Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Kızıl 24

Aylar sonrasında bu süslü tırabzanlı saray balkonundan şehre içindeki, düşüncelerindeki huzur ve mutlulukla bakıyordu… Karenin yardımları ona ve ülkesine o kadar iyi gelmişti ki geleceğe daha farklı bakıyordu artık. Onun gibi bir kişi daha tanımamıştı yaşamında… O kadar iyi, sevecen, yardımsever ve cömertti ki onu kendisine rol modeli görüyordu. Onun sayesinde Mehir’le bugün ilişkiler mükemmel işliyordu. Ticaret hacmi artarak gelişiyor, ülke zenginleşmeye başlıyordu. Yalnızca para konusunda destek olmamıştı üstelik tıbbi ve teknik malzeme konusunda da çok yardımı dokunmuştu. İnsanlara psikolojik destek sağlamıştı. Yaptıklarını aklının bir köşesinde hep tutmaya dair yemin etti içinden…  Septist yalnızca birkaç ay içerisinde yeniden eski haline dönebilmişse onun yardımlarının çok faydası vardı. Bunu asla göz ardı edemezdi. Yanı başında bir nefes hissedince başını çevirdi ve onu gördü.

- Geldiğini hissetmedim bile dedi yüzündeki o huzuru biraz bile olsun yitirmeden. Tekrar gözünün önünde uzanıp giden şehre döndü.

- Çok dalgınsın. Ancak görüyorum ki huzurlusun da…

- Senin sayende… Bana ve halkıma çok yardımın dokundu. Bugün bu haldeysek her şeyimizi sana borçluyuz.

- Ben yalnızca sebeptim. Teşekkür etmen gereken…

- Elbette, biliyorum. Rabbime her an şükrediyorum seni benim, halkımın karşısına çıkardığı için… Harika bir dostsun.

- Beni sakın şımartma, küçük. Şımartılmaya hiç gelemem dedi gülerek.

- Buna ihtiyacın olduğunu sanmıyorum. Kendinle gurur duymalısın.

- Beni boş verelim. Diplomasi işleri ne âlemde?

- Yorga ve Konsta ilgileniyorlar. Arada kontrol ediyorum. Ben daha çok insanlarla ilgiliyim. Ne durumda olduklarını gözlemliyorum. Tüm halkın eşit düzeylerde yaşaması için çaba gösteriyorum.

- Bu seni yönetim işlerinden daha fazla zorluyordur. Kolay bir şey değil. Çıkarcı insanlar her yerdedir. Önünü almak kolay olmaz.

- Değil. Ancak yakaladığım zaman en ağır cezaları almalarını sağlıyor akabinde de yeni bir yasak koyuyorum. Şimdiden epey şeyi yasaklamışımdır. Elbette işini usulüne göre yapanın korkacağı şeyler değil bu yasaklar…

- Eminim. Sonuçta yardımcıların oldukça bilgili ve deneyimli kişiler…

- I-hım.

- Peki ya Başkan? Daha ne kadar sürgünde kalacak?

- Bilmiyorum. Henüz olaylar çok taze… Halk temsilcileri kurulu sürgünün devam etmesinden yana hala… Öfkeleri ne zaman dinerse ancak o zaman geri dönebilir.

- Desene; asla geri dönemeyecek dedi sırıtarak.

- Sanırım dedi aynı tepkiyle ona döndüğünde.

- Ailem iyi bu arada… Hani sormayı düşündüğün için yanıtladım. Elmira ve Kariha’yı da hiç merak etme. Oldukça yol kat ettiler. Bir süre daha tutacağım onları yanımda. Sonra geri dönebilirler…

- Onlara iyi baktığından şüphem yok zaten.

- Peki, sen düşünmüyorsun yeni bir eğitime girmeyi? Diye sordu yeniden dalıp gitmiş kıza…

- Henüz değil. Yapılacak çok fazla iş var. Her şeyi Yorga ve Konsta’nın omuzlarına yükleyemem.

- Üze il’de var.

- Yönetim işlerinde ona güvenemem.

- Anlıyorum. Haksız da sayılmazsın.

- Evet, sayılmam.

- Madem öyle sana bir teklifim var. Dedi yüzü kıza dönük tırabzana oturduğunda.

- Dinliyorum.

- Haftanın birkaç belirli günü Septist’e gelsem…

- Aa bu harika olur dedi sevinçle atılarak; - sana öyle minnettar kalırım ki… Yapar mısın gerçekten?

- Neden olmasın. Bana hiçbir zararı dokunmayacaktır.

- Çok sevindim. Harikasın. Çok teşekkür ederim.

- Dur, sakin ol biraz… Şimdi geleceğim günleri belirleyelim.

- Sana uygun olan nedir?

- Hafta sonu iki gün ve hafta içi herhangi boş olduğum bir gün olabilir. Hafta içi kesin bir gün söyleyemem sana. Ne olacağından emin olamayız, değil mi?

- Gayet tabii. Oldukça uygundur benim içimde…

- Bir ara bizleri ziyarete gelmelisiniz? Dedi birkaç dakikalık bir sessizliğin ardından hızlıca konuşarak.

- Neden? Diye sordu şaşkınlıkla...

- Sizlerden o kadar çok bahsediyor olmalıyım ki ailem, dostlarım sizi görmeyi istiyorlar diye yanıtladı mahcup bir edayla.

- Memnuniyetle geliriz. Salı uygun mudur?

- Çok uygundur. Sanırım ben Artık gitmeliyim. Bakalım kızlar ne durumdalar, onları yalnız bırakıp geldim.

- Tabii, tabi... Salı akşamı görüşürüz.

- Görüşürüz dedi ve kayboldu. Artık yalnızdı... Yeniden...

 

Bir süre daha güneşli gökyüzünü ve altında uzanıp giden ışıl ışıl parlayan şehri izledikten sonra çevrede kısa bir yürüyüşün iyi olabileceğini düşünerek balkonun saray avlusuna açılan merdivenlerine yöneldi. Ağır, dikkatli ve düşünceli adımlarla avludan geçtikten sonra dış surların manej bölümüne ulaşmıştı. Saraydan çıkmadan evvel askerlerden birine atını getirmesini söyledi. Kısa bir süre bekledikten sonra askerin getirdiği hayvanın sırtına binerek usulca dışarı süzüldü. Bir müddet atın ağır nal takırtıları eşliğinde -merkeze giden yolun yarısına dek- çevreyi izlemişti. Atın yularına ani bir şekilde asılınca hızlanmak için at irkildi ve şaha kalkarak hızla koşmaya başladı. Neyse ki Yorga’nın at binme ile ilgili eğitimleri oldukça acemi olduğu bu konuda biraz olsun profesyonelleşmesini sağlamıştı. En azından şu ana dek atın sırtından hiç düştüğü olmamıştı. Yulara biraz daha sert asılarak hızlarını arttırdı. Rüzgârın böyle şiddetle yüzüne çarpması hoşuna gidiyordu. Hayvanı aşırı zorladığının farkında değildi ve merkeze dek hiç duraksamadan ilerledi yolunda…  Barış abidesinin önüne geldiğinde ani bir şekilde durdurdu atı ve üzerinden sıçradı bir hamlede… Hayvanın hırıltısına ve çıkardığı gürültüye çoğu kişi onu izliyordu şimdi… Atı müsait bir yere bağladıktan sonra ona hayret dolu gözlerle bakan insanlara gülümseyerek yanlarından ilerlemeye devam etti. Her kilometrede bir, bir kişiyi durdurup iyi olup olmadığını, bir sorunu varsa anlatmasını rica ediyordu. İnsanlar onun bu kibarlığına sevecenlikle karşılık veriyorlardı. Ne de olsa o seçilmiş biriydi. Bir omaydı ve aralarına karışıp onlara hal hatır soruyordu. Çoğu kişiyle şimdiden ahbap gibi olmuşlardı. Daha evvelden tanıştığı herkesin adı ve yüzü hafızasında kazılı olduğundan tanıdıkça selam veriyor, selam alıyordu. Yine içlerinden birini çekmiş konuşuyorken karşıdan sıçraya sıçraya yanına gelen küçük bir kız çocuğu dizlerine yapışmıştı. Gülümseyerek onu kucağına aldı, öpüştüler.

 

- Küçük Elisa, bugün pek neşeli gördüm seni… Ailen neredeler? Kız arkasını döndü ve kolunu uzatarak yaklaşan ailesini gösterdi.

- Bak işte oradalar… 

- Sen çok yaramaz bir kızsın. Neden ailenden ayrıldın bakayım sen?

- Seni gördüm dedi küçük bir çocuk edasıyla omuz silkerek. Zaten daha beş yaşındaydı.

- Beni çok mu özledin sen, tatlım?

- Evet, beni hiç aramıyorsun dedi boynuna sarılıp;- ama söz vermiştin arayacağına… Unutmadım.

- Seni tatlı şey… Lütfen beni affet. Unutmuşum ama sana kendimi affettirmenin bir yolunu biliyorum dedi parmağının ucuyla küçücük burnuna dokunarak.

- Ben sana küstüm. Kandıramazsın beni, tamam mı?

- Aa, lütfen dudaklarını bükme. Hadi söyle bana, benden ne istersin? Derken yanlarına varmış olan ailesine başıyla selam verdi ve tekrar kıza döndü. Kollarını bağlamış, dudakları iyice düşmüş somurtuyordu. Ancak bu haliyle bile çok tatlıydı velet… Sonra bir an başını kaldırmış, çevreye göz atmaya başlamıştı. Yüzünde kocaman yaygın bir gülümseme peyda oldu. Hınzır küçük bir kız çocuğunun tatlı gülümseyişi… O da gülümsedi.

- Ne istediğini buldun sanırım.

- Atına binebilir miyim? Olur mu? 

- Aa, peki derken ailesindeydi gözü, başlarını sallayarak onaylayınca kızın bu isteğini;- demek bu kadar çok istiyorsun ata binmeyi.

- Evet, çok istiyorum. Binebilir miyim?

- Neden olmasın dedi arkasını dönüp ata yöneldi;- ancak beraber binebiliriz. Sen ata tek başına binmek için henüz çok küçüksün.

- Tamam. Dedi adeta cırlayarak.  Önce onu koydu atın sırtına, yuları bağladığı yerden çözdü. Sonra da kendisi bindi ve hafifçe yokladı yuları. At aldığı komutla ağır adımlarla ilerlemeye başladı. At her bir adım atışında kız heyecanla yerinde zıplıyor, tiz sesiyle neşeli kahkahalar atıyordu. Böyle olunca elbette o da gülüyordu.

- Biraz daha hızlanalım mı, ister misin diye sordu.

- Evet diye bağırdı heyecanla…

- Sizinle bir süre sonra az ilerideki göletin başında buluşalım dedi kızın ailesine dönerek ve atın yularını çekiştirerek koşmaya başladılar. Hızlandıkça kızın neşeli kahkahaları artıyor yerinde duramıyordu. İki kilometrelik bir alanda birkaç tur attıktan sonra atı çevirdi vemerkezdeki küçük süs göletine doğru ilerlemeye devam ettiler. On dakika içerisinde göletin başına ulaşmışlardı. Atı durdurdu ve orada belli ki uzun bir süredir onları bekleyen ailesine kızı teslim ettikten sonra atın üzerinden inmeden vedalaştılar. Atı geldiği yöne çevirdi yeniden ve hızla uzaklaşmaya başladı. Birkaç saat daha çevrede oyalandıktan sonra akşamüzerine doğru saraya doğru yol almaya başlamıştı. Çünkü Konsta, Yorga ve Üzeil onu sarayda bekliyorlardı. O saraya varana dek Damal ve kurul üyeleri de katılmışlardı toplantı odasında onlara… Dış surlara varır varmaz atı askerlerden birine bıraktı ve koşarak içeri girdi. Salona dek duraksamadan koşmuştu. Parlak titanyum kapılara gözü çarpar çarpmaz yavaşladı. Bir süre nefesini düzeltmek için bekledikten sonra askere işaret ederek kapıyı açtırdı ve ağır adımlarla içeri girdi. Hepsi nihayet der gibi bakıyordu yüzüne…

- Geleceğinizi bilmiyordum. Kusura bakmayın. Çevrede biraz dolaştım.

- Önemli değil dedi Damal sabırsızca atılarak.

- Ancak görüyorum ki oldukça önemli… Bir sorun mu var?

- Hayır. Yalnızca önemsiz bir gerginlik yaşandı dedi Yorga bu defa yanıtlayarak onu.

- Kiminle? Boş bir sandalyeye oturdu.

- Eshel sisteminin lideri, yöneticisi ve hükümdarını bilirsin. 

- Ne olmuş ona?

- Adam tam bir diktatör ve oldukça da huysuzdur. Çıkarcı, ikiyüzlü ve tam bir zavallıdır aynı zamanda da… Lafın kısası şöyle ki; İhracat gemilerimizden biri kazara gezegen çevresindeki sonar yansıtıcılardan birine çarpmış ve ağır hasar vermiş… 

- Eh, ne olmuş… Zararını karşılayın. Gerekirse Mehir’den ona yeni bir Sonar yansıtıcı göndeririz.

- Zararını karşılarız karşılamasına da adam evrensel komiteye müracaat edip dava açacakmış… Zarar gören Sonarın gezegenin etrafında sıralanmış diğer sonarlarla bağlantısı varmış ve ana güç kaynağı zarar gördüğü için dışarıdan gelecek saldırı ve tehlikelere karşı gezegen savunmasız kaldı…

- Bunu bilerek yaptığımızı mı düşünüyor yoksa?

- Evet, aynen öyle düşünüyor aptal herif. Teorisi de şu; gezegeni bize bağımlı hale getirebilmek ve zamanla istila edebilmek için böyle bir harekette bulunmuşuz. Onlara sağlayacağımız yeni cihazlarla -güya- bu cihazlar aynı zamanda istihbarat sağlayacak casus makineler olabilirmiş. Böylece edineceğimiz her türlü bilgiyle zamanla onları esir edebilirmişiz.

- Ciddi misin sen dedi salonu inleten bir kahkaha eşliğinde…

- Oldukça… Zaten evrenin büyük bir kısmı bize karşı tedirgin ve savunmada…

- Bu cidden çok aptalca… Onunla kim görüştü kaza sonrasında?

- Üzeil…

- Üzeil mi? Dedi bağırarak, sinirlenmişti. Onu yönetim işlerine karıştırmamalarını özellikle belirtmişti hâlbuki.

- Kusura bakma. Hepimiz çok yoğunduk. Ve boşta olan bir tek o vardı.

- Olay ne zaman gerçekleşti peki?

- Dün gece sularında… Görüşmelerde hemen ardından başladı.

- Ve benim neden bundan şimdi haberim oluyor? Dedi biraz daha hiddetlenerek…

- Halledebiliriz diye düşünmüştük. 

- Halledebildiniz mi bari! Her ne bahaneyle bana gelmediniz bilmiyorum ama yönetim işlerine fazlaca bulaşmak istemiyorum diye böyle kritik durumlarda da tek başınıza hareket etmenizi istiyorum demek değildir bu… Evet, benden çok daha deneyimlisiniz ama bilgim dışında hareket etmeniz hepimizi daha fazla suçlu konumuna düşürmez mi? 

- Haklısın.

- Haklıyım evet… Böyle bir cahilliği nasıl yapabildiniz anlamıyorum. Adam bizi resmen sistemini işgal edecek olmakla suçluyor. Neyse, bunu daha fazla uzatıp asıl konumuzdan uzaklaşmayalım. Dedi devam etmesini işaret ederek…

- Üzeilin onunla temasa geçmesi tatmin edici olmamış… Neden seninle irtibat kuramadığını öğrenmek istediğinden sana gelmeye karar verdik bizde...

- Aksi takdirde bunu bana hiç duyurmadan halledecektiniz, öyle mi?

- Evet…

- Ah! Sizler birer geri zekâlısınız. Aklınız nerede sizin? Bu denli cahil olduğunuzu düşünmek istemiyorum, Yorga.

- Ama işte buradayız.

- Seninle bunu daha sonra konuşacağız, general. Ancak şimdi halletmem gereken daha önemli bir mesele var. Konsta!

- Evet, efendim dedi yerinden fırlayıp selam durarak.

- Git ve gemimi hazırlat. Sen, Yorga ve birkaç asker daha benimle geleceksiniz. Acele edin.

-  Derhal, efendim! Dedi ve hızla ayrıldı salondan.

- Ya Üzeil diye sordu bir süre sessiz kaldıktan sonra Yorga.

- Ne olmuş?

- Bizimle gelmeyecek mi?

- Gerek mi var? Ben yeterliyim size. Git ve hazırlığını yap. Daha fazla dikilme karşımda… Ve dedi çıkıyorken onu durdurarak;- ziyaretimizi de haber ver.

- Emredersiniz, efendim. Ancak gitmeden evvel bir şeyi belirtmeme izin verirseniz sevinirim.

- Nedir?

- Üzeil’in de bizimle gelmesi çok önemli… Siz iki seçilmişsiniz. Ayrı ayrı hareket etmeniz ya onu ya da seni suçlu durumuna düşürür. Bu herkesi daha da tedirgin eder ve ilişkiler bozulabilir. Yalnızca Eshel sistemiyle de değil üstelik. Diğer sistemlerde bizimle ilişkilerinde diken üstünde hareket ediyorlar. Bu onlarla olan ilişkilerimizi de zedeler.

- Tamam! Sen git, işlerini hallet. Yarım saat sonra yola çıkmış olmak istiyorum. Karşısındaki oğlana odakladı bakışlarını Yorga çıkar çıkmaz;- onunla ne konuştunuz bir bir anlat bana şimdi?

- Olayı araştırdığımı ve bunun yalnızca bir kaza olduğunu söyledim. Tüm maddi ve manevi zararı karşılayacağımızı da söyledim. Ancak adam ikna olmadı. Aklındaki tüm olasılıkları bir bir döktü önüme…

- Sen ne dedin?

- Tüm söylediklerinin doğruluktan tamamen uzak teoriler olduklarını… Asla yanlış niyetler içerisine giripte planlar yapmayacağımızı, dostluklarımızın yalnızca hoşgörü ve karşılıklı anlaşmayla saygı ve itina çerçevesinde olduğunu vs. anlattım.

- Ancak adam o kadar kötü niyetli ve çıkarcı ki sözlerin yeterli olmadı.

- Hayır, olmadı.

- Neyse… Suç sen de değil. Asıl suçlu sırası geldiğinde bunu çok kötü ödeyecek. Şimdi gidelim dedi ayaklanarak.

- Takipteyim. Dedi ardı sıra ilerliyorken.

 
Toplam blog
: 38
: 43
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Çalışırken denk gelmiştim milliyet blog sayfasına... Burada yazılanlar beni çok cezbetti ve ben d..