Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ocak '11

 
Kategori
Genel Sağlık
 

Kolonoskopi ve "Büyük Mavi Çiçek"

İshal ile yaşamak

Kendimi bildim bileli, görünürde hiçbir sebep yokken ishal olurum.

37 yaşımdayım. “Kendimi bildim bileli”, oldukça uzun bir zaman birimi.

İshalle ne zaman tanıştığımı tam olarak hatırlamıyorum. Bir ömrü beraberce geçirdik sanki. Gün oldu, evde herkesin yediği yemek sadece bende müshil etkisi yarattı, gün oldu, bir sınav öncesi yaşadığım gerginlik bomba olup tuvalette patladı.

Bizimki bir aşk ve nefret ilişkisiydi. Ben onun uzakta olduğu zamanları seviyordum, o da ziyaretlerini mümkün olduğunca seyrek tutuyordu. Ben onunla yaşamaya alışmıştım, o da beni fazla üzmüyordu.

İki-iki buçuk yıl öncesine kadar...

Ne olduysa oldu, bir şekilde zıvanadan çıktı ishalim. Hani yüz versem yatıya da kalacaktı artık. “Git” dedim, dinlemedi. “Ya benimsin, ya toprağın” diyen psikopat bir aşık gibi, hayatımı bir korku tüneline çevirdi.

Son iki buçuk yıldır, “Ne yiyeyim? Nerede yiyeyim? Motoru bozar mıyım? Yakınlarda tuvalet var mı? Girilecek gibi mi?” sarmal cehenneminde, yuttuğum her lokma zehir oldu. K.çıma güvenemediğim için evden dışarı çıkamadığım dönemler geçirdim. Karnımın ağrısından gözlerim karararak sokaklarda fellik fellik tuvalet aradığım, tuvalet bulamazsam yaşanacak rezilliği düşündükçe soğuk terler döktüğüm berbat günler-geceler yaşadım.

“N’oluyoruz yahu?” dedikçe ishal oldum, ishal oldukça endişelendim.

“Kanser” lafı geçtiğinde sessizce üç buçuk atmak

Algıda seçicilik midir bilmem, geçtiğimiz iki sene içinde sağdan soldan sürekli kanser haberleri geldi. “Duydun mu, A. meme kanseriymiş.”, “Yapma yahu, B. de cilt kanseri olmuş, hatta C’nin oğlu da kan kanseriymiş.”

“Yaşa başa da bakmıyor artık.”

Eşimin bir iş arkadaşının apar topar hastaneye kaldırılmasının hemen ardından, bağırsak kanseri olduğunu öğrendik. Tedavi için Almanya’ya döndükten birkaç ay sonra, tam da iyileştiğine dair güzel haberler gelirken, hayatını kaybetti. Yanlış bilmiyorsam henüz 40 yaşındaydı.

İlk şoku atlattıktan sonra kocam;

“Şu ishalinle ilgili bir doktora gitsen iyi olur artık.” dedi.

Akabinde, burada tanıdığım ve sevdiğim, yaşça benden büyük bir dostumun, bundan 10 sene kadar önce bağırsak kanseri olduğunu ve bağırsaklarının bir kısmının ameliyatla alındığını öğrendim. Sıkıntılarımı duyduğunda onun söylediği ilk şey de;

“Acilen doktora git!” oldu.

Aklın yolu birdi ama...

...aması vardı işte.

Hortum korkusu

Arada normale döndüğüm, bazen bir-iki hafta boyunca hiçbir sıkıntı yaşamadığım dönemler de olduğundan, doktora gitmeyi sürekli erteledim. Soranlara “yolculuk” dedim, “misafir” dedim, “iyiyim” dedim, herşeyi söyledim, yalnızca kolonoskopi ihtimalinden korktuğumu söyleyemedim.

İnternette fazla açılmayınız

Öte yandan, kimselere çaktırmadan internetten durumumla ilgili bilgi topluyordum.

Sağlık konusunda internette yaptığım araştırmalardan öğrendiğim herşeyi, bir cümlede özetleyebilirim:

“Sağlık konusunda internetten araştırma yapmamak lazım.”

Bendeniz bugün Ülseratif Kolit ile Morbus-Crohn arasındaki farkları biliyor, Huzursuz Bağırsak Sendromu ve bağırsak kanseri belirtilerini tek nefeste sayabiliyorum. Okuduğum her paragraf, yeni bir hastalık dünyası açtı önüme. Ne oldu peki? İshal olarak girdiğim internetten, paranoid şizofren olarak çıktım.

Kazıklı Voyvoda ile tanışma

En sonunda saçmalamaktan vazgeçip, bütün cesaretimi topladım ve bir sindirim sistemi uzmanından (gastroenterolog) randevu aldım.

Doktor, sürekli notlar alarak şikâyetlerimi dinledi, sorular sordu. En sonunda;

“Anlattıklarınız Huzursuz Bağırsak Sendromu’nu işaret ediyor, ancak kesin teşhisi koyabilmek için önce şikâyetlerinizin fiziksel bir sebebi olup olmadığına bakmamız gerek. Sizden birkaç tetkik isteyeceğim.” dedi ve önündeki kâğıda bir liste çıkardı:

Kan tahlili
Dışkı tahlili
İnce bağırsak pasaj grafisi (baryumlu röntgen)
Kolonoskopi

“Ehem, şey, öhö... şimdi bu tetkiklerin hepsini mi yapacağız, yoksa böyle adım adım ilerleyip, birinde birşey bulamazsak, bir sonrakini... yani... kolonoskopi... şart mı?” diye kekeledim ve bir numaralı koyun bakışlarımla doktorun yüzüne baktım. İçimde hâlâ bir umut vardı.

“Kesin teşhis için kolonoskopi şart.” dedi doktor.

O anda sandalyeden düşüp, ölmek istedim.

Tahlil ve röntgen sonuçları

Uzatmayayım, bütün tahlil ve röntgenler temiz çıktı. Ne parazit, ne iltihap, ne de başka birşey. Ben besin alerjisine bile razıydım halbuki, kısmet değilmiş.

Kolonoskopi randevusu

Randevu almak için hastaneyi ararken, sağ elim telefonu tutuyor, sol elim de telefonu sağ elimden kapıp, camdan dışarı fırlatmaya çalışıyordu.

Büyük güne hazırlık – “Ateş çemberi”

Hastaneden verdikleri “yapılacaklar ve yapılmayacaklar” listesinde, tetkikten 4 gün önce sebze ve meyve yemeyi kesmem, eğer kullanıyorsam Aspirin ve demir haplarını bırakmam gerektiği yazılıydı. Bir gün öncesinde hafif bir kahvaltı edecek, ama ondan sonra katı birşey yemeyecektim. Tetkik için bağırsakların temizlenmiş olması gerekiyordu. O gün birkaç saat arayla iki doz müshil içecek ve bol bol sıvı alıp, tuvaletin yakınlarından ayrılmayacaktım.

Internetten okuduğum kadarıyla çoğu hastanın müshilin tadından şikâyetçi olduğunu biliyordum. Bana verilen ilaç ise müshil teknolojisinde gelinen son noktaydı. Bir bardak suda erittiğim toz karışım, limonlu ve biraz tuzlu bir maden suyu tadındaydı. İçerken hiç sorun yaşamadım. Sıkıntım, boşaltım sırasında başladı ve zamanla artarak dayanılmaz bir hal aldı. Tahtımda otururken, durumumu en iyi anlatan şarkıyı buldum ve tuvaletin akustiğinden bir Johnny Cash efekti yaratarak, en kalın sesimle söylemeye başladım:

“...and it burns, burns, burns... the ring of fire... the ring of fire...” (*)

Kolonoskopi ve “Büyük Mavi Çiçek”

Sakin geçen bir gecenin ardından, sabah erkenden kalktım. Hastaneye gitmek üzere yola çıkmadan önce birkaç defa daha tuvalete gittim. Yine de yolda bir kazaya uğrama ihtimaline karşın yanıma yedek çamaşır, giysi ve havlu aldım. Herşey tamamdı. Hazır olup olmadığımı soran kocama dönüp;

“Işınla beni Scotty” dedim.

