Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '09

 
Kategori
Anılar
 

Kokulu anılar

Kokulu anılar
 

5 yaşlarındayım. Aksu'dayız, lojmanlarda. Annemin arkadaşına gidiyoruz. Yaklaştığımızda, evin açık kapısından yayılan, mis gibi kızarmış hamur kokusunu duyuyorum. Annemin arkadaşı ve başka kadınlar mutfaktalar. Biri, avcuna hamur alıp, yumruğunu sıkıyor, yumruğun ucunda beliren pinpon topu büyüklüğündeki hamuru kızgın yağa atıyor. Altın renginde toplarla doluyor tepsinin içi. Hayatım boyunca ne zaman kızarmış lokma kokusu duysam, 5 yaşıma dönüyorum...

7 yaşımdayım. Nazilli'deyiz. Gene annemin arkadaşına gidiyoruz. Merkeze doğru yürüyecek, rayların üstünden Oktay'ların, önünde tesbih ağacı olan evlerine geçeceğiz. Geçtiğimiz yolun yanında tepelere çıkan bir merdiven var. O tepeden mis gibi zeytinyağı kokusu geliyor. Bir de kömürlü trenin dumanının kokusu. Zeytinyağı kokusuyla duman kokusu, o günden sonra Nazilli demek oluyor benim için...

Anneannemdeyiz. Evlerinin yakınında fırın var ve anneannemin beyaz çinko kovasında sarı, mis kokulu tereyağ var. Evde zorla yemek yerken, anneannemlerde yediğim tereyağlı ekmeğe doyamıyorum. Öyle güzel kokuyor ki. Beyaz çinko kova demek, mis kokulu tereyağ demek artık. Ardından dedemin odasına gidiyoruz abimle. Kar beyazı cibinliği var dedemin ve kar beyazı saçları. Uyumadan önce saçlarını oynamamızı istiyor dedem, oynuyoruz. Ellerim, dedem kokuyor. Beyaz saçların kokusu dedem demek artık.

Babam anneme bir fırın alıyor. Üstünde dört ocağı var. Bizim evden başka, tanıdığımız kimsenin evinde yok o fırından. Zaten sadece 3 tane gelmiş Antalya'ya. Annem çok güzel yemekler, pastalar yapar. Ama ille de kalaylı bakır tencerede pişen sütün kokusu. Önce kaymak bağlamaya başlar sütün üstü. Sonra tencerenin kenarlarında yüzlerce minik kabarcık oluşur. Ve aniden sütün orta kısmı, beyaz bir tül gibi kabarmaya başlar. İşte tam o anda yayılmaya başlar sütün kokusu. Annem kaşıkla karıştırmaya başlar kaynayan sütü. O kokuyu asla unutamayan ben, sıcak sütten hiç hoşlanmam. Buz gibi içerim sütü. İçtiğim sütlerin hiçbiri o bakır tenceredeki süt gibi kokmaz. Süt demek, bakır tencerede kabarcıklarla koku yayan içecek demektir artık.

Bahçemizde çeşit çeşit meyve ağacı ve çiçek var. Akşam olunca portakal çiçeği ve yasemin kokusu doluyor evimize. Yere dökülmüş portakal çiçeklerini, uzunca bir ip geçirilmiş iğne ile ipe diziyoruz. Çiçekten yapılmış bu kolyeleri öğretmenlerimize götürüyoruz. Ama, portakal çiçeğinden çok daha güzel kokan bir çiçek var; fûl. Çok narin bir çiçektir fûl. Koklamak için dokunduğunuzda hemen sararır rengi. Onun için uzaktan koklamak gerekir. Fûl, toprak saksıya ekilmez, teneke saksıya ekilir. Bu da genellikle yağ tenekesi olur. Tenekenin üst kapağı çıkarılır, altına da dökülen suyun fazlası dışarı aksın diye delikler açılır. Çiçekleri açmaya başladığında özenle kesilir ve minik bir domatesin üstüne saplanır. Fûl, vazoya konmaz, domatese saplanır. Masanın üstünde; kırmızı, beyaz ve yeşil bir güzellik, mis gibi kokular yayar. Minik domates, üstüne fûl saplanan vazo demektir benim için.

İlkokulumun kantininde, ince uzun, yanyana yapışık koşma simitleri ve taze soğan, dereotu, maydanoz, peynir ve yumurta ile yapılmış Mayıs pideleri satılırdı. Artık koşma simidi yok Antalya'da. Mayıs pidesi ise evde hazırlanan malzemeyle her zaman yapılabilir. Bir de kavrulmuş keten tohumu ile gülsuyu kokulu su muhallebisi satılırdı okulumuzun önünde. Sonraları Amerikan yardımı süt tozları dağıtıldı her sabah. Hiçbir içeceğin kokusu o kadar itici gelmemiştir bana. Annem kakao verirdi, o kokuyu bastırsın diye, gene de içemezdim. Teneffüs demek, bütün bunların kokusu demekti benim için.

Okuldan çıktığımızda bitişikteki evde oturan, babamın kuzeninin kızlarıyla oynardım. Babamın kuzeni Revedor kolonyası kullanırdı daima ve kimsenin kolonya şişesine dokunmasını istemezdi. Evlerinin altındaki büyük bir oda talaş odasıydı. Bazen talaş yığınının tepesine çıkmaya çalışır, yarı yoldayken kayarak aşağı düşmeye başlardık, talaşlarla birlikte. Üstümüz, başımız talaş kokardı. Bitişiğimizdeki ev, Revedor ve talaş kokusu demekti.

Sokağımız susam, çiçek ve talaş kokardı.Tahin atölyesi, keresteciler ve bahçeler vardı çünkü. Bir de kedi ve at kokusu var anılarımda. Kedi kokusunu hemen alırım bugün bile. Antalya'da o yıllarda sayısız fayton olduğu için at kokusunu da iyi tanırım. Koşumlarının kösele kokusu gelirdi faytonla gezerken.

Babam, neredeyse her gün elinde çiçeklerle gelirdi eve. Koklayınca sarı tohumlarıyla burnumuzu sarartan şah zambakları, baygın kokulu iğde çiçekleri, morlu beyazlı sümbüller, bordo renkli kenarları dantelli kokulu karanfillerle.

Kahve evde kavrulur, altın sarısı el değirmeni göbeğe dayanarak sabırla çekilirdi. Mis gibi kahve kokusu yayılırdı eve. Kahveyi hiç sevmem ve içmem, ama kavrulmuş çekirdeğini çiğnemeye bayılırım hâlâ.

Parfüm yeni yeni giriyordu hayatımıza. Kibrit kutusu büyüklüğündeydi ilk parfümümün şişesi; Patra. Kokusunu bir daha hiç duymadım o yıldan sonra. Ama şu anda yazarken duyabiliyorum.

Bir yazıya sığmayacak kadar koku var anılarımda; Pembe, kapaklı kurşun kalemimin kokusu, çıra kokusu, odun sobalarından yayılan is kokusu, mürekkep kokusu, annemin ceviz sandığının kokusu, dedemin hediye ettiği kitabın kokusu...Koku öylesine önemli ve anlamlı ki benim için, yemeği bile yemeden önce koklarım. Toz şekeri, pirinci, domatesi, zeytinyağını, naneyi, fesleğeni vs vs...

Ve en önemlisi; sevdiklerimin birbirine benzemez, ama bende hep aynı güzel duyguyu uyandıran, yaşadığımın farkına varmamı sağlayan kokuları...

 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..