Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Kızıl 30

O Salıdan bu yana zaman sanki hiç akmıyormuş gibi geliyordu ona… Karen nereye gittiğini bile söylemeden ortadan kaybolmuştu. Giderken söylediği iki şeyden biri kesinlikle Tara Arya’dan ayrılmaması gerektiği bir diğeriyse güçlerini ne olursa olsun kullanmamasıydı. Zaten o günden bugüne de ufacıkta olsa bir enerji patlaması yaşanmamış, tamamen dinginleşmişti. Sadece artık vücudundaki işaretler iyice yayılmış ve tüm vücudunu kaplamasına az kalmıştı. Bazı gecelerse uyumak için odasına çekildiğinde birdenbire göğsünün üzerinden başlayarak bedenine yayılan bir enerji akımı hissediyor, işaretler de parlıyordu. Ve bu yalnızca haftada bir ya da iki kez oluyordu. O salıdan bu yana üç aylık bir zaman dilimi geçip gitmişti. Yani bu his üç ayda haftada iki kez gerçekleşmek suretiyle yirmi dört defa meydana gelmişti. Bu zaman zarfında Karen’den bir kez bile olsun haber alamaması yüzünden endişesini ona aktaramamıştı. Nereye gitmişti, ne yapıyordu acaba? Muhtemel bir tahmin olarak ona olan bu şeyin ve bu adamın onunla olan bağını araştırmaya gitmişti. Henüz geri dönmediğine ya da ondan haber alamadıklarına göre de bir şey bulamamış olacaktı. Eğitimlere de ara verdikleri için onun yokluğunda iyice sıkılıyordu. Her gün düzenli aralıklarla ön bahçeye bakan küçük salondaki pencerenin önüne geçiyor ve bir süreden sonra düşüncelerine dalana dek Karen’i bekliyordu. Tahmin ettiği şey doğruyduysa iyi bir haber getirmesini umut ediyordu için için… 

- Yine Karen’i mi bekliyorsun diyen Karen’in büyük ağabeyi Yuri’nin sesine irkildi. Yüzünü ona döndü, hafifçe tebessüm etti.

- Beni buraya hapsedip gitti. Günlerdir tek olan biten rutin günlük şeyler… Sıkılıyorum haliyle…

- Karen’in kayboluşları uzun sürer ancak geri döndüğünde elinde mutlaka birşeyler vardır dedi o da kızın karşısında kalan koltuğa oturup önünde bir portal açarak… Yuri galaksi çapında önemli başarılara imza atmış önemli bir bilim adamıydı. Tara Arya dâhil olmak üzere birçok gezegende araştırma laboratuarları vardı. Çok önemli olmadıkça ya da gerek duymadıkça laboratuarlardaki çalışmalara dair ilerlemeleri evden kontrol ediyor ve yönlendiriyordu.

- Karen’i doğal olarak benden iyi tanıyorsun. Bu yüzden merak etmiyorsun Ancak ben endişeliyim biraz dedi sırtını cama yaslarken. Camın önünde normal boyutlarda bir insanın rahatça oturabileceği bir pervaz vardı. Kollarından destek alarak gövdesini kaldırmış ve oraya oturmuştu.

- Endişenin bir nedeni olmalı, yanılıyor muyum? Diye sorduğunda bile dikkati hala elindeki işindeydi ve kayıtsızdı bakışları…

- Önemsiz bir şey… Bahsetmeye bile değmez. Hem üstelik senin işlerin var benimle ilgilenmek zorunda hissetme kendini… Karen giderken benimle ilgilenmeni istemiş olabilir ama sen de meşgul birisin.

- Bu bir şikâyet miydi? 

- Hayır… Neyse ben çıkıp biraz dolaşacağım. Bir iki saate geri dönmüş olurum. Sana kolay gelsin dedi pervazdan ayaklarının üzerine sıçrayarak salondan çıktı.

- Seninle biri gelsin diye seslendiğini işitti, o portmanto’dan üzerine bir ceket ve askıda duran bir kılıcı alırken…

- Buna gerek yok dedi ve evden çıkıp ahırlara yöneldi. Oradan kendine bir at alarak kasaba yoluna doğru hızla sürmeye başlamıştı ki daha yolu yarılamamışken vücudunun kasılmaya başladığını ve üzerindeki işaretlerin de parladıklarını gördü. “Neler oluyor” diye yakınırken telaşla, at irkilerek şaha kalkınca şiddetle sırtüstü yere düşmüştü. Acıdan inleye inleye doğrulmaya çalışırken üzerine düşen heybetli bir gölgenin şaşkınlığıyla başını kaldırdığında karşısında ona elini uzatmış bir adam gördü. Üzerinde yüzünü tamamen kapatan uzun, siyah bir pelerin vardı. Bu yüzden yüzünü göremiyordu. Tek görebildiği parlayan sarı gözleriydi. Bir süre daha hayretle onu izledikten sonra hala gözünün önünde duran elini hiddetle geri ittirdi ve kollarından destek alarak yavaşça ayağa kalktı. Zaten acısının yoğunluğu azalmış, hafif bir sızı kalmıştı sinirlerinde geriye… O düşüşün etkisiyle midir bilinmez vücudundaki kasılma hissi ve parlamalarda yok olmuştu.

- Sen de kimsin be adam? Sayende ilk attan düşme deneyimimi de yaşamış oldum dedi üzerindeki tozu toprağı silkelerken…

- Beni iyi biliyorsun dedi önüne uzattığı sağ kolunu pelerinini sıyırarak bileğindeki işareti gösterdi.

- Sen! Aynı işaretten onun sağ bileğinde de vardı;- kimsin sen? Benimle derdin ne!

- Aileni aramıyor musun? 

- Bundan sana ne be adam! Diye bağırdı sesini iyiden iyiye yükseltmişti.

- Sana yardımcı olacağım. 

- Ne diyorsun sen ya… Sen benim ailem ya da benim hakkımda ne biliyorsun ki yardımcı olacaksın. Yardımın senin olsun dedi yeniden atına binerken… Yoluna devam edecekti ancak neden bıraksın. Atın yularını kavradı. Ve ters yöne köşke doğru çevirdi onları…

- Hey sen ne yaptığını sanıyorsun! Yuları derhal bırak. Yoksa ben bıraktırmasını bilirim… Ancak adam hiç oralı olmuyordu. Zaten birkaç dakika sonra da evin ön bahçesindeydiler.

- Attan in!

- Bunu kim istiyor ki yapayım.

- Attan in dedi yuları çekiştirerek atı huzursuz etmeye başlamıştı. Telaşla sıçradı atın sırtından.

- Manyak mısın sen be! Düşecektim.

- İnmeni söylemiştim dedi atın yularını ayaklarının dibinde duran demir kazığa bağlarken.

- Öyle mi dedi sinsice arkasından yaklaşarak başındaki kapüşonu indirmek için elini uzattığında.

- O kadar kolay değil, küçükhanım dedi kolunu bileğinden yakaladı ve hafifçe geri ittirdi onu…

- Evet, öyleymiş… Sezgilerin epey kuvvetliymiş. Ne yapalım başka sefere artık…

- Hadi içeri gir dedi kapıyı iki kez tıklattıktan sonra evin hizmetçilerinden Elis kapıya açtığında…

- Tamam dedi ve kızın şaşkın bakışları arasında o önde adam arkasında içeri girdiler. Şimdi ne yapacağım der gibi duraksadığında koluyla küçük salona girmesini işaret etmişti. Salona girdi, arkasından da o…

- Kolay gelsin, Yuri dedi başını önündeki görüntü yığınından kaldırıp baksın diye… Bir insan nasıl bu kadar pervasız ve sakin olabilirdi.

- Çabuk döndün. Hayırdır, bir sorun mu var dediğinde bile hala ona bakmıyordu.

- Acaba çok mu zahmet olur başını bir kaldırıp da bakman, ha! Bunun üzerine gözlerini ona çevirdi. Adamı gördüğünde onun kim olduğunu anlamıştı ancak yüzünde hala tek bir mimik ifadesi bile yoktu. Ayağa kalkmaya bile yeltenmemişti. Yanında duran diğer ahmaksa elini kaldırmış ve selam vermişti sanki onu tanıyormuş gibiydi bu hareketi…

- Demek nihayet seninle bağlantı kurmuş, ha…

- Bir şey sorabilir miyim acaba Yuri dedi merak ve ima ile;- Siz iki ahmak acaba bir ara bir yerlerde beraber falan mı bulundunuz. Ya da dur, dur belki de aynı yerden geldiniz.  Birbirinizi tanıyorsunuz.

- Hayır. Bu adamı ömrümde ilk kez görüyorum dedi yeniden işine odaklanmıştı bile…

- Sen nasıl bir adamsın böyle… Derdin beni çıldırtmak mı? Şu an bu odada hiç tanımadığımız bir yabancı duruyor. Üstelik bu kişi Karen’in bize gördüğünden bahsettiği o adam… Hiç mi telaşlanmıyorsun yanlış bir şey yapar diye? Karen burada olsaydı bu hareketinin karşılığı çok kötü olurdu.

- Buradayım zaten, merak etme dedi ışınlanma nihayet tamamlandığında görüntüsü gözlerinin önüne düşmüştü.

- Ama sen ne zamandır…

- Kendini yorma, küçüğüm. Bu adamı gördüğüm günden bu yana enerji imzası hep kafamın içindeydi. Nereye gitse onu bulabilirdim. Elbette gücünü böyle alelade kullandığında…

- Kendini boşuna yormuşsun, savaşçı… Ben size gelmedikçe beni bulabilmen mümkün olamazdı zaten dedi dikkati artık Karen’in üzerinde olan adam.

- Elbette, çok haklısın. Neyse… Konumuz bu değil. Buraya geldiysen anlatacak şeylerin olmalı, seni dinliyoruz.

- Aileni ve hayatta kalmış diğer Omayları bulmak istiyor musun dediğinde bakışları yine ondaydı. Ayeil ne cevap vereyim der gibi Karen’e dönüp baktığında onu onaylayınca konuştu.

- Yerlerini biliyorsan -ki hayatta olmaları bile sevindirici bir haber-  evet onları bulmayı istiyorum. Ancak senden yardım alıp almamak konusunda bazı şüphelerim var, arkadaşım. Birdenbire karşıma çıkıyorsun ve yardım teklif ediyorsun. Bunun altında çıkarların olmadığını nereden bileyim?

- Sana şu an elinde olan gücü sağlayan benim… Özel olabilirsin ya da bir takım zayıf niteliklerin olabilir ancak edindiğin bu güç benim sayemde elinde… 

- Tabii, bu dediğine dayanarak sana güvenmem ve şüphelerimden sıyrılmam gerekir, öyle mi?

- Doğru… Bana saygı duyman gerekir. O lanetten de sayemde kurtuldunuz.

- Bana kendini övme, ahbap. Kim olduğunu söylersen belki fikrim değişebilir. O da belki dedi ima ile yüzüne bakarken.

- Ailenin ve diğerlerinin yerini bilen biriyim. Bu da oldukça yeterli bir sebep…

- O sana göre öyle… Ben neyin nesi olduğunu bilmediğim birinden asla yardım almam… Ve güvenmiyorsam...

- Sen bilirsin, ufaklık dedi arkasını dönüp uzaklaşmaya başladığında…

- Ayeil, bunu yapma. Hakkında birşeyler öğrenmek istiyorsan izin ver sana yardım etsin. Hem onun kim olduğunu hem de seninle olan ilgisini öğrenmemizin tek yolu bu…

- Zaten gitmeyecek, görmüyor musun? Endişen sezgilerini bastırıyor sanırım, Karen. Gidecek olsa çoktan gitmişti.

- Bunu biliyorum, Ayeil! Ancak yardımı almamak konusunda ısrar edersen zaten yapacağı şey de bu… Aileni tek başımıza bulamıyoruz.

- Ah, tamam! Diye bağırdı sırtı onlara dönük orada öylece dikilen adama;- öyle olsun ama bu demek değildir ki şüphelerim bitecek. Bunu yalnızca kendi çıkarlarım için yapıyorum, unutma.

- Ona eğitimlerinde çok konuşmamayı da öğretmelisin dedi yüzünü yeniden onlara döndüğünde Karen’e hitaben…

- Bu konuda onun haklı olduğunu göz ardı edemeyeceğim, Ayeil. Çok fazla konuşuyorsun. Ne kadar çok konuşursan o kadar fazla bilgi verirsin karşındaki insana…

- Bunu biliyorum zaten…  Ancak… Her neyse önemi yok zaten dedi söyleyeceği şeyden vazgeçerek.

- Ne söyleyecektin dedi adam bu defa merakla…

- Ne o ilgini mi çekti, Bay Yabancı… 

- Öyle diyelim.

- Karen’le konuştuklarımızı biliyor olmalısın. Belli ki beni epey takip etmişsin. Söylediklerinin doğruluğunu merak ediyorum. Sen benim ağabeyim misin yoksa yalnızca aynı soydan aynı iki kişi miyiz?

- Eh, buna cevap ver bakalım dedi Karen sırıtarak.

- Beni gördüğün o gün seni öldürmeliydim, savaşçı… 

- Nedenini bende anlamış değilim ama artık şimdideyiz. Sen kendin mi söylersin bu sorunun cevabını yoksa biz mi öğrenelim. Yuri ve ben bunu beraber yapabilecek niteliklere sahibiz, tahmin edersin ki…

- Ailemizi ben de arıyordum uzun zamandır. Bir iki ay önce yerlerini buldum dedi ancak bunu çaresiz ya da korktuğu için değil. İstediği için yapıyordu.

- Dur, dur dedi Ayeil şaşkınlıkla, şoka uğramıştı;- yani ağabeyim olduğun doğru… 

- Doğru…

- Peki, benim neden senin varlığından haberim yok…

- Varlığımdan ancak ailemiz yanında olsaydı haberin olabilirdi. Onların haricinde kimse benim senin ağabeyin olduğum gerçeğini bilmiyor… Ya da onların oğlu olduğumu…

- İsmin neydi demiştin? dedi bir gözünü hafifçe kısarak.

- Erasmus...

- Neden ayrıldınız diye sordu bu defa Karen.

- Öyle olması gerekiyordu. Büyük savaşı biliyorsun. Sen ve senin gibi birçokları da katılmıştı bu savaşa… O savaşta yalnızca Noyan Omayları değil daha birçok türün Omayları da öldürülüyordu.

- Ne yani… Çeşitli Omay türleri olduğunu mu söylüyorsun sen?

- Evet… Omayın anlamı seçilmiş kişi demektir. Bunu bilmiyor musun?

- Biliyorum da türleri olduğu konusundan bihaberim. 

- Artık biliyorsun. Şimdi asıl önemli olana odaklanabiliriz sanırım.

- Tabii ki ama öncelikle bana neden ihtiyacın olduğunu da öğrenmeliyim. Onları tek başına bulabildiysen gidip alabilirsin de neden benimle uğraşıyorsun ki…

- Kendimi açık edemem. Onları senin bulduğuna inandıracağız. Onları bulundukları yerden gidip sen alacaksın. Zaten bu yüzden kontrolünü sağlayamadığın bu gücü senin ellerine verdim. Aksi takdirde bunu yapmazdım.

- Eh, iyi madem. Ancak bir antlaşma yapalım. Bu güçleri benden geri almayacaksın. Kontrolünü sağlamayı önünde sonunda öğreneceğim. Zaten bu güce sahip olmasam güçleri bana vermezdin de, değil mi?

- Bunu daha sonra konuşacağız. Şimdi asıl işimize odaklanalım dedi önünde bir bilgi görüntü portalı açarak. Ailelerinin ve diğer Omayların bulundukları yerleri onlara gösterdikten sonra kapattı ve Ayeil’e döndü;- onları bu gezegenlerden tek başına alma gücüne sahip değilsin. Tehlikeli yerlerdir. Karen’de söyleyebilir sana bunu…

- Haklı… Bu yerler kötülüğün had safhada olduğu yerlerdir dedi adamı onaylayarak.

- Bu nedenle ben varlığımla hep yanında olacağım. Aramızda hep bir bağ olacak. Böylece zarar görmeden onları alıp Septist’e getireceksin. Güçlerimi aramızdaki bu bağ sayesinde kullanabileceksin.

- Yani bana sağladığın güç bile yeterli değil.

- O güç o sistemlere girebilmen ve ayakta kalabilmen için gerekli…  Geri kalan enerjiyse benim güçlerimi bedenine zarar gelmeden kullanabilmen içindir dedi yanağını sıkarken;- anlaşıldı mı sevgili kız kardeşim?

- Anlaşıldı dedi göz kırparak…

 

Bir haftalık hızlı bir eğitimden sonra Ayeil artık ağabeyinin güçlerini bedeninde dengeli bir şekilde tutabiliyordu. Ve onun aralarında oluşturacağı bağlantıyı yirmi dört saat boyunca koruyabiliyordu. Bu da şimdilik yeterli bir süreydi ailesini ve diğer Noyan Omaylarını bulundukları cehennemden çıkarıp Septist’e getirebilmek için… Bu gezegenlerden biri adının da hakkını veriyordu. Oraya Şeytan yolu ya da bölgesi deniyordu. Ateş kusan zehirli gaz bulutları süzülüyormuş semalarında… Bunu ağabeyi söylemişti. Orada yaşayabilmek için güçlerinin gelişmiş olması gerekirmiş. Ne yazık ki şimdilik o bu güçlere sahip değilmiş ama olacakmış. Ancak neyse ki o büyük savaş esnasında kökleri kazınmış, gezegende yaşayan iblislerden biri bile hayatta bırakılmamıştı. Bu yönden şanslıydı. Orada ailesi yaşıyordu yalnızca… Çünkü hiçbir aklı olan canlı o gezegene adım atmazdı. Bunu yapamazlardı zaten… Toprağının ergimiş ve soğumakta olan lavlardan olduğu düşünülecek olursa ayak basıldığı anda kül olunurdu. Ailesi saklanmak için iyi bir yer ancak yaşamak için uygun olmayan bir yer seçmişlerdi yani… Zaten Ağabeyinin dediğine göre bu konuda onları merak etmemeliymiş çünkü onlar bu gezegende yaşayabilecek yeteneklere ve güce sahiplermiş… Buna inanıyordu. Aksi takdirde nasıl hayatta olabilirlerdi hala…  

- Artık hazırsın dedi üzerine son zırh parçasını da geçirdikten sonra Ağabeyi…

- Zırha neden ihtiyacım var anlamıyorum. Senin güçlerinle hareket etmeyecek miyim zaten?

- Evet, öyle ancak bildiğin üzere aç ruhlar gezegeni Amesa’da kendini saklaman gerekecek. Çarpışmaya girmeyeceksin. 

- Neden? Diğer Noyan Omayları orada yaşabiliyorsa benim için de sorun olmayacaktır.

- Ayeil, anlamak istemiyorsun sanırım. Diğer Noyan Omayları güçlerinden feragat etmişler o gezegene girebilmek için… Çünkü aksi takdirde aç canavarlara yem olacaklardı. Zor koşullar altında her gün ölüm endişesiyle yaşıyorlar. Çatışma yok. Yoksa yerinizi belli edersin.

- Tamam, tamam anladım.

- Ayeil sana güveniyorum. Güvenimi boşa harcama… Eğer yanlış bir şeye kalkışacaksan bu görevi ben devralayım.

- Tamam, söz veriyorum dedi yanaklarını sıkarak;- Ağabeyimi zor durumda bırakacak bir şey yapar mıyım ben hiç…

- Yapmayacağını biliyorum. Bu yüzden seçtiğim sendin dedi yanağındaki ellerini ellerine aldığında… Çünkü canını yakmaya başlamıştı. O kadar sert sıkıyordu;- Karen kılıcı ver ona… Silahsız gitmesin yine de…  Ne olur ne olmaz. 

- Al bakalım, şirin kız dedi sırtındaki Buster’ı çıkartıp ona uzatırken… Sırtındaki deri kılıfı da çıkarttı ve onu da uzattı.

- Ama Karen alamam bunu… Bu kılıç sana ait. Hem kendi aurası var ve kontrol edebileceğimden şüpheliyim.

- Merak etme… O sana yardımcı olacaktır dedi elindeki kılıfı bizzat sırtına takarken… Bu öylesine bir kılıçtı ki sırf kılıfı bile özel yapımdı. Şeritler halinde kılıcı tüm detaylarıyla görebildiğin bir deri kılıftı. Önünden dört kordonla, kordonlar ikişerli olarak birbirine bağlıydı ve ucundaki bir tokayla birbirine tutturuluyordu. Karen kılıfı bağlayıp ondan uzaklaştığında kılıcı sırtına koydu. 

- Nasıl görünüyorum dedi.

- Çok iyi… Umarım başarılı olursun, Kardeşim.

- Hiç merak etme. Güçlerini nasıl ustalıkla kullandığımı göreceksin.

- Öyleyse artık gitme vaktin geldi dedi dikkatini yoğunlaştırarak aralarındaki bağlantı kordonunu kurduğunda… Tüm gücü artık birdi onun vücudundaki enerjisiyle… Bu da normalde olduğundan daha fazla ve güçlü bir enerji akımına neden oluyordu yüzeye doğru. Ayeil bir şeyler fısıldıyordu. Eski bir duaydı Noyan Omaylarına ait olan. Ağabeyi güç akışının sorunsuz olabilmesi için gerekli bu sözleri öğretmişti ona… Denge tamamen sağlandığında vücudundaki işaretler ve gözlerindeki mavi parıldama yavaş yavaş silinip gitti. 

- Bu muazzam bir şey… Böyle bir gücü bedenimde hissetmek çok güzel bir duygu…

- Etkisine fazla kapılma, kardeşim. Yoksa sonu iyi olmaz biliyorsun dedi ciddiyetle ona bakarken. Gayet iyi görünüyordu. İlk sefer denemelerinde epey bir zarar vermişlerdi etraflarına ancak artık farklıydı.

- Merak etme dedi iyice uzatarak ağzında cümleyi;- kontrol bende…

- Gücün etkisine kapıldığın an kontrol ellerinin arasından kayıp gidecektir. Bunu da aklında tut.

- Emredersiniz, usta dedi selam vererek;- artık gerçekten gitme vakti… Bedenindeki güç odaklarına yoğunlaştı ve kendini enerji formuna dönüştürerek ani bir hamleyle yükseldi ve bir saniye içerisinde gezegenin sisteminden çıkmıştı. Ağabeyinin sesi, korkusu, endişesi ve dikkati üzerindeydi yanlış birşeyler olmaması için… Karen’in varlığını da hissediyordu üzerinde… Şimdi evin içindeydiler ve Karen önünde açtığı enerji ekranından onu izliyordu. Her ne kadar ona güvenseler de endişelerini gizli tutamıyorlardı. Tüm bu düşünceler arasında önce ailesinin bulunduğu gezegenin yıldız sistemine sıçramıştı. O anda da Ağabeyinin sesi yankılandı kulaklarında… “ Ayeil çok dikkatli ol” diyordu. Gülümseyerek cevap verdi ona, gördüğünü biliyordu. Duraksamadan kor rengi gezegene doğru çevirdi kendini… Bir saniye içinde sistemine girmişti bile… Ancak bu öyle bir giriş olmuştu ki enerjisi atmosferine değer değmez inanılmaz bir patlama sesi ve alevler sarmıştı çevresini… Duruma ağabeyi müdahale ederek enerjisini biraz geri çekmiş, çevresindeki enerji zırhının gücünü arttırmıştı ki böylece herhangi bir zarar görmemişti.

- Sana dikkatli ol demiştim, Ayeil diye bağırdı hiddetle…

- Haklısın, üzgünüm. Acemiliğime ver, lütfen…

- Bu koşullarda acemi olamazsın. Yoksa canından olursun.

- Tamam dedi huyuna gitmeye uğraşıyordu. Bu esnada tüm bu lav denizinin içerisinde sağlam bir toprak parçasına ayaklarını basmıştı bile… Çok sıcak olduğu üzerinden yükselen buhardan belli oluyordu ancak o hiçbir şey hissetmiyordu. İlerlemeye başladı ağabeyinin yönlendirmesiyle indiği yere yakın olan ailesinin bulunduğu mağaraya doğru… 

- Sence beni karşılarında görünce ne olacak? Ben biraz endişeliyim. Ya gelmeyi kabul etmezlerse?

- Merak etme… Eminim geleceklerdir.

- Umarım dedi büyük bir lav yatağının üzerinden sıçrarken…   

- Dikkat et acıyı hissetmiyorsun ancak bu zarar görmeyeceksin demek değil. Dikkatin çevrendeki foton zırhında olsun. 

- Bunu senin yaptığını sanıyordum.

- Şimdi bırakıyorum. Bu görev senin… Tek başına halledeceksin. Sana güçlerimi verdim ancak görev senin… Ben yalnızca beklenmedik bir durumla karşılaşırsan müdahale edeceğim.

- Tamamdır. Tüm dikkatim parçalar halinde odaklanmıştır.

- Aferin. Şimdi şu az ilerideki büyük tepeye yönel ve oradan aşağıya in. Mağarayı göreceksin. 

Dediğini yaptı ancak daha fazla yürümek istemiyordu. Havalanarak tepeye çıktı ve mağaranın önüne indikten sonra da ayaklarını yere basmadan ilerlemeye devam etti mağaranın içerisinde… Burası ne kadar da karışık bir yerdi böyle… Bir sürü dolambaçlı yol vardı. Neyse ki hangisine yönelmesi gerektiğini biliyordu. Ağabeyi sayesinde…  Birbirini kovalayan birbirinin tıpatıp aynı olan görüntüler eşliğinde az sonra olması gerektiği yerdeydi. Yere indi ve bu koca alanın içerisinde şaşkınlıkla ilerlemeye devam etti. Böyle iğrenç bir yerde böylesine güzellikte bir alan olduğunu nereden bilebilirdi. Üç bir yandan şelaleler halinde ortamın büyük bir kısmını kaplayan göle berrak sular akıyordu. Suların yere inme debisiyle oluşan buhar bulutları havaya tazelik katmıştı. Ve hoş bir görüntü…  Üç şelalenin altında üç tane mağara girişi daha vardı. Burası doğal oluşmuş bir ev gibiydi.  Çevrede belli ki Anne ve Babasının oluşturduğu enerji lambaları vardı aydınlığı sağlamak için…  Bu lambaların katkısıyla suyun ışıltısı tüm mağaranın içerisindeydi. Bu tıpkı büyük bir elmas parçasıyla bakmak gibiydi yaşama… Gölün çevresinde küçük bir iki ekilmiş yer vardı. Ayrıca geniş mağaranın çevresi boyunca tuhaf görünümlü bir sürü ağaç da vardı. Boyları neredeyse tavana dek uzanıyordu. Bu yiyeceği ve temiz havayı sağlıyordu herhalde…

- Ne duruyorsun ilerlesene diyen Ağabeyinin sesine kendine geldi. Öylesine dalmıştı ki manzaraya burada bir sebeple olduğunu bile unutmuştu. Kanatlarını açtı ve yükselerek tam karşısındaki şelalenin altındaki delikten içeri girdi. Yere iner inmez tüm gözler üzerindeydi. O da şaşkındı zaten… Yalnızca Anne ve Babası olacak sanıyordu ancak büyüklü küçüklü üç çocuk daha çarpmıştı gözüne…

- Abi dedi kekeleyerek;- bundan haberin var mıydı?

- Tabii ki Ayeil…

- Öyleyse neden bana da söylemedin?

- Şimdi biliyorsun. Üstelik kendini tanıtmazsan biraz zorlanacaksın dedi gülerek.

- Seninle bunu görüşeceğiz, Ağabey bozuntusu dedi sinirli. Ancak dikkatini tekrar ailesine verdiğinde gülümsüyordu. Anne ve Babası hayretle ona bakıyordu ancak tanıyıp tanıyamadıklarından emin değildi. Diğer üç çocuğunda bakışları üstündeydi. Erkek olan kızgın bakıyordu. Kucağında küçük bir kız olan diğer genç kızsa yalnızca şaşkındı.

- Sen kimsin diye bağırdı erkek olan… O anda Babası durması için sol elini havaya kaldırmıştı hafifçe…

- Ayeil dedi sonunda kendine gelen kadın da…

- Merhaba Annecim, Babacım…

- Ne yani bu kız diye tekrar atıldığında genç oğlan Babası bu defa kızgınlıkla bakmıştı ona.

- Sakin olun… Buraya aranızda sorun çıkarmaya gelmedim. Bu sürpriz karşılaşmamızı ve kimler olduğumuzu daha sonra da konuşabiliriz. Sizi Septist’e götürmeye geldim. 

- Septist’e mi dedi heybetli ancak yaşına göre epey yakışıklı ve dinç olan Babası…

- Evet. Septist’i artık ben ve arkadaşlarım yönetiyoruz. Korkulacak her şey geride kaldı. Evinize dönebilirsiniz dedi onlara doğru ilerlerken... Yanlarına geldiğinde durdu.

- Doğru mu söylüyorsun, Ayeil dedi gözleri iyiden iyiye ıslanmış kadın boynuna atılarak ona sarılmıştı.

- Elbette, doğru söylüyorum.

- Ya lanet dedi Babası aynı ciddiyetiyle…

- Tamamen ortadan kaldırıldı. Biraz yardımla elbette… Bunları daha sonra konuşalım mı derken hala boynunda olan Annesini de kendinden ayırarak gözlerindeki yaşları siliyordu elleriyle;- artık gidelim mi?

- Sana neden inanalım. Pek ala eski yönetimle işbirliği içine de girmiş olabilirsin diye çıkıştı aynı çocuk tekrar.

- Erf! Diye bağırdı bu kez adam. Sesi tüm mağaranın içinde en az üç kez yankılanmıştı. Çocuk korkuyla biraz geri çekildi.

- Lütfen, Babacım. Görüyorum ki eskiye dair her şeyden haberleri var ki şüpheleri olması da normal değil mi? Eski yönetim tamamen dağıldı. Bizzat dağıttım. Başkanı da kılıçtan geçirdim. Şahsen dedi oğlanın delici gözlerine dikmişti o da gözlerini;- şimdi artık başka bir sorun yoksa gidebilir miyiz? Buradan geçmem gereken başka bir yer daha var.

- Eşyalarımızı toplayalım, kızım dedi Annesi az ileriden diğer mağaraya açılan girişe yönelecekti ki Ayeil onu durdurdu.

- Gerek yok. Boş verin her şeyin yenisini edinirsiniz. Zamanımız çok kısıtlı, hemen gitmeliyiz.

- Pek ala dedi Babası ve çocukları tek bir el hareketiyle çevresine topladı, kadını da kolunun altına aldıktan sonra Ayeil’e döndü;- bizi Septist’e götür bakalım, sevgili kızım.

- Memnuniyetle dedi onların tam ortasına ilerleyerek durdu ve Ağabeyinden sağladığı yardımla da gidecekleri yere odaklandı ancak Septist değil önce Tara Arya’ya geçmeleri gerekiyordu. Ağabeyiyle baştan böyle anlaşmışlardı. Görüntüleri dalgalar halinde birkaç saniye içerisinde bulundukları yerden silinmiş Tara Arya’da Karenin evinin içinde oluşmaya başlamıştı. Az sonra tamamen oradaydılar. Ruh ve bedenleri bir bütün halinde sorunsuz bir geçiş olmuştu. Yalnızca şu an Anne ve Babası ikinci şoku yaşıyorlardı. Çocuklarsa şaşkın şaşkın bakıyorlardı çevrelerindeki bunca insana… Malum Ayeil’in ailesi epey kalabalıktı ve eksiksiz herkes büyük salondaydı.

- Merhaba dedi Ağabeyi dudağında hafif ancak acı dolu bir tebessümle… Belli ki geçmişe dair kötü anıları vardı birbirlerinde…

- Erasmus diye atıldı annesi onun boynuna… Sıkıca sarıldı o da kadına... Kokusunu iyice içine çekti.

- Özlemişim, Anne dedi çatallaşan sesiyle… Ayeil Babasına döndü. O da belli etmese de üzgündü. Erasmus Annesiyle olan hasretini bir nebze de olsa dindirmiş olmanın rahatlığıyla Babasına döndü kadını kendinden ayırıp yanına çektiğinde;- biliyorum bana hala çok kızgınsın… Ancak sözünü tamamlayamadan Babası onu kendine çekmiş ve sıkıca sarılmıştı.

- Oğlum diyor, gözlerinden oluk oluk yaşlar akıyordu. Onu bıraktığında aynı şefkatle Ayeil’e de sarılmıştı.

- Sizi bulduğuma çok seviniyorum. Ağabeyime çok minnettarım. O olmasa bulamazdım sizi dedi ayrıldıklarında, önce adamın gözündeki yaşları sildikten sonra…

- Yaşıyor olduğunuzu bile düşünmüyorduk. Ama ikinizde karşımızdasınız. Rabbime çok şükür dedi ellerini ve başını göğe doğru kaldırarak.

- Bu mutluluk sahnesini bölüyorum ama yapmanız gereken bir iş daha var dedi Karen…

- Haklısın. Aklımda merak etme… Hadi Ayeil… Diğer görevin seni bekliyor…

- Tamam, gidiyorum derken yeniden yoğunlaşmıştı. Zaten hala enerji formundaydı Kendini dış uzaya teleport ettiğinde… Ağabeyi Çok uzak mesafeler için gerekli enerjiyi yalnızca geri dönüş için kullanmasına izin veriyordu. O gider gitmez Babası şaşkın sordu.

- Nereye gidiyor, Erasmus?

- Diğer Noyan Omaylarını bulundukları yerden çıkarmaya gitti. 

- Öyle mi? Hala hayatta olanlar var yani…

- Evet… Zor oldu ama sonunda buldum. Ancak ben kendimi ifşa edemeyeceğim için bunu Ayeil yapıyor…

- Anlıyorum. Tabii senin aracılığınla… Tek başına bu güce sahip olması mümkün değil.

- Haklısın. Gücümü kullanıyor. Enerjisi ve aurası müsait ama henüz o kadar güçlü değil.

- Anlıyorum…

- Ayakta durmayın. Oturun lütfen… Septist’e geçmeden evvel biraz buradayız. Bunu daha sonra konuşacağız dedi yaşlı adamın konuşacağını görünce;- şimdi Ayeil’le ilgilenmem gerekiyor.

- Tabii devam et dedi otururken. Ayakta olan bir o bir de Erasmusdu.

- Ayeil!

- Dinliyorum, Abi. Henüz varamadım.

- Ameda’nın yıldız sistemine girdiğinde enerjini saklayacaksın. 

- Tamam, Abi biliyorum. Telaşa mahal yok dedi önünde yeni bir geçiş portalı açıp içeri sıçradığında… Bu son geçişti. Biraz uzun sürecekti ama sorunsuz olacağını hissediyordu. Yaklaşmaya başladığında sisteme bir kısım enerji odaklarını tamamen durdurdu. Geriye yalnızca boşlukta nefes alabilmesi, ilerleyebilmesi ve onu koruyacak olan foton kalkanı için gerekli enerjisini yüzeyde tutuyordu. Geçişten çıkmaya birkaç saniye kala ise Ağabeyiyle arasındaki bağı da kopardı. Böylesi her ikisi için de güvenli olacaktı. Ayeil bağı koparttığında telaşla boş bulduğu bir yere çökmüştü.

- Umarım yanlış yapmıyorumdur.  

- Boş yere telaşlanıyorsun. Ayeil senin sandığından daha güçlü ve dayanıklıdır dedi Karen söze girerek.

- Ameda’nın nasıl bir yer olduğunu biliyorsun. Küçücük bir hatan da varlığın anlaşılıyor ve derhal yok ediliyorsun. Aç ruhlar ruhunu emiyor.

- Biliyorum ancak ben Ayeil’e güveniyorum. Bence sen de güven…

- O gezegenin sistem sınırları içerisinde bulunmuş biri için epey soğukkanlısın.

- Sen de şu an epey abartıyorsun durumu…  Baksana çenen düştü, duyguların tavan yaptı. Senden bekleyeceğim bir şey değil bu…

- Her neyse dedi dik dik suratına bakarken…

 
Toplam blog
: 38
: 43
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Çalışırken denk gelmiştim milliyet blog sayfasına... Burada yazılanlar beni çok cezbetti ve ben d..