Yola çıktıktan iki dakika sonra karnım buruldu. Trafikteydik ve aksi gibi çok da uygunsuz bir yerdeydik. Kocam “Bırak, ne yapalım, en azından takside değiliz, araba bizim.” dedi. “Eheh” diye gülmeye çalıştım ve derin bir nefes aldım. “Sonra arabayı yakmamız lazım ama...” Bir nefes daha. “Geçti sanki.”

Kocam deli gibi gaza bastı. Neyse, kısa zamanda sağ salim hastaneye ulaştık.

Hastanede önce bazı formlar doldurdum ve yapılacak işleme izin verdiğime dair bir kâğıt imzaladım. Sekreter kızın işlemleri bitirmesini beklerken, oturduğum sandalyede küçüldüm, küçüldüm. Kocam;

“Ne olur öyle korkmuş gibi durma” dedi.
“Korkuyorum, nasıl durayım?” diye cevap verdim.

Sekreter kızlar gülmeye başladılar. O sırada hemen ensemde biten hasta bakıcı, dosyamı aldı ve bana dönüp;

“uhudedipuhu?” dedi.
“Benim.” dedim.
“Haydi gidelim.”
“Hemen mi, şimdi mi?”
“Evet.”

Çantamı kocama verip, süklüm püklüm hasta bakıcıyı takip ettim. Sekreter kızlar arkamdan “İyi şanslar” diye seslendiler. Kocam “İyi eğlenceler.” dedi. Hışımla dönüp, kocama çok pis bir bakış attım. Otomatik kapı arkamızdan kapanmış olduğundan, boşa gitti. Hasta bakıcı;

“İsmin Arapça.” dedi.
“Biliyorum.” dedim, “Türküm ben, bizde de çok kullanılır.”
“Benim ismim de Bilal.”
“Öyle mi? Çok memnun oldum.”
“Şimdi ben perdeyi kapatacağım, tamamen soyunup bu önlüğü giy. Ayaklarına da bu galoşları geçir. Çorapların kalabilir. Hazır olunca bana haber ver.”
“Peki.”

Hazırlandıktan sonra Bilal tansiyonumu ölçtü, bir takım tıbbi sorular sorup, cevaplarımı bir forma kaydetti. Ardından tetkikin yapılacağı odaya buyur edildim. Doktorum oradaydı, yanında bir de hemşire vardı. Birbirimizi selamladık. Masaya uzandım. Bir parmağıma nabzımı takip etmeye yarayan bir alet, burnuma da oksijen üfleyen plastik bir boru taktılar.

“Uyuyacağım, değil mi?” diye sordum. Biri beni rahatlatsın istiyordum.
“Sakinleştirici bir ilaç yapacağız, çok hafif bir uyku hali olacak.” dedi hemşire.

İstediğim cevap bu değildi.

“Canım yanar, uyumayıp, birşeyler hissederim diye korkuyorum.”
“Korkma.” dedi hemşire.

O arada doktorum kolumdan bir iğne yaptı.

“Şimdi bu ilaç biraz sersemlik yapacak.” dedi.

Bu noktadan sonra olanlar biraz karışık.

Dışarıda, perdeli bölmede yatıyordum. Yanımda oturan kocama;

“Biliyor musun, bütün işlem sırasında uyanıktım ben.” dedim. “Bir ara karnım patlayacak gibi oldu, “Aaaa” diye bağırdım, ama onun haricinde hiç canım yanmadı.”

Kocam yüzüme garip garip baktı, birşey söylemedi.

Doktor yanımızdaydı. Herşeyin normal olduğunu, herhangi bir sorun görmediklerini, prosedür gereği bir parça alıp (ya da doku, ya da her neyse) biyopsiye gönderdiklerini, sonuçların kısa sürede çıkacağını söyledi.

Doktor kayboldu.

Bilal gelip, nasıl olduğumu sordu. “İyiyim.” dedim. Yatağımın başlığını kaldırıp, kahvaltı getireceğini söyledi.

