Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kıymetini bilmediğimiz değerler..

Kıymetini bilmediğimiz değerler..
 

Sahip olduğumuz en büyük nimetlerden biri olmasına rağmen, en kolay harcadığımız nimet hiç şüphesiz ki zamandır. 

Kum saati gibi her gün eksilmeye yüz tutan hayatımızı en iyi şekilde verimli kılmanın yolunu mutlaka bulmalıyız.

Günlük hayatın karmaşası debdebesi içinde neleri dert ederiz kendimize, şöyle geriye dönüp bir bakalım.

Geçmişi ve geleceği düşünmekten; o anı, o günü ve o saati yaşamayı es geçeriz.

70-80 yıllık bir ömrü önünden arkasından, gece uykusundan bir ton lüzumsuzluktan dolayı en fazla 15-20 yıl yaşamak durumundayız.

Erken yaşlarda hastalanma, amansız hastalıklara duçar olmaz isek tabi ki.

Biz kendi günlük işlerimizde boğulurken, kendimizi 30 yıl sonra yaşayacağımız zamanlardaki endişelerimiz ile perişan edip dururuz.

"Şunu alacağım, bunu alacağım" diye maddi şeylerin kölesi olup maddiyatın ve metanın cehenneminde boğuluyoruz.”

Ayrıca yanımızdaki, uzağımızdakilerle, hiç utanmadan bir yarışın içerisine girerek yapıyoruz hem de.

Lüzumsuz dert hatta sorun bile sayılmayacak onca şeylerle vakit kaybederken, her günün kıymetini ve bu kıymetli sürenin mutlaka biteceğini bilenler hayatlarında boşluk bırakmayacak derecede daha dolu yaşıyorlar.

Hayata sarılma, tutunma, azim, irade, sabır asla yenilmeme, pes etmeme, iyiliğin ve hakkın yanında olmak.

Kısaca zamanın ne kadar çok kıymetli olduğunun bilincini artık anlamalıyız.

Her gün sonsuzluğun sahibine yöneldiğimizde düşünmüyor muyuz; Acaba bugün son gün mü? Yada bu günü son gün olarak yaşayabilir miyim diye!

Bir günde neleri tartışıyoruz, nelere üzülüyoruz, nelere isyan ettiklerinizi şöyle bir daha bir gözden geçirelim.

Bir daha farklı bir bakalım bu hayata, Elimizle, kolumuzla, bedenimiz aklımız inancımız, ailemiz, dostumuz, ahbabımız, düşmanlarımız her şeyimizle bir daha bakalım ve tutunalım bu hayata. Bu kısıtlı süreye.

Dünyanın, ülkemizin, yaşadığımız şehrin kısaca, her şeyin düzene girmesinin tek yegane yolu vardır. Bunu becerebilir miyiz?

"Kısaca her günümüzü son günmüş gibi yaşayabilir miyiz?"

O gün geldiğinde arkamıza baktığımızda, ne eser bıraktık diye, bir şeyler gölerebilecek yada bize gösterilebilecek mi?

Bu yolculuğun sonu hiçliktir farkında mıyız? Hoca Nasrettin ne güzel hikaye etmiş olayı.

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:

“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
...“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.

“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.

“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son
makamını söylemiş:
“Hiç.

“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında!”

Üzüntü girdapları, egolar, kompleksler, kibirler, kişilik bunalımları, kendini önemseyip şişirmeler, kısaca fındıkkabuğunu dahi doldurmayacak dert sıkıntı ve tasalarla geçen bir ömrümü sonlandıracağız.

Bu dünyadan bir "sen" geçtin denilse, mezarlıklara girmekle yetinmeyip,

Gönüllere de, girsem bir tatlı hoş seda bıraksak olmaz mı?

Tıpkı babam gibi.

Her günü ama her günü "bugün benim son günüm" diye yaşamalıyız. Şu anda kırk muhasebesini yapan birisi olarak söylüyorum bu işin ötesi yok.

İnsan düşününce kendinden bile utanıyor!

Selam ve  Saygılar

 

 

 
 
Toplam blog
: 20
: 549
Kayıt tarihi
: 05.04.16
 
 

Yönetici, yeni yerler görmek, kitap okumak... ..