Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Kıymalı yeşil fasulye ve cacık

Kıymalı yeşil fasulye ve cacık
 

Küçük kız 9 yaşında idi. İlkokul 3. sınıfa gidiyordu. O sabah çok heyacanlı idi. Günler öncesinden öğretmeni o gün komşu ülkelerden birinin devlet başkanının eşi ile ülkesini ziyarete geleceğini ve bu kişileri karşılama törenine okul olarak katılacaklarını söylemişti. Öğretmeni o gün çok temiz giyinmelerini. saçlarını çok iyi taramalarını, tam bir Türk çocuğunu temsil etmelerini ve ellerinde de bir demet çiçek olmasını sıkı sıkı tembih etmişti. Küçük kız bu olayı gecelerce, günlerce kafasında hayal etmişti. O gün komşu ülke Padişah, Kral her ne ise onları karşılayacaklar, elindeki çiçeği Kraliçe'ye verecek ve Kraliçe ona teşekkür edecek, belki de saçını okşayacaktı. Bugüne kadar hiç Kraliçe görmemişti. Hep masal kitaplarında okuduğu Kral ve Kraliçeler geliyordu aklına bu olayı düşününce.

Bir gece öncesinden annesine okuldan gelince yıkattığı ve binbir zahmetle kuruyan önlüğünü ütületmiş. beyaz yakasını kolalatmıştı. Ertesi sabah uyandığında bir bayram çocuğu gibi heyecanlı ve mutlu idi. Bugün diğer günlerden çok farklı bir gündü. Acele yatağından fırladı. Annesinin ikazlarına aldırmadan hemen elini yüzünü yıkayıp, önlüğünü giydi, yakasını takdı Annesi saçını ikiye ayırıp beyaz tafta kurdelelerle bağladığında tam bir öğrenci olmuştu. Kahvaltı sofrasına oturduğunda annesinin üzerine reçel sürdüğü tereyağlı ekmeğını, üzerimi kirletirim endişesi ile yiyemedi. Sofradan neredeyse aç kalktı. Kapıda sadece bayram günleri giydiği siyah rugan ayakkabılarını giyerken annesinin ayakkabıların ayağını vuracağı, daha rahat bir ayakkabı ile daha sağlıklı yürüyeceği ikazına aldırmadı bile. Koskoca Kraliçe karşılanırken eski ayakkabı mı giyilirdi.

Evden bir hışım çıktı. Güneşli bir sonbahar günü idi. Okula vardığında bütün sınıf arkadaşlarının kendisi gibi çok şık ve heyecanlı olduğunu gördü. Bahçede kendilerini tabur haline getirmek için uğraşan öğretmenini görünce gözlerine inanamadı. Her zaman çok sade giyinen genç öğretmeni o gün çok güzel ve şıktı. Saçlarını toplamış, üzerine mavi bir kıyafet giymişti. Bir güneş gibi parlayan öğretmeni ile kıvanç duydu. Okulun en güzel öğretmeni onların öğretmeni idi. Hem en güzel, hem en bilgili, hem de en sevecen.

Diğer sınıflar da taburlar haline gelince başlarında öğretmenleri yola koyuldular.Her çocuğun elinde bir küçük demet çiçek vardı. Küçük kız da öğretmeninin sözünü dinlemiş ve bir gün öncesinden annesine bir küçük demet menekşe aldırmıştı. Elinde mor menekşeleri ile yola düzülen küçük kız bir an düşündü. Kraliçe'ye hangi çocuk çiçek verecekti. Bu kadar çok çiçeği Kraliçe nasıl alabilirdi. Herhalde öğretmeni bu konuyu da düşünmüştü.

Uzun bir yürüyüşten sonra merasimin yapılacağı yere geldiler. Burası bir yoldu. Çocukları öğretmenleri yolun iki yanına dizdi. Onlar gibi başka okullardan da gelmiş çocuklar da vardı. Kendileri gibi küçük çocuklar olduğu gibi daha büyük çocuklar da vardı. Sonra beklemeye başladılar. Hava ısınmaya başlamış ve güneş yükselmişti. Birden küçük  kız susadığını hisssetti. Sabahtan beri hiçbir şey içmemişti. Yürüdükleri yol uzundu. Hava sıcaktı. Olsun şimdi susama zamanı değildi. Sonra su içerse tuvaleti gelirdi. İçmek için su bulunmayan yerde tuvaleti nereden bulacaktı. Hem yerinden ayrılamazdı. Arkadaşlarını itip önde bir yer kapmıştı kendisine.