Kocam nereye gitmişti?

Bir dilim ekmekle, biraz meyveli yoğurt yedim. Çayımı içtim. Bilal gelip, tepsiyi aldı.

“İstersen giyinebilirsin, ama önce yatağın kenarında oturup 2 dakika bekle.” dedi. “Düşme sakın.”
“Tamam.” dedim.

Giyindim, dışarı çıktım. Kocam geldi, faturayı ödediğine dair birşeyler söyledi. Hastaneden ayrıldık.

Eve geldiğimizde, önce hiçbir şeyden haberleri olmayan annemle babamı aradım, olanları anlattım. Sonra biraz çorba içtim. İki saat kadar uyudum.

Kalktığımda kendimi daha iyi hissediyordum. Düşünmeye başladım. Zihnimde kopuk kopuk sahneler vardı. Hatırlamak için kendimi biraz daha zorladım...

...ve uyandım. Bu sefer gerçekten uyandım.

İşlem sırasında uyanık olmam mümkün değildi, çünkü olayın ne başını ne de sonunu hatırlıyordum. Hayal meyal hatırladığım tek şey canımın yanma anıydı. Ayılmak üzere dışarı çıkarılışımı hatırlamıyordum. Kocamın ne zaman yanıma geldiğini bilmiyordum. Doktorun konuşması benim hatırladığımdan çok daha uzun sürmüştü. Kocam, Huzursuz Bağırsak Sendromu ile ilgili konuştuklarını söylüyordu, onun yerine bende kocaman bir boşluk vardı.

“Uyanık falan değilmişim.” dedim kocama.
“Ben de şaşırdım sen öyle deyince.” dedi o da. “Hiç de öyle uyanık görünmüyordun çünkü.”
“Salağım ben.” diye kıkırdadım. “Kısa sürdü diye düşünüyordum bir de.”
“Ben senden sonra kahvaltıya gittim. İçeride rahat bir 45 dakika kalmışsındır. Haydi bunun 10-15 dakikası hazırlık aşaması olsun. Nereden baksan yarım saat sürmüş olmalı işlem.” dedi kocam.
“Bak şimdi başka bir ayrıntı geldi aklıma.” dedim heyecanla. “Kendi kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum: Madem uyanığım, eh, canım da yanmıyor, bari gözümü açayım da ekrana bakayım... Evet, evet. Gözümü açıp açmadığımdan emin değilim ama bir yerlerde büyük mavi bir çiçek gördüm ben... Büyük mavi çiçek... Hahahaha... Hihihihi... Kafam bayağı güzelmiş demek ki... Hohohoho... Ay, sinirlerim bozuldu. Aaaahahahaha... Rahatladım biliyor musun, ondan... Ahihi... Ayh... Of...”

Sonuç

Kolonoskopi o kadar korkulacak birşey değilmiş. Tatsız bir işlem olduğunu kabul ediyorum ama “Benim neyim var?” stresiyle yaşamaktan iyidir. Ben her gün öleceğime, bir kere öldüm, bitti. Hastalığımın ne olduğunu öğrendim. Huzursuz Bağırsak Sendromu. Spastik kolon da diyorlar. “Sahibi stres yaptıkça isyan eden bir kolonun acıklı hikâyesi” yani. Tedavisi yok. Arıza çıkardığını bildiğim yiyeceklerden uzak duracak ve stresi azaltmaya çalışacağım. Ciddi bir hastalığımın olmadığını öğrenmek dahi yetti bana. Bir günde 20 yaş gençleştim, güzelleştim.

Bu arada aklıma gelmişken;

Almanya’da sağlık sigortalarının, 50 yaş üstü herkesin her beş senede bir kolonoskopi yaptırmasını tavsiye ettiğini biliyor musunuz? Bir şikâyetiniz olması gerekmiyor. Hem ücretini de sigorta karşılıyor.

“Erken teşhis hayat kurtarır.”

Darısı bizim SGK’nın başına.

Sağlıklı kalın.


(*) ...ve yanar, yanar, yanar... ateş çemberi... ateş çemberi... (Ring of Fire – Johnny Cash)

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..