Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '11

 
Kategori
Kitap
 

Kitaplar havaya

Kitaplar havaya
 

Hobilerim; kitap okumak, müzik dinlemek...


Normal şartlar altında güneş doğudan doğar.

Aynı normal şartlar altında hiç kimse ciğerciye gidip, “Lüfer var mı Usta?” diye sormaz. Ayakkabıcıda şapka, ya da manifaturacıda avize aramaz.

Ne çare ki bizler, “normal şartlar”ın yeniden tanımlandığı zamanlarda yaşıyoruz. Kahvemize süt ve şekeri ayrı ayrı koyacak vaktimiz olmadığından, “beşibiryerde” hazır kahveye kaynar su katmayı tercih ediyoruz.

Et için kasaba, peynir için mandıraya, kekik için baharatçıya gittiğimiz günler, tarihöncesinde kaldı. Artık ciğeri de, balığı da süpermarketten alıyor, alışveriş merkezindeki ayakkabıcının yanında bir şapkacı olduğunu biliyoruz.

Aynı mantıkla kitapçıda CD, DVD, bilgisayar oyunu, elektronik malzeme, kırtasiye ve hatta hediyelik eşya görmeye de çabuk alıştık. Zamanı, uzmanlığa tercih etmeye başladığımızı fark edip, bizleri “Kültürel Tüketim Ürünleri Süpermarketi” kavramıyla tanıştıran cin fikirli pazarlamacılara teşekkür borçluyuz. Sayelerinde kitaba ayrı, müziğe ayrı zaman harcamıyor, alışverişten tasarruf ettiğimiz saatleri televizyon karşısında geçirebiliyoruz.

Buraya kadar bir sorun yok.

Hayatı turboda yaşıyorsam, “Kitapçıda DVD’nin ne işi var?” diye sormam. Hatta dükkânın önüne iki kasa da domates atmadıklarına üzülürüm.

Dostlarım... Kitap kurtları...

Fikirle ilgili bir sorun yok. Sorun, o fikri uygulama biçimimizde.

“Dup... Dup... Dup... Çıstaka çıstak... Alehandıro... Alehandıro...”
“Merhaba...”
“...”
“Dupdıdı hıptıs... Şeyk yo mani meyka...”
“Merhaba... Bakar mısınız?”
“...”
(Görevlinin omuzuna dokunarak) “Pardon...”
“Buyurun?”
“Astronominin Gelmişi ve Geçmişi adlı kitabı arıyorum, rafta bulamadım...”
“Hoppidi bumçık... Ambırela... Ela... Ela...Hey hey...”
“Kişisel Gelişim bölümüne bakın...”
“Pardon?”
“Bumbum çak... Bumbum çak... Vii vıl, vii vıl rak yu...”
“Astroloji kitapları Kişisel Gelişim rafında dedim...”
“Çıkkıdı çıkkı... Salla, salla... Oooooh yandan...”
“Astr... Tamam kalsın, teşekkürler...”
“...”
“Dımdıdı dımdı dımdı dı... Yürrü, anca gidersin... Hop...”

Dostlarım... Ayraç sevenler...

Fark ettiğiniz üzere bu yazının konusu “Nerede o eski kitapçılar” değil. Zira kitapla ilgileri üç-beş “çoksatar” ismi ezberlemek, kitapçıdaki görevleri de bilgisayarda yazar ve kitap adı sorgulamaktan ibaret olan “Satış Elemanları”ndan şikâyet etme hakkımızı, uzmanlıktan vazgeçtiğimiz anda kaybettik. Ne ka ekmek, o ka köfte.

Ve fakat tabelâsında hâlâ “kitapçı/kitabevi” yazan bir dükkândan, başım dönerek, gözlerim karararak ve işitme kaybına uğrayarak çıkıyorsam, gürültüden o anda neden orada olduğumu unutup, asıl almak istediğimin yerine “Zen Bahçecilik”, “Diferansiyel Denklemler” ve “Küçük Kadınlar” başlıklı üç adet alâkasız kitap, iki adet Madonna CD’si ve bir adet Mr. Bean DVD’si alıyorsam, bu işte bir terslik var demektir. Akabinde geri dönüp, o dükkânı kundaklama isteğiyle dolup taşıyorsam eğer, bilin ki suç bende değil.

Dostlarım... Lüks ciltli, kuşe kâğıtlılar...

Gezegenimiz üzerinde, diskolarında kitap satılan böylesine fantastik başka bir diyar olduğunu sanmıyorum. Naçizane gezip gördüğüm hiçbir ülkede, bırakın bizdeki gibi bangır bangır bağırtmayı, kitapçılarda “hafif müzik” çalındığına bile tanık olmadım.

“Kitap satan kitapçı”lara kıyasla henüz sayıları az olsa da, bu kültürel tüketim ticarethanelerinden yurt dışında da var. Belki inanmayacaksınız ama eloğlu bunların müzik ve kitap bölümlerini mutlaka birbirinden ayırıyor. Satın almayı düşündüğünüz kitabı, kapağındaki renk ve desenlere bakarak seçmenizi beklemediklerinden, kitap bölümlerinde rahat bir oturma alanı, o alanda da sessizce kitap karıştıran insanlar oluyor. CD, plak falan almak isteyenler ise, müzik bölümünde kendilerine sunulan kulaklıkları takıp, kimseyi rahatsız etmeden ve kendileri de rahatsız olmadan sallanıp yuvarlanıyorlar.

Dostlarım... Kitap kokulular...

Normal şartlar altında olması gereken bu değil mi? Herkes Mersin’e giderken, ısrarla tersine koşmanın bir anlamı var mı? Pek de özgün olmayan bir fikri “kendimize uyarlarken”, illâ ağzını yüzünü kırıp, tanınmaz hale mi getirmek gerek?

Bu durumdan rahatsız olmayan, “Ne var bunda canım, bazen çok güzel şarkılar da çalıyorlar, ne güzel şıkıdım şıkıdım alışveriş yapıyoruz. Hem öyle abartılacak kadar da yüksek sesle çalmıyorlar müziği...” diyenler var mı aramızda? Bu hoşgörü kelebeklerine “Kime göre güzel şarkı, neye göre yüksek ses? Ben Heavy Metal seviyorsam, yine “Ay, kısık sesle dinlesin” diyebilecek misiniz?” diye sorsam, kızarlar mı acaba?

Dostlarım... “Uzatma artık” diyenler...

Bendenizi kitaptan da, müzikten de, yaşamdan da soğutan bu uygulama bitene kadar, kitap alışverişimi internetten ve bulursam "sade" kitapçılardan yapmaya karar verdim. Şu ya da bu nedenle bu iki alternatif kaynağa ulaşma şansları olmayan kitapseverlere öncelikle sabır diliyor, bir sonraki “müzikli kitapçı” ziyaretlerinde yanlarında kaynana zırıltısı, darbuka ve havalı korna bulundurmalarını öneriyorum.

Çivi çiviyi söker.

 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..