaç duyuyorsunuz. Bazen iki ay eliniz gitmiyor, ki buna yazar kilitlenmesi deniliyor. Bazen yazmaktan vazgeçiyorsunuz ama ertesi sabah uyandığınızda iki üç sayfayı bir çırpıda çıkarabiliyorsunuz.

Bunlar benim gibi, İLK ROMAN ını yazmaya teşebbüs eden birinin başına geliyordur belki de, edebiyat dünyasına malolmuş yazarların çalışma, yaratma süreçlerini bilemeyeceğim. Çok kitap okumaya başladım sonra, romanı yazmaya başladığımdan beri...Roman yazma kararı aldığınızı sonra, çığlık çığlık herkese söylemek istiyorsunuz. ki -evliyseniz- bu önce eşiniz oluyor. Çünkü sizi bu süreçte mutlaka birinin desteklemesine ihtiyacınız var. Yeri geliyor eşiniz- arkanızdaysa eğer sonuna kadar- sen otur yazmana devam et, yemeği ben hazırlarım diyor misal.

Bu yaşadıklarım gözümün önüne gelince, ilk romanını yazan birinin öyle laylaylom geceleri, eşime süpriz yapacağım diye, hele ki 6-7 ayda falan , aynı zamanda da sosyal hayatına aynı hızda devam ederken, yazdıklarını bilgisayar çıktısında toplayıp bir sabah, langadanak bir ajana götürüp de pek bir beğenilen bir yeni yazarın " a star is born" röportajını okuyunca kendimi bir garip hissettim.

Yani şimdi bir Perihan Mağden, bir Elif Şafak, bir Buket Uzuner, bir Aslı Erdoğanla aynı rafları paylaşacak olan - rekabet edecek demiyorum- yeni yetme bir yazarın, hele ki ilk romanını yazma sürecini röportajlarken verdiği demeçlerde; işte geceleri yazdım, süpriz yaptım, ona olan aşkımı yazdım, aynı zamnda da haftada üç beş kokteyle katılıyordum, e ikiz bebeklerle de ilgileniyordum falan gevşekliğindeki konuşmaları hiç de inandırıcı gelmedi.
İnandırıcılığı bırak, sanki roman yazmanın ne kadar da çocuk oyuncağı olduğunu anlatmaya çalıştığı hissi uyandırıyor bende.

Yukarıda saydığım kadın yazarların, yeni bir romana başladıklarında bir iki sene ortadan kaybolduklarını, per perişan evlerinde daktilo ya da bilgisayar başında cebelleştiklerini hayal ediyorum. Çünkü öyle olması lazım. Yani bu işin mantığı bu.

Ama tabi bir Hande Altaylı, ya da bir Deniz Uğur medya dünyasının önde gelen isimleri ile tanışana kadar keşfedilememiş çok değerli ve de muhterem edebiyatçılar olabilir. Bilemem. Haklarını yemeyeyim şimdi sabah sabah.

Soru işaretlerim çok.

Bir de konumuzdan tamamen farklı ( !!!) merak ettiğim bir şey var. Mesela karı koca avukatlar diyelim, acaba eşler birbirlerine, bir savunma hazırlarken mesela, daha tecrübeli taraf yardımcı oluyor mudur? Ya da sanki eşinin ağzındanmış gibi oturup yazıyorlar mıdır? Hani merakıma verin bu soruyu. Bi de şey verin bana ordan, 200gr çizik zeytinle, şu sağ taraftaki eski kaşarı, yok onu değil, onun yanındaki , hah işte o .

 
Toplam blog
: 30
: 2105
Kayıt tarihi
: 10.01.07
 
 

1967 doğumlu. İ.Ü Psikoloji lisans, İ.Ü Davranış Bilimleri Yüksek Lisans eğitimi aldı. Halkla ilişki..