Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '18

 
Kategori
Güncel
 

Komşuluk...

Komşuluk...
 

Biz küçükken, evimize çat kapı gelen misafir, büyük bir sürpriz gibi içimizi canlandırır, sevinç ve heyecan verirdi. Eğer kış ise, annem hemen kurduğu turşulardan birini açar bol soğanla soba üzerinde, bir güzel kavurur, yanında bir demlik çay, mis gibi yerdik beraberce... Eğer yaz ise, bahçedeki kilim gece gündüz içeri girmez, sürekli misafir trafiğimiz olurdu. Tüp dışarıda elimizde mayaladığımız hamur birde biber, patates, patlıcan kabak kızartırdık. Üstüne de bir domates sos şöyle bol sarımsaklı... Büyükçe bir sini etrafında çoluk çocuk en az on beş kişi olurduk. Öylece yