Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kıyamete az kala!...

Kıyamete az kala!...
 

Orta okul sıralarındaydım yanlış anımsamıyorsam, rahmetli anneannem ve arkadaşlarından duymuştum ilk kez, sonraları başka başka yerlerden, kıyametin belirtileri nelerdi: Binalar ve zinalar çoğalacak, erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere özenecekler, büyük savaşlar, büyük kıtlıklar olacak, afetlerle kükreyecek yeryüzü, yeni ve ölümcük hastalıklar olacak, insanları kasıp kavuracak, mevsimler değişecek…

Aklımda kalanlar bunlar…

Dün aklıma geldiğinde şöyle bir göz attım Google’a, deccallardan falan da söz ediyordu ki, yok artık bu kadar detayına da giremem dedim, tıklayarak kapattım sayfayı…

Bir de işin aslı, amacım yansız bir bilgiye ulaşmaktı, hani şunları bunları yapmadınız da bak kıyamet o yüzden başınıza gelecek tarzında söylemler değildi, süzmek gerekiyordu art arda uzayıp giden siteleri, süzmek içinse her birinin içine girip göz atmak gerekiyordu ki, sabahın kör saatinde hiç de çekici gelmedi…

Zaten elimdeki bilgiler de varmak istediğim konu için bence yeterliydi…

Hani, bir 2012 tarihi dolanıp duruyor kıyamet için, kendi adıma pek mantıklı buluyorum ben!

Evrenin bir enerjisi var, bir dengesi ancak kıyameti ilk öğrendiğim zamandan itibaren, hepi topu otuz, bilemediniz otuz iki yıl geçmiş, gülmeyiniz lütfen, insansal anlamda uzun bir zaman dilimidir ama evrensel anlamda yalnızca bir göz kırpışlık mesafedir, öyle değişikliklere tanıklık ettim ki, hah işte bunlar da kıyamet belirtileri dedim!...

Bostanlı’da deniz evimizin karşısındaydı, sonra Emlak Bankası o zamanlar için büyük, şimdiki kıyasla ise küçük siteler yaptı…

İkişer katlı evlerden ve iki adet de dörder katlı apartmandan oluşan site pek güzeldi, pek de güzel geçmişti gençlik yıllarım oralarda otuz-kırk kişilik arkadaş grupları arasında, ama deniz uzaklaşmıştı artık biraz da olsa bizden…

Her yeni yapılan sitenin ev adetleri ve katları çoğalır, deniz daha da uzaklaşır olmuştu, ben diyeyim on, siz deyin yirmi yıl içinde…

Körfezdeki bir parça kıyı deniz, bunca taşı tuğlayı, bunca eşya ve insan ağırlığını ne kadar taşır?

Savaşlara girmeyeceğim, onlar her dönemde bir şekilde varlıklarını sürdürdüler, ama sıcak ama soğuk, ama stratejik ama biyolojik…

Cinslerin birbirine karışması olayına gelince: Hakikaten de yoktu böyle şeyler diyeceğim ama yalan olacak, sultanlar dönemi falan filan, muhtemelen vardı da saklanıyordu, ama bu kadar yaygın mıydı, tarihi hiç sevemedim ki bilebileyim…

Hoş sevsem bile, önemli şahsiyetler dışında kimin kiminle ne yaptığını ifşa eden paparazziler, dinlenen telefonlar falan da yoktu o zamanlar…

Ama, kayda geçen bir ilke tanık olduk geçenlerde hep birlikte: cinsiyet değiştirerek erkek olan kadın doğum yaptı…

Tıp için ilginç, bir çok kişi işin komik, bazıları için saçma, doğan bebek açısından ise içler acısı bir durum…

Şimdiden psikolojik destek alınmasını eminim doktorları söylemiştir!

