Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kızılderililer ya da TRT'nin ayrılık ateşi

Kızılderililer ya da TRT'nin ayrılık ateşi
 

KIZILDERİLİ DOKUMA DESENLERİ (Sanal ortamdan alıntıdır)


KIZILDERLİLER adlı milletler topluluğunu uzun uzun anlatmak, onların dertleri ile hemhal olmak her zaman mümkün! Çünkü Batı'nın yerlerinden, yurtlarından sürerek sayılarını 60 bin ile 70 bin kişiye kadar düşürerek; tarihte görülmemiş bir biçimde azaltmış oldukları yegâne insan topluluğunun adıdır KIZILDERİLİLER.

Onların ne kadar gaddar, ne kadar sinsi, ne kadar da acımasız olduklarını öğrendik ABD filmlerinden. Ayrıca çocukluğumuzun etkilenme kaynaklarından TOM MİKS, TEKSAS, KİNOVA gibi çizgi romanlarında da öğrendik ki bu KIZILDERİLİLER: Vahşi, saldırgan, insan sevgisinden uzak, konuksever olmayan(!?), ellerine geçirdikleri Kahraman Subaylara en olmadık işkenceleri uygulamaktan çekinmeyen, en küçük bir sorunda kardeşlerinin bile karnını deşmekten korkmayan, çirkin suratlı, saldırgan, çok medeni insanlarla bir türlü anlaşmak istemeyen, kalın kafalı İLKEL KABİLELER idi.

Oysa biliniyor ki Orta Amerika ile Güney Amerika'da binlerce yıllık uygarlıklar kurmuş olan AZTEK, İNKA, MAYA yerlileri gibi KIZILDERİLİLER de dev gemileri ile dalgaları yararak gelen Beyaz Adam'a konukseverlik göstermişler ise de bir süre sonra ALTINLARI, GÜMÜŞLERİ, DEĞERLİ TAŞLARI yanında canlarından ve yaşadıkları topraklardan da olmaya başlamışlar: YOK OLMAK gibi acı bir kadere adım adım sürüklenmişlerdir. Yıllar boyunca bize öğretilmeye çalışıldığına göre Beyaz Adam'ın elinde tutarak geldiği, ağzından ateşler çıkan üç beş silah karşılığında incik boncuklarını, altınlarını, yurtlarını ve atlarını bile Batılı güçlere verebilecek kadar da akıldan izandan yoksun varlıklardı KIZILDERİLİLER.

Nice film kahramanımız onların oklarından ve bıçaklı saldırılarından kurtularak hayatta kalabilmiş ve güç belâ ağaçtan yapılmış olan derme çatma kalelerine dönebilmişlerdi. Ne günlermiş o günler! Bir de öyle ''akılsız idi ki bu KIZILDERİLİLER'' dört nala koşturdukları atları ile trenlere bile saldırmaktan çekinmezler; sözmü ona treni durdurarak Beyaz Adam'a derslerini verecekler, belki de kafa derilerini kazıyacaklardı! 1500'lerle birlikte dünyayı denizlerden fethe çıkmış olan Avrupalı yayılmacılara göre Vahşi Batı'nın bütün varlıkları artık kendilerinin olmalı; önlerine çıkan her türlü engel de kaldırılmalı idi. Bu engellerden en büyüğü de ATLAS OKYANUSU'ndan sonra karşılarına dikilmekten gözlerini kırpmayan: ONBİNLERCE YILLIK ÖZ YURTLARINI SAVUNMAK AZİM ve KARARLILIĞINDAKİ KIZILDERİLİLER idi.

Oysa onların atları, çadırları, çoluk çocuklarından başka hiçbir şeyleri yoktu: Ne tarım yaparlar ne bahçelerde sebze meyve yatiştiriler ne deri tabaklarlar ne de giyim kuşamları için dokuma işleri yaparlardı. Nasıl bir dilleri vardı? Ne yer ne içerlerdi? Sayılarını nasıl sayarlar; nasıl hesap yaparlardı? O güzelik çadırlarını nasıl yapıp çatarlar; atlarına nasıl yüklerlerdi? Her bir toplulukta iş bölümü nasıldı? Müziklerinin ölçüleri ile başlıca müzik aletleri nelerden oluşuyordu? Bu gibi toplumsal ve kültürel unsurlar ne kendi kültürümüz için ne de başka kültürleri anlayabilmemiz doğru dürüst öğretilmişti bize. Başlarına bir tüy takıp tütün çubuklarını tüttürürler; birbilerini uzun kelimelerden oluşan adlarla çağırılardı ki gülmemek elde değildi bizim için: Oturan Boğa, Kızgın Kurt, Ayağı Çabuk, Beyaz Tilki, Kızıl Ok, Akbaba...

