Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '08

 
Kategori
Mizah
 

Kocanızı bir geceliğine alabilir miyim?-2

Kocanızı bir geceliğine alabilir miyim?-2
 

Bildiğiniz gibi hikayemizin kahramanı çat kapı hanım. Benimse, onun bu hiç durmayan, çat kapı yarattığı rahatsızlıklardan kurtulmak için hazırladığım bir planım var. Bu planla kendisini ziyarete gidiyorum. Kapıdayım. Ding dong! (Bu kez çalan onun kapısı, bakmayın zil seslerinin aynı olduğuna)

—Hoş geldin! Kibrit çöpü kıracağım vallahi!

—Estağfurullah ya!

—Geç geç, çayım var, içeriz.

Pofuduk koltuklarına yayılıp oturdum. Çayım geldi. Yaktık sigaraları. Bizimki pür neşe.

—Ya, ne iyi ettin de geldin, benim de aklımdan sana gelmek geçip duruyordu.

Ben bilirim malımı. Ahmet’in olmadığı her an, benim evde zaten!

—İstersen bana gidelim, dedim. Çok içten söylüyorum, zira çok tatlı olmalıyım, planımın işlemesi buna bağlı.

—Yok, canım ne gerek var. Oturuyoruz işte. Hem ben sana kim bilir kaç kere geldim, bir de bizde oturalım.

(Kaç kere geldiğini hiç saymadım ama ben ilk defa geliyorum.)

Oradan buradan başlıyoruz sohbete. Hal hatır sormalar. Bildik, Ahmet’le olan sorunları. Falan filan. İlerleyen dakikalarda; utana sıkıla ama tamamen rolden, sohbetin konusunu değiştiriyorum.

—Tatlım ya, benim bir sıkıntım var. Bunu nasıl söyleyeceğimi de bilemiyorum.

—Hayırdır?

—Bizim şirketin gecesi var iki gün sonra. Biliyorsun ben de yalnızım. Ama bir partnerle katılmam gerekiyor. Şirketteki genç ve bekâr kızların getirdikleri uyduruk partnerlerden daha yakışıklı olmalı benimki. Genç de olmalı üstelik.

Şirketteki fingirdek kızlarımız meşhurdur bizim hatta iki tanesiyle de tanışmıştı yine çat kapı geldiği bir akşam, fazla güzel ve fazla pervasız olduklarını da görmüştü.

—Eee?

Gözler ve kulaklar dört açıldı, konuşmanın sonunu merakla bekliyor.

—Sen ve Ahmet benim kardeşlerimsiniz. Hani diyorum, o gece Ahmet bana refakat etse, benim kavalyem O olsa… Söz onu bizim kızlardan sakınır saklarım. Olabilir mi? Ne dersin?

Yüzü renk değiştiriyor, ama kızarma değil, hafif bir morluk başlangıcı sanki. Kafasından bin tane mazeret geçirmekte olduğunu kesinlikle tahmin ediyorum. Onun bu zor durumundan inanılmaz bir keyif alıyorum, eve döndüğümde çok güleceğim, çok!

—Bilmem ki ya!

Ne diyeceğini düşünüyor, biliyorum. Ama ben bastırmalıyım:

—Seni kendime yakın hissetmesem, inan ki böyle bir şey demezdim.

Gayr-ı ihtiyari sigaraya uzanıyor eli, bir tane daha yakacak, hâlbuki biraz önce yaktığı, kül tablasında duruyor. Feleği şaştı bizimkinin. Tersi döndü. Benden kıskanmasa bile; şirketin kızları gerçek baş belası onun için. Ya Ahmet’i kandırır, tavlarlarsa. Ya Ahmet’in gözü açılırsa. Eyvah eyvah!

Dizlerini karnına doğru çekti, küçük çenesini bir dizine yerleştirdi, gözler yere bakıyor. Ben duygu sömürüsü moduna geçiyorum:

—Yapayalnızım biliyorsun. Deminde dedim, hem seni hem de Ahmet’i kardeşlerim gibi seviyorum. Kendi kardeşlerim burada yakınımda olsalar, hiç problem olmazdı, biri mutlaka bana eşlik ederdi. Ama biliyorsun, bu şehirde çok tanıdığım yok.

Mahcup ve üzgün bir ifadeyle ona bakıyorum. Çok çaresiz bir imajım var. Kaşlar yukarıda birleşmiş, gözler ölü köpek gözü, dudak hafif sarkıtılmış, mahzun bir bakış…

—Ya inan ki ne diyeceğimi bilemedim. Ahmet’e sorayım bir istersen, ben sana haber veririm canım, diyor.

(Yok ya!! Pışık! Yemezler! Bu kadar kolay kurtulamazsın!)

—Yapma Allah aşkına gülüm ya. İkimiz de biliyoruz ki, Ahmet sen ne dersen onu yapar!

Tam bir; yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal durumunda kalıyor. Çünkü ben çok masum bir şey istiyormuşum gibi yapıyorum ama aslında tekliflerin en ahlaksızını yapıyorum. Kızın morarması da, şoka girmesi de çok ama çok normal.

—Bak, Ahmet gelsin, ben onunla konuşurum canım. Sen dert etme olur mu? Diyerek toparlamaya çalışıyor.

(Uyanık seni! Beni def etmek istiyorsun değil mi?)

Bir an önce benden kurtulma telaşında. Hani Ahmet gelmeden ben gitmeliyim artık! Aniden sıkıntı olmaya başladım kendisine. Sıkıntı söz mü, bela konumundayım!

Bu kıvamda bırakmalıyım.

—Eh, ben müsaade isteyeyim o zaman. Valla bir konuşursan çok memnun olurum ya.

—Rica ederim hayatım. Sen dert etme. Ben sana bilgi veririm.

—Tamam canım. Görüşüz, iyi geceler. Ahmet’e selamlarımı ilet lütfen.

Bu selamın gitmeyeceğini adım gibi biliyorum, hatta gelişimin izlerini bile yok edecek arkamdan.

Eve geldim. Orda içimde kalmış tüm kahkahaları içeri girer girmez boşalttım.

İki gün sonra oldu. Bizim çat kapıdan, çıt çıkmadı henüz. Çıt çıkması bir kenara, ne kapıda, ne asansörde karşılaşma bile yok. Ahmet de yok ortalarda. Taşındılar mı ne? Yok yok, taşınmadılar, benden uzak duruyorlar.

Ben de bu uzak duruşun dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum.

Komşu komşunun külüne; ateş avuçla taşınırken muhtaçtı. Belki de deterjanlar icat edilmeden önce. Zaten şimdilerde derman için bile olsa kimsenin evinde kül yok! Doğal gaz var, merkezi sistem kömür kaloriferi var, ya da bildiğimiz sobada da kömür yakıldığı için, külü beş para etmez. Külden çok huzura ihtiyacımız var sanırım.

(Not: Bu olaydaki; kurum, kuruluş, kişi ve sıfatlar tamamen hayal ürünü olup; gerçek kimselerle uzaktan yakından ilgileri yoktur.)

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..