Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '07

 
Kategori
Güncel
 

Klavyenin dişi tuşları...

Klavyenin dişi tuşları...
 

Dün gece yani 30 Mayıs akşamını 31 Mayıs sabahına bağlayan geceyi uykusuz geçirdim. Akşam geç vakitte yattıktan sonra kafama takılan sorunu (!) çözmeye uğraştım. Her ne kadar ülke yönetiminden sorumlu bir sıfat taşımasam da, geleceğimizle ilgili (adamın atmışından sonra ne geleceği olursa) meselelere kafa yorma ihtiyacını hissettim. Başbakan’ın Anayasa Mahkemesi hakkında söylediği söze karşılık, Anayasa Mahkemesinden gelen oldukça sert cevaba benim de birkaç cümleyle de olsa katılmam gerektiği kanısını taşıyordum.

Ne gerekse!...

İşte bütün bunları düşünürken, sabah oldu ama ben de sabah aydınlandıktan sonra “Bayılmışım” sanırım, kalktığımda saat on otuzu geçiyordu.

Benim için hazırlanan “Diyet”([1]) kahvaltımı tez bir şekilde yaptıktan sonra, dizüstü bilgisayarımın başına geçiyorum ve “Microsoft Office Word 2003” den “Blog Bos” sayfamı açıyorum. Ve yazmaya başlayacağım…

Ammaaaaa…

Dün “Bu açıklamayı kullanacaklar” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, biz yazarken dikkatli, olmak zorundayız. Dokunmazlık zırhımız olmadığı gibi, genel ahlaka ve adaba da uymak zorunda hissederiz kendimizi. Dahası, kendimize söylenmesini istemediğimiz bir şeyi, karşımızdakine de söylemek istemeyiz. Bizde kural budur, başkalarını bilemem tabi.

Ancak, gece kafamda tasarladığım ve yazmak istediğim şekil başka türlü. O cümleleri oluşturacak kelimelerin harflerine bakıyorum dizüstü bilgisayarımın klavyesi üzerinde…

Harfler öyle bir bakıyorlar ki bana “Allah aşkına bas artık şu düğmeye” der gibiler. Hatta içlerinde öyle harfler var ki, dişiliklerinin bütün cazibesini ortaya koyuyorlar. Kaşlarıyla, gözleriyle ve bazı fettanlar, dudak hareketleriyle beni etkilemeye baştan çıkarmaya çalışıyorlar.

Ama ben sağlam duruyorum.

Düşünüyorum, bu kelimeleri oluşturacak harflere basarsam, öncelikle “Onay”dan geçmez, yayınlanmaz. Hadi oradan geçtik, gazeteye “Köşe” olarak aktardığımızı farz edelim. Yazılarım her gün “Basın savcısı”nın denetiminden geçtiği için “Suç” teşkil etmemeli. Geçenlerde kendilerine “Ben hapis cezası almadan, para cezasına çarptırılmadan” nasıl yazacağımı sordum, cevap bile vermediler.([2]) O nedenle yaş tahtaya basmanın ve gözlerimi “Kapı altında” açmanın bir anlamı yok. Üç kuruşluk emekli maaşı ile de tazminat ödenmez zaten.

Ve vazgeçiyor, değerlendirmeyi “İlgili makama” yani millete bırakmaktan başka çare göremiyorum.

22 Temmuz 2007 günü, milletin hangi istikamete gitmeyi istediğinin belli olacağı bir gün. Öyle umuyor ve düşünüyorum ki millet kararını en doğru şekilde verir.

Şu günlerde yaşadıklarımıza inanmamız mümkün değil. Bu devlet, bu millet buna benzer bir dramatik komedi yaşamadı daha. Evet, çok eziyet çektiğimiz günler oldu. Ülkeyi ayakta tutmak için geceli gündüzlü çabaladığımız günlerimiz oldu. Hatta sokağa çıkmaya korkulan günleri bile geçirdik. Her gün “Kaç kişi öldü” diye çetele bile tutulan günler gördük. Tam “Huzur” içinde olmayı düşündüğümüz günlere geliyoruz ki, bu gün de bu dramatik komedileri yaşıyoruz.

Bakın… Geçen yine yazdığım konulardan biri. Asker talep ederse, Başbakan meclise “Tezkere” getirirmiş. Böyle bir şey olur mu? Bu lafı söylüyor, arkasından cevabını alıyor, sonra da çıkıp konuşanı tenkit ediyor, karalıyor ve hatta “Benim emrimde, konuşamaz” demeye getiriyor arkasından da çıkıp Anayasa Mahkemesi kararında olduğu gibi, millete şikâyet ediyor.

Yakışır mı bir “Devlet adamı”na?...

Hadi al bakalım “Asker isterse” lafının cevabı. Altından nasıl kalkacaksan kalk. Ama amacın lafın altından kalkmak değil, millete “Şikâyet” edecek bir şeyler bulmak olunca, işte böyle oluyor.

Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt Güvenlik Sempozyumu'nun ardından gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında, Kuzey Irak'a yönelik sınır ötesi operasyonla ilgili soruları yanıtlarken, hükümete yazılı talep vermelerine gerek olmadığını 12 Nisan'da taleplerini sözlü olarak dile getirdiklerini belirtmiş.

“Devlet geleneğine” vurgu yapan Büyükanıt, siyasi bir otoritenin önce hedef koyması gerektiğini vurgulayarak, "Her askeri harekâtın siyasi bir amacı vardır. Önce siyasi otorite bir karar alır ve askere emir verir. Daha sonra asker oturur bu hedefi nasıl hayata geçireceğine dair plan yapar" demiş…

Buyurun, cevap verin…

Tabi verebilirseniz…

“Bir avuç fındık iyi gelir, tabi yerseniz…”

[1] Bir kibrit çöpü(!) büyüklüğünde yağsız peynir, üç tane zeytin, bir bardak çapanoğlunun abdest suyu gibi çay, iki ince dilim ekmek… Böyle sanıyorsanız aldanıyorsunuz tabi… Beni hiç kimse “Acından” öldüremez. Keyif ile kahvaltımı yapıyorum. Tabi biraz çaktırmadan…

[2] “İlgili C. Savcılığına” başlıklı yazım…

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..