Küçük kız günler, kadar uzun gelen bir bekleme sürecinden sonra kalabalığın dalgalandığını fark etti. Öğretmeni geliyorlar diye fısıldadı hepsine. Bu fısıltı yorgun, susamış bütün çocukların bir anda dirilmesine, ellerindeki çiçeklerine daha bir kuvvetle sarılmasına sebep oldu.

Nihayet Kaliçe göründü. Daha doğrusu kraliçenin içinde bulunduğu otomobil. Önlerinden geçen arabada şapkalı bir kadın ile adamı zor farketti. Bir de kadının sallanan elini. Sanırım Kraliçe el sallayan bu kadındı. Ama hani çiçek vereceklerdi. Kraliçe onları görmemişti bile. Yolun iki yanında ellerinde çiçeklerle dizilmiş, Kraliçe'yi karşılayan bütün çocuklar birden büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

Otomobil gözden kaybolana kadar arkasından baktılar. Sonra öğretmenleri gene tabur haline gelip okula gideceklerini duyurdu. Bütün çocuklar sessiz bir hayal kırıklığı içinde idiler. Oysa ki neler hayal etmişlerdi. Bir Kraliçe görecekler, ona çiçek verecekler ve Kraliçe'de onların saçını okşayacaktı. Akşam anne ve babalarına anlatacak öyküleri olacaktı. Oysa ki şimdi dönüş yolunda yorgun, susamış ve acıkmış hayal kırıklığı içinde yürüyorlardı. İşin tuhafı sabah çok şık olan öğretmenleri de artık gözlerine fazla yorgun ve bitkin gözüküyordu. Hem mavi de yakışmamıştı öğretmenlerine.

Dönüş yolu, gidiş yolundan daha uzun ve zor geçti. Hava iyice ısınmıştı. Güneş iyice yakıyordu. Siyah önlük terletmeye başlamıştı. İşin kötüsü rugan ayakkabıları ayağını iyice vuruyordu. Bir ara ayağına baktı. Ayakkabının içinde beyaz çorabının kıpkırmızı kan lekesi olduğunu gördü. Ayağı çok acıyordu.

Karnı çok acıkan, susayan, ayağı iyice vuran ayakkabıdan kanayan, bacaklarında yürümekten derman kalmayan küçük kız ilk defa o gün zorluğun ne demek olduğunu öğrendi.

Evine vardığında vakit iyice akşam üstü olmuştu. Çok susamıştı, karnı çok acıkmıştı. Üstelik fena halde tuvaleti de gelmişti. O'nu karşılayan annesi sabah pırıl pırıl giysiler içinde gönderdiği yavrusunu iki büklüm, yaka paça bir yerde, saç baş karışık, ter içinde gördüğü zaman şaşırdı. Küçük kız bütün bu pejmürde kılığına ilave bir demet solmuş mor menekşeyi elinde sıkı sıkı tutuyordu.

Annesi hemen onun elini yüzünü yıkadı, üstünü değiştirdi ve yemek için masaya oturtdu. Sofrada bir tabak kıymalı yeşil fasulye ve cacık vardı. O güne kadar pek sevmediği bu yemeği karşısında görünce küçük kız her zaman yaptığı gibi 'Ben bunu yemem 'diye bağırmadı. Aksine önüne fasulye tabağını çekti ve ekmeğini batıra batıra bütün tabağı sildi süpürdü. Arada cacık da içiyordu.

O gün küçük kız hayatında yediği en lezzetli yemeği yedi, O güne kadar yüzüne bile bakmadığı kıymalı yeşil fasulye ve cacık onun bundan sonra en sevdiği yemek oldu. Zorluklardan sonra elde edilen bir lokma ekmeğin bile nekadar lezzetli olduğunu o gün öğrendi. Yeşil fasulye ve cacık, Kral sofralarından bile daha kıymetli idi artık küçük kız için.

O gün bugündür yıllar geçti küçük kız büyüdü, yaşlandı, okudu, insan oldu, ama sevdiği yemek değişmedi. Hala kıymalı yeşil fasulye ile cacık en sevdiği yemek. Ama bu yemeği yerken kalbinin bir yerlerinde minik bir kırgınlık hissediyor. Kendisini ve onun gibi çocukları, bir komşu ülke başkanı için aç, susuz, yorgun dekor olarak kullanan büyükleri, öğretmenleri için bu kırgınlık. Sanırım küçük kız haklı. 

 
Toplam blog
: 826
: 1068
Kayıt tarihi
: 26.04.11
 
 

Ben emekli bir iktisatçıyım. 21 yıldır bir sanatçı annesiyim. Küçük kızım klasik müziğe eğilim gö..