Zinalara gelince, o konu da tarihin bilgisayarsız, gazetelerin ve televizyonların magazin programları olmaksızın geçen kayda kapalı bir süreç, bir “Yedi kocalı Hürmüz” ü anımsarım ama o da gülmeceydi, ne kadar ciddiye alınmalıdır, pek de emin değilim…

Esprisi bir yana, mümkün değil, elbet zinalar o zamanlarda da vardı, hatta belki de daha çoktu, boşanıp da gidip başkasıyla evlenmek şimdiki zaman göre pek de zordu…

Haa, ama kim kimi ne kadar görecekti de, birbirine aşık olup, sevişeceklerdi gizlice?

Üstelik arkadaşlık siteleri yoktu, tıkla bul arkadaşını, aşkını…

Tıkla bul lisedeki sevgilini…

Mevsimlerin değişmesine bizzat şahidiz. Bu konuda farklı bir görüşe sahip olanımız var mıdır?

Yoktur!...

Peki, otur yerine, konu kapanmıştır!

Doğanın kükremesi, kıtlığın başlaması konularında kafalarında soru işaretleri olanlar var mıdır?

Varsa, bakınız: Art arda yaşanan büyük depremler, tsunamiler, kasırgalar, buzulların erimesi…

Coğrafyası gereği sebze, meyve ve buğdaygiller açısından muhteşem elverişli topraklara sahip olmamıza rağmen, kış ayında fiyatının yüksekliğinden dolayı doğru dürüst elma yiyemeyişimiz…

Stokların tükenmesi konularına bilerek girmiyorum, o konularda soru işaretlerim var kafamda!

Ekmeğin fiyatı, domateslerin hormonları, neyse bu konuya herkes çalışmıştır nasıl olsa, boşuna vakit kaybetmeyelim.

Afrika’nın bildim bileli, Amerika’nın yeni tanıştığı kıtlıklar…

Naylon kaplar ilk çıktığında pek bir rahat bulmuştuk, ucuzluğu ve pratikliğinden dolayı pek sevmiştik bizler naylonu, çorabını da, bardağını da…

Hormonlar da pek sevindirmişti çiftçileri bir zamanlar…

Çernobil faciasını da pek iplememiştik doğrusu, televizyonda içiyordu demli çayı sayın yetkili kişi…

Kanserle tanışmamız elbet Çernobil öncesiydi ama çokluğu Çernobil sonrasına denk gelmekteydi…

Adının ille de Çernobil olması da gerekmez gerçi, demirlenen yabancı bandıralı gemilerden bilerek ya da bilmeyerek sızan kimyasal artıklar, pek severek kullandığımız deterjanlar, şampuanlar…

Aids çıktı podyuma sonra, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsü taşıyan keneler kıskanmış olmalılar ki bu durumu, durun ayol, bizde varız bu kulvarda diyerek starlığa soyunmaya başladılar…

Sonuç olarak arkadaşlar, kıyameti de koyalım bir yana, bu duruma bu dünya ve dünya üzerinde yaşayan canlılar sizce nereye kadar dayanacak?

Bir yerde okumuştum, işin özünü kavradığımdan dolayı pek de bir hoşuma gitmişti: Dünya’nın enerjisi tükendiğinde yeni bir çağa geçilecektir. Bazı seçilmiş insanlar görevlendirileceklerdir. Bu seçilmiş insanlar yanlarında yedi kişi götürebileceklerdir…

Seçilmişsem eğer diye düşünmeye başlıyor insan, çocuğum, eşim, annem, babam, kardeşlerim….

Yok, tercih yapmak lazım, zor, çok zor…

Ama bir dakika, seçilmenin şartı ne, saf sevgi, diyelim ki oğluma öğretebildim bunu, diyelim kardeşime, onlar da seçilirse, arkadaşlar var sırada, onlarda seçilmişse komşular…


Ah, hangisini seçsem acaba?

Bir dakikalık düşünün isterseniz, bir kişilik kotanız var aile ve dostlar dışında, kimden yana kullanırsınız tercihinizi ve diye?

Bu görüş doğru mudur, yanlış mı, hiç orasına takılmıyorum, sizde takılmayın ne olur, buraya alma amacım yalnızca gerçek sevginin gücünü, önemini vurgulamaktır…


Sevgiyle kalalım…

Gülgün Karaoğlu

Temmuz,08/08

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..