Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '15

 
Kategori
Danışmanlık
 

Kitsch ve Made in China, ikisi de aynı kapıya çıkıyormuş!

Kitsch ve Made in China, ikisi de aynı kapıya çıkıyormuş!
 

Kitsch kelimesiyle ilk kez karşılaşıyorum. Arkaik, kolaj, deformasyon gibi dilimize girmiş sanatla alakalı bir çok kelimeye karşın kitsch lugatımızda yer almıyor. Ya da ben göremedim.

Türkçeleştirilmiş bir makaleden öğrendiğime göre kitsch, "sanat piyasasında ... kolayca pazarlanabilen, ucuz ve çokça rağbet gören resimleri ve eskizleri tarif etmek için" kullanılıyormuş. (1)
 
Ayrıca kitsch ürün ya da eser  insanda, "... hissetmenin ağırlığının olmadığı yalandan bir duygu dünyası, bir tür fantezi âlemi oluşturuyor, ... “böyle hissediyor olmam ne güzel, ne hoş” duygusu uyandırıyormuş. (2)

Makalenin yazarına  göre kitsch(ler), "çaba sarf etmeden üretilip düşünmeden tüketilen yavan, ucuz ürünlerdir." Bu önemsiz ve değersiz yapısından ötürü de kitsch, "sahte duyguları dile getiren sahte (bir) sanattır." (3)

Yukarıdaki tanımları birleştirip tek bir cümlede topladığımızda kitsch'i, "insan ruhunda, yalan ve sahte duygular uyandıran yavan ve ucuz sanat eseri ürünler"olarak tarif etmemiz mümkündür.

Kitsch kelimesine bu kadar ilgi duymamın sebebi bizde sık kullanılan "Çin Malı" sözünü hatırlatmasındandır. Batılılar kalitesiz ve değeri düşük sanat eserlerini kitsch olarak nitelerken, biz de dayanıksız, harcı alem ürünleri Çin Malı diye anar hale gelmişiz. Yani "Çin Malı" bizde bir ülkeyi değil, kalitesiz ve ucuz malı ifade eder olmuş.

Önce ilk kez karşılaştığımı söylediğim kitsch kelimesinin anlam ve yorumundan yola çıkarak bir kaç söz söylemek istiyorum. Sonra da "Çin Malı" konusuna döneceğim. Sanattan hiç anlamam, üstelik belirgin bir becerim de yoktur. Sanatla ilgili aşağıya yazdıklarım zihnimde oluşturduğum bir kanaatten ibarettir.

Batı dünyasının resim ve heykel sanatına, Antik Yunan ve Roma'nın devamı diyebiliriz. Tek cümleyle söylemek gerekirse bu, sanatkarın somut gerçekliği taşa ve tuvale yansıtmasıydı. Sanıyorum doğru olan bir şey daha vardı. Eskinin ustaları o kadar detaya inmişlerdi ki, geleneksel klasik sanata eklenebilecek bir yenilik kalmamıştı. Mesela bir heykel nerdeyse, elinin tırnaklarına kadar gerçeğinin bir kopyası gibiydi. Artık aynı yolu takip ederek farklı ve özgün eser üretmek imkansızdı. Belki, somutu farklı biçimlerle tekrarlamanın güçlüğü, belki de birilerinin beceri eksikliği batı sanatçısını yeni arayışlara yönlendirmişti. Çünkü geleneksel biçimle üretilen her eser eskinin tekrarından başka bir şey olmuyordu. Fark yaratabilmek için değişmek ve değiştirmek gerekiyordu.

Ancak yeninin benimsenmesi, eskinin ve eskiye benzeyenin küçümsenip gözden düşürümesine bağlıydı. Doğrusu ben, söz konusu makaleyi okuyunca Kitsch eser anlayışının böyle bir amaca hizmet ettiğini düşünmeden edemedim. Onun, klasik sanatı devam ettirenlerin eserlerini önemsizleştirerek yeni akımlara rağbeti artırmak gibi bir niyet gizlediği kanatine vardım.

Bu, sözkonusu yazarın kitsch eser hakkındaki alakasız yakıştırmalarından da anlaşılıyor. Ona göre kitsch ürüne bakan insanda, " ... hissetmenin ağırlığının olmadığı yalandan bir duygu dünyası, bir tür fantezi âlemi oluşur!" (4) Başka bir deyişle kitsch, insanda yalan ve sahte bir duygu dünyası meydana getirir. Bence bu tamamen mesnetsiz ve ayağı yere basmayan bir tanımlamadır. Herhangi bir eserin, görüntünün ya da eşyanın insan ruhunda uyandırdığı duygunun gerçek mi, sahte mi olduğunu kimse anlayamaz ve kanıtlayamaz. Duygu ya vardır ya da yoktur. Eğer ortada, duygu dediğimiz şey varsa bu kesinlikle gerçektir.

Sahte duygulardan sözedeceksek öncelikle aktör veya aktristlere bakmamız gerekir. Sonra da artistlik yapanlara tabi... Zira onlar duyguyu yaşamazlar, yalnızca oynarlar. Bence yalan duyguların, modern sanat akımlarında mesela, sürrealist eserler konusunda dile getirilmesi münasiptir. Çünkü fanteziler ve sahte duygular tabiri, bu tür eserler için daha uygun düşer. Kitsch tanımı, dikkat çeken hiç bir somut nesnenin bulunmadığı (bir kaç fırça darbesinden ibaret olan) tablolarla, neye benzediği yoruma muhtaç heykellere ve onlara derin anlamlar yükleyenlere daha çok yakışır. Asıl sahtelik, teması itibariyle içimizde heyecan uyandırmayan eserler/ürünler karşısında takındığımız yapmacık duygusal tavırda gizlidir. Duygular gerçektir ama hissetmekle hissediyor görünmek birbirinden farklıdır.

Batı dünyası insani algı ve duyguları, özellikle de merhamet hissini değiştirmek için çok uğraşmıştır. Kendinden başkasını düşünmeyen, bencil ve çıkarına odaklı insan tipi yetiştirmeyi amaç edinmiş ve bir noktaya kadar da bunu başarmıştır. Friedrich Nietzsche; "Bir insana yardım ettiğimde ellerimi yıkarım!" demiştir. Yardım etmeyi, iyilik yapmayı kişinin onuruna hakaret saymıştır. Halbuki sosyal hayatın amaçlarından biri belki de en önemlisi destek ve dayanışmadır.  Demek istediğim, batılı düşünür ve yazarları mutlak gerçekliğin efendileri gibi görmek, onları eleştirilemez kabul etmek gerçekçi bir bakış değildir.

Kitsch'i nihai amacımı anlatabilecek kadar tarif ettiğimi düşünüyorum. Şimdi de asıl konumuz olan Çin mallarına dönmek istiyorum.

Yaşı 50 yi geçmiş olanlar iyi bilirler. Onların gençlik döneminde esnafın tezgahı, seyyar satıcının arabası tornavidadan penseye, radyodan wolkmene kadar uzakdoğu patentli ürünlerle doluydu. En bariz özellikleri de ucuzluklarıydı. Ancak kulanmaya kalktığınızda hevesiniz kursağınızda kalırdı. Mesela, satın aldığınız tornavidayla bir vidayı sökmek istediğinizde vida sabit kalır, onun yerine tornavidanın yüzü dönerdi! Bu yaşanmış örneğe bakarak eski Çin ve uzak doğu ürünlerinin kaliteleri hakkında bir kanaate varabilirsiniz. Ancak bu böyle gidemezdi. 

Üretici ya da satıcı, kalitesiz bir malı bir, iki ya da en fazla üç kez piyasaya sürebilirdi. Zira ürün tanınınca, kimse tarafından alınıp kullanılmazdı. Sanıyorum öyle de oldu "Çin Malı,"  rağbetten düştü ve toplumumuzda kalitesizliğin sembolü sayıldı.

Derken, köprülerin altından çok sular geçti, trend değişti ve batılı üretim kartelleri Çin'deki bir milyarlık pazarla oradaki ucuz iş gücünü keşfetti.  Çin sanayicileri de (belki batılı ortaklarından, belki de edindikleri tecrübeden aldıkları dersten) talebin sürekliliğinin kaliteyle sağlanacağını öğrendiler. Yani zenginleşmenin yolunun, piyasaya sağlam mal sürmekten geçtiğini anladılar. 

Böylece Çin'liler, batı standartlarına uygun ce damgalı, ucuz ürünler imal etmeye başladılar. Artık Çin malları, asgari ihtiyaçları karşılayacak, amatör kullanıcıların işini görecek kalibredeydi. Üstelik ürünler, kullanım klavuzu ve ithalatçı firmanın garantisi ile satışa sunuluyordu. Kaliteli ürün nasıl ucuza maledilebilir diyorsanız söyleyeyim. Eğer işçi ücretlerini Türkiye'nin dörtte biri, Avrupa'nın da onda biri seviyesinde tutarsanız yani ayda 100 dolara adam çalıştırırsanız bunu başarabilirsiniz! İşte bu yöntem, eskinin şişirme ve basit ürünlerini kaliteli ve sağlam hale getirdi ama "Çin Malı"nın, Türk tüketicisinde bıraktığı kötü imaj değişmedi, hep aynı kaldı.

Çin mamülerinin kalitesizliğine olan yaygın inanç, haklı olarak yerli üretici ve esnaf için bir fırsat oldu. Adı kötüye çıkan her ürüne Çin Malı tabiri yakıştırılarak yerli malların rağbet görmesi sağlanmaya çalışıldı. Ancak, haklı nedenlere dayanan her iddianın aynı zamanda doğru olduğu söylenemezdi. Yani Çin mallarının içinden, sağlığa zararlı kalitesiz ürünlerin çıkması bunların tümünün kötü olduğunun ispatı olamazdı.

Bu durumda, Çin Malı hakkında dile getirilen aleyte iddialarla toplumda var olan olumsuz algıyı canlı tutarak pazardan daha fazla pay kapmanın hedeflenmiş olabileceğini de hesaba katmamız gerekir. Ayrıca global bir dünyada yaşadığımızı, yerli yabancı (mesela ayakkabı) üreticilerin(in) kullandıkları (yapıştırıcı, deri, taban ve ip gibi) sarf malzemelerini aynı firmalardan temin ediyor olabilecekleri ihtimalini de gözden uzak tutmayalım.  

Ucuzluk her zaman kalitesizlik anlamına gelmez. Satılmayan giyim eşyaları, ayakkabılar mevsimi bitince, eski model elektronik ürünler de yenisi çıkınca ucuzlar. Sıradan ve ünlü, iki ayrı markanın piyasaya sürdüğü (aynı işlemciyi, aynı ekranı kullanan, aynı özellikleri taşıyan) cep telefonları arasında iki kata yakın fiyat farkı bulunabilir ama bu, yalnızca üründeki kalitenin ifadesi olmayabilir. Ünlünün pahalılığı, meşhur bir marka olmaktan ya da yüksek işçi ücreti ödüyor olmaktan kaynaklanabilir.

Bilmemiz gereken en önemli şey, artık Çin mallarının eskisi gibi kalitesiz olmadığıdır. CE sembolü taşıyan her çeşit ürün, fiyatına göre amatör veya profosyonel insanların beklentilerini karşılayacak özelliktedir. Ucuz bir Çin Malı, ev kulanıcılarına uzun yıllar hizmet verebilir.

Gerçek buyken biz hala, marka tutkumuzdan ötürü uzak durduğumuz çok özellikli ve çok ucuz ürünleri başkasının elinde gördüğümüzde içimizdeki kırılmayı Çin Malı küçümsemesiyle hafifletmeye devam ediyoruz. Yani onlara batılıların tabiriyle kitsch ürün diyerek rahatlıyoruz.

Bu alışkanlığı, Çin mallarındaki yeterli kaliteye rağmen sürdürüyoruz. Aslında yukarıda da yazdığım gibi bu, yerli üreticiler açısından tıpkı kitsch'te olduğu gibi somut gerçeği değil, ticari kaygıyı anlatıyor. Tüketicinin zihninde bir ürünün kalitesiz olduğu imajının devam etmesi yerli imalatçının şansını artırıyor.

Her sunulanı gerçekmiş gibi agılamak ya da bir pazarlamacının bize kırk yıllık dost gibi davranmasını onun iyiliğine ve samimiyetine yormak (hiç kusura bakmayın) aptallıktır. Kimse bize kara kaşımız ve karagözümüz için itibar göstermez. Onlar daha çok cebimizdeki parayla ilgilenir.

Bunu alabilmek için de her türlü yöntemi kulanırlar. Yıllar önce İngiltereyle ilgili bir haber okumuştum; "Bir ürün (mesela makarna) satılmıyorsa konunun uzmanı olan biri televizyona çıkar, onun sağlık için çok yararlı olduğunu söyler. Ertesi gün raflar boşalır" deniyordu. Ulusal kanalların gündüz kuşaklarında da aynı şeylerin yapıldığı gibi bir izlenimim var. Karar sizin tabi.

Sonuca gelirsek, Çin Malı bizde, Kitsch eser batıda kalitesizliği sembolize ediyor. Yani insanlarda böyle bir algı oluşturulmuş bulunuyor. Bilmemiz gerekense, başkalarının bir ürün ya da eser hakkında ne söylediği değil onun bizim ihtiyaçlarımızı karşılayıp karşılamadığı, bize zarar verip vermediği, duygularımıza hitap edip etmediğidir.

Eğer bir eser ya da ürün bize zarar vermiyor ve iyi geliyorsa yani onu beğeniyorsak, beğenmememizi isteyen kişilerin büyük insanlar olmasının hiç bir önemi yoktur. Birilerinin, tercihlerinizin ve geleceğinizin önüne taş koymaya kalkmasına göz yummayın ve en önemlisi de pazarlamacıların laflarına kanmayın.

Not: Bu yazının hazırlanmasında hiç bir Çin'linin zerre kadar etkisi olmamıştır. 

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..