Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '16

 
Kategori
Öykü
 

Koca Kent

Koca Kent
 

SEYHAN KAFE KADIKÖY-iSTANBUL YAZAR, OZAN DOSTLARLA YILLAR ÖNCE


Bu sızlanış, arayış sürüp durdu.Duyduğu yalnızlıktı bu koca kentte.

“Gir” sesini alınca doğruldu yatağından, gördüğü düşü unutmamıştı. Bir bir canlandı konup göçenler usunda. Ağlamaklı sesle ellerini açtı gökyüzüne yalvaran sesle, sonra sıraladı dileklerini, yalnızlığını.

Koca kente geleli yirmi yılı aşmıştı. Milyonların içinde çoğalan yalnızlığı taşıyamıyordu. Oysa oturup kalktığı, burnundan kıl aldırmayan arkadaşları vardı. Peki zoru neydi, neden herkesle beraber herkesten uzaktı. Kendisine gösterilen ilgi de az sayılmazdı. Arkadaşları bilgisine, sanata olan ilgisine saygı gösteriyordu. Anlamaz da değildi. Öykü, şiir, resim alanında konuşmaya başlayınca dinletirdi kendini.

Gördüğü düş alıp getirdi yaşadığı gerçeklere onu. O yakın görünüp uzak duran arkadaşlarım için “Bir değerim yok, biliyorum.” dedi. “Onlar kendileri için de öyleydi. Herkes içten hesaplı, birbirine pazarlıklıydı. Evet biliyorum birbirine güvenmediklerini, birbirini sevmediklerini…” sıraladı durdu düşlerini, yaşadıklarını.

Girdiğim salon da ne kalabalıktı öyle! Beni içeri çağıran hangi sesti. Kapının dışında duranın ben olduğunu bildiği için miydi “gir” sesiyle beni içeri çağırdı. Kalabalık salonda beni çağıran ses kimindi? Tek tek bakamazdı ya yüzlerine, işte o da kalabalık arasından geçerek bir koltuğa oturdu. Beklemeye koyuldu çağıran sesi. Herkes bitmeyen bir konuyu tartışıyordu. Birbirini dinleyen pek yoktu. Bu kalabalık, bu gürültü yine onu yalnızlığa itti.

Oturduğu koltukta kulak kabarttı yanındaki tartışmaya. Konu “sevgi” olsa gerekti. Neden giderek azalıyor “sevgi” diye yakınıyorlardı birbirlerine. Herkesin yakınıp da çoğaltamadıkları kendisine de uzaktı. Dinledikleri karşısında “yalnızlık” çıkmazında tek değildi. Bak herkes bu konuyu tartışıyor. Bir salon, ikili üçlü kişilerle durmuş çözüm arıyor yalnızlıklarına. Oysa ne de çoklar!

Ağlamaklı sesle yatağında döndü. Sağ yanı uyuşmuştu. Sol yanına dönünce uyuşan kolu üste çıktı. Elini açıp kapayarak kolundaki uyuşukluğu gidermeye çalıştı. Bir süre sonra sol yanında uykuya daldı.

Bu uzaktan bakıp el eden ozan arkadaşım değil miydi? Oturduğu koltuktan arkadaşına el salladı, buradayım dercesine. O da karşılık verince “çağıran ses” bu olsa gerek diye düşündü. Oturduğu koltuktan doğrulmadan gidip gitmekte kararsızlık geçirdi. Şimdi onun karamsar düşlerini kaldıramam diye düşündü. Arkadaşı istekliydi. Duramadı doğruldu koltuğundan. Koltuklar arasında süren tartışmalardan geçerek arkadaşına ulaştı.     

Yıllar sonra kavuşurcasına sarıldılar birbirine. Bu özlem durduk yerden yeşermeyeceğine göre aralarında çoğaltmaları gereken bir “sevgi” olsa gerekti. “Nerdesin, özlettin kendini.” Bildik sözlerdi. Geçiştirdi bir iki sözle. “Ben de düşlerimde seninleyim, ama gerçekte ne de uzağız değil mi?”deyip salonu gösterdi.” Bunlar hep bizim gibi olsa gerek!”

Arkadaşını taşlayınca keyif  bağışlamayacağını gösterdi. Bu koca kentte kaç kişi birbirini kandırmakta yarışıyor anlatsana. Bu salonda aradıkları “sevgi” oysa çok da uzağımızda olmasa gerek. “Bak tuttuğum bu elin, kucaklaşıp sarıldığımız kollarımız, uzaktan durmadan atan yüreğimiz gerçek değil mi? Gözbebeklerimiz ışıl ışıl  yanıp  parlayarak “sevgi”yi çağırmıyor mu?”  Bir bir sıraladı, yakındı arkadaşına. Hele arkadaşı ozan olunca daha iyi kavrıyordu bu sızlanışları.

Kalabalık salonda gün boyu sürecek “sevgi” konulu söyleşi birazdan başlayacaktı…

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..