Yıllar sonra gerçeğin hiç de böyle olmadığını öğrendik! Çok geç de olsa onların bütün Amerika Kıt'asında öbek öbek kültürler olarak nice güzellikler geliştirdiğini; insan sevgilerinin ise çoğunmuza parmak ısırtacak kadar yücelikler taşıdığını okuduk. Yalnızca Apaçiler değil belki bin kadar KIZILDERİLİ TOPLULUĞU vardı Amerika'da. Çok zengin bir sözlü kültür yanında engin bir müzik kültürü de vardı onların. Bir de öğrendik ki kendi öz yurtlarında silahlı Beyaz Adam tarafından basılan KIZILDERİLİLER öyle ''film icabı öldürülüveren'' bir kaç yüz kişi değil bir kaç bin, hatta onbinlerce, milyonlarca CAN idi. Bazı kaynaklara göre 19.yüzyılın sonuna kadar ABD'de ateşli silahların da acımasızca kullanıldığı bu fetih hareketinde; gayri resmi olarak (bu işin resmi sayısı nasıl öğrenilir bilemem!) YETMİŞ MİLYON dolaylarında KIZILDERİLİ'nin canı ''tamuya'' gönderilmiştir.

Yine öğrendik ki: 1850'lerde değişime uğramaya başlayan ve Birinci Dünya Savaşı ile birlikte yaşamakta oldukalrı adacıklarında yayılmacılık peşine düşen JAPONLAR'ın 2. Dünya Savaşı süresince giriştikleri nice kahramanlıklara rağmen Hiroşima ile Nagazaki'ye gatılmış olan ATOM BOMBASI'nın yaratmış olduğu etkilere benzer bir biçimde KIZILDERİLİLER de Beyaz Adam'ın ne kadar yenilmez bir güç olduğunu bile bile karşılarına çıkıveren bu yaratıklara karşı koyma azminden: YOK OLMA PAHASINA DA OLSA hiç vazgeçmediler. Onlar da bile bile ölüme gitmek demek olan ''harakiri'' eyleminin kahramanlıklar yaratan bir yüzü olarak; o yüzyılların birer KAMİKAZE'si (Japonlar'da olmasa bile bize göre vatan uğruna ölmek anlamında ŞEHİTLİK payesi de denebilir bu eyleme) idiler bence. Korkusuzca atlamaktan çekinmezlerdi ateşli silahların üstüne doğru. Öyle ki çeşitli tuzaklara düşürülerek teslim alınan hiçbir KIZILDERİLİ ÖNDER sözle bile olsa kendisini savunmaktan bir an bile geri durmamıştır. Ne yazık ki HOLLYWOOD onların hayatlarını mümkün olduğu kadar filme çekmez! Kıyısında köşesinde dolaşır durur ancak...

Bu gibi vahşice öldürme eylemlerinin nasıl yapıldığını, onların nasıl bir kandırılma ile ''bir tüketişişe doğru'' sürüklendirildiklerini KÜÇÜK DEV ADAM adlı film ile öğrenmiş: Seyrettiğimiz filmin etkisi ile HEPİMİZ ONLARIN YANINDA yer almaya başlamıştık. Çünkü göz göre göre koca koca generallerin denetiminde toplama kampları kuruluyor; askerlerin gözlerini bile kırpmadan soykırım yapılmasına izin veriliyordu. Gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmış olan bir senaryo da olsa: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, idi.

Aynı durumu TRT'nin büyük bir cesaret ile çekerek yayınlamaya başlamış olduğu AYRILIK dizisi için de söyleyebiliriz. Ne yazık ki bu dizi de BULGARİSTAN'daki soydaşlarımızın yıllarca sürülmüş olduğu BELENE ADASI'ndaki zulümleri dile getiren ve TRT tarafından çekilen BELENE dizisi için uygulanan ''yayının durdurulması'' ile sonuçlanacak gibi görülüyor. Ancak yine de ilk tokatı atan, karşı tarafa göre bir üstünlük sağlamış olacağı için; umulur ki barış dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılarak her türlü zulmü ve sinsi terörü önleyecektir.

1990'dan sonra BULGARİSTAN'da zorunlu olarak başlatılmış olan toplumsal ve hukuki değişim daha önceki yıllarda şiddetli bir biçimde yaşanmış olan sindirme ve asimilasyon çabalarını durdurmuş; tarih boyunca akrabalıklar kurmuş olan iki büyük millet için DEMOKRASİNİN NİMETLERİ çerçevesinde; barış ve huzur içinde yaşamanın yollarını açmıştır. Bu durumu FİLİSTİN için olduğu kadar IRAK için de öngörmek arzusunda olmak zorundayız.

1971 ya da 1972'de Ankara'daki uğrak yerlerimden birisi olan Zafer Çarşısı'nda The Light in The Forest adlı bir roman görmüş; az biraz karıştırdıktan sonra da almaya karar vermiştim. Mutlu sonla biten acıklı hayat anlatılıyordu romanda: Lenni adlı kabileden birileri bugünkü Pensilvanya toprakları yayılmacı Beyaz Adam tarafından işgal edilmekte iken bir çatışma sırasında sekiz on yaşlarındaki John adlı bir çocuğu kaçırırlar. John, Lenniler arasında bir Kızılderili gibi yetişir. On yıl sonra Amerikalı askerler onu alarak ailesine teslim etmek isterler. John karşılığında Lenniler eski topraklarında bir bölümünü geri alabileceklerdir. Bu da kolay bir süreç değildir: Bazı çatışmalar çıkar. John da gönülsüzdür Amerikalılara katılmaya. Bütün değerleri ile bir Lenni olduğu için Amerikalılar'ın dilini bilmemekte, Lennili çocukluk arkadaşlarından da kopmak istememektedir. Ne ki sonunda Lenniler de oğulları kadar çok sevdikleri John'u yüreği ayrılık ateşi ile yanmakta olan, gerçek annesine gitmeye zorlamak durumunda kalırlar.

KIZILDERİLİLER için az çok bilinen bazı gerçekleri bir alıntı olarak size sunmak, ; sonra da onların kültür özelliklerinin araştırılması konusunda bazı yaklaşımlarda bulunmak istiyorum:

''Buzul Çağı'nın en şiddetli döneminde, <ı>M.Ö. 34000 - <ı>M.Ö. 30000 yıllarında, dünyadaki suyun önemli bir bölümü büyük kıtasal buz katmanları halindeydi. Bunun sonucunda, Bering Denizi bugünkü düzeyinden yüzlerce metre daha aşağıdaydı ve Asya ile Kuzey Amerika arasında, adına Beringia denilen, bir kara köprüsü oluştu. Beringia’nın en geniş döneminde 1.500 kilometre kadar olduğu sanılıyor. Nemli ve ağaçsız bir tundra olan bölge, otlar ve diğer bitkilerle kaplıydı ve bu da ilk insanların yaşamak için avladıkları büyük hayvanları çekiyordu.

Kuzey Amerika'ya ilk erişen insanlar, yeni bir kıtaya ayak bastıklarını muhtemelen tahmin bile edemezlerdi. Atalarının binlerce yıldır yaptığı gibi Sibirya kıyılarında av peşinde koşmaya devam etmişlerdir.

M.S. ilk yüzyıllarda, bugünkü Arizona'da Finiks kentinin bulunduğu yöreye yakın yerleşim birimlerinde, top oynamak için alanların ve Meksika'da bulunanlara benzeyen piramit biçimli kümbetlerin yanı sıra kanal ve sulama sistemleri kuran Hohokumlar yaşıyordu.

İlk yerleşimciler <ı>Seminoller, Çerokiler ve <ı>Mişuki kabileleri ile karşılaştılar. İspanyol kaşifler ise Kaliforniya'da <ı>Şoşon, <ı>Payitu, <ı>Kahula, <ı>Mevuk ve diğer bazı kabilelerle karşılaşmışlardır. 19. yüzyılda, Avrupalı kaşifler batıya doğru göç ederken Kızılderili kabileleri kendi topraklarından sürmüşlerdir. Bu dönem batıda Apaçi, Siyu ve Komançi ve diğer kabilelerle yapılan utanç verici savaşlar dönemidir. Bu savaşlardan geriye kalan çok az sayıda yerli ise, Rezervasyonlar (kızılderililer için ayrılmış araziler) olarak bilinen küçük bir alanda yaşamaya mecbur edilmişlerdir.Yani bu halkın büyük bir kısmı soykırım'a uğradı.

Bugün ABD'de hükümet tarafından resmen tanınan 554 Kızılderili kabilesi vardır.''

Kızılderili lehçelerinde TÜRKÇE
Yatkı Ev, yatılan yer
Dodohişça Dudak
T-sün Uzun
Yu Su, yu-mak, yıkamak
Lı-ık Vatan, ili
Tete Dede
Tamazkal Hamam, temiz kal
Hogan Kerpiç ev, Hopan
Kuşa Kuş
Türe Türe, Töre
Hu Hu, Hu hu(Selam)
Yanunda Yanında
Aş-köz Yemek
İldiş Dişleme
Atış-ka Atış
Tapa Tuba

( Kaynaklar:

(Erken iç Asya Tarihi- Prof. Dr. Sinor- S. 102)” (Tanrının Türkleri- Cilt.1- S.314- Semih Tufan Gülaltay)
H. Cemil Tanju-Tunç derililer. S.106 (Age.s.316)
Süleyman Nazif, Hz.İsa'ya Açık Mektup, -Eski ve Yeni Harflerle- Lamure, 2006 (Kitabın ilk baskısı 1924 tarihinde eski Türkçe harflerle yapılmıştır. http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1z%C4%B1lderili)
Eğer KIZILDERİLİLER ile tanışmak imkanınız yok ise onların müzikleri ile hemhal olmak; onları bu yönleri ile olsun tanımak artık hakkınız. Böylece hiç bir sansür olayına da uğramadan tek başınıza istediğiniz kararı almak; istediğiniz gibi bazı karşılaştırmalar yapmak gibi durumları da yaşamak size kalmıştır.

''Native American Music'' diye yazarak ardığınızda birbirinden değişik muhteşem KIZILDERİLİ MÜZİKLERİ bulacaksınız. Onların bazı desenlerinin BİZİM HALI KİLİM DESENLERİNİ ÇAĞRIŞTIRMASI yalnızca bir TESADÜF olamaz... Oysa bu gibi benzerlikler ne MISIR, ne ROMA ne de RUS kültüründe var...Yalnızca İRAN, AFGANİSTAN, IRAK, SURİYE, AZERBAYCAN, ÖZBEKİSTAN, KAZAKİSTAN ile TÜRKMENİSTAN'da var bu gibi desenlerin yaygınlığı!

Bunun tek açıklaması kabaca: Komşuluk, ticaret ya da değişik ırklar bile olsalar ortak sanat değerlerinde buluşmak olarak açıklanabilir. Bu nedenle bu durumun iyi araştırılması, iyi irdelenmesi gerekiyor. Bu benzerliği 1978'de Ankara'da karşılaştığım Amerikalı öğrencilerin elindeki bir kitapta gördüğümde de tartışmış; kaba bir benzetme ile YALNIZCA BİR BENZERLİK de olsa ARAŞTIRILMASI GEREKİR diyerek ayrılmıştık. Çünkü onlar bizim desenlerimizi ne görmüşler ne de bu konuda bir araştırma için gelmişlerdi. Artık dünya bu kadar küçüldüğüne göre binlerce yıllık geçmişi olan bu ortak sanat ürünlerinin gerçekte KÖKEN OLARAK çok değişik özleri çağrıştırdığını söylemek: GÖÇ DESTANLARI 'nın izinden de giderek gerçek bilimsel bulgulara ulaşmak gerektiğini ortaya atmak zorundayız. Çünkü ortak değerlerin yaratılması bir tesadüf olamayacağı gibi üç beş yüzyıllık bir etkilenme ile de açıklanamaz bence...

Bu alanlarda ne yazık ki ne ülkemizde ne de ABD'de gerektiği gibi olması gereken KARŞILAŞTIRMALI ARAŞTIRMALAR yapılabilmiş değildir. Bazı ipe sapa gelmeyen iddiaların var olduğunu biliyor isek de bunları destekleyecek hiçbir kaynakçalı araştırma ya da konuşma yok ortalıkta! Oysa içinde dil ve sanatı da içeren ''kültür bilimleri'' somut örnekler olmadan; yalnızca basit kıyaslamalar ile çıkmaz ortaya. Bu türden araştırmaların ortaya çıkması da belirli (yüksek) bir bütçe yanında belirli bir araştırmacı grubu ile yapılabileceğine göre; bu alanda öncelikle büyük düşünmek gerekmektedir. Yoksa ortalık bazı propagandist ifadeler ile benim de burada az çok belirtmeye çalıştığım gibi bazı benzerliklerin öne sürülmesinde öteye gidilemez.

Bana göre mevzuat dışı bile olsa ''müfredatların düzenlenmesi'' kapsamında bu gibi konulara da el atması gereken YÖK; umulur ki yeni başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN'ın bir ''sosyolog'' olması bakımından, gerekli çıkışları yapmaya başlar artık. Eğer bu uykululuk durumu sürüp gidecek olur ise vay halimize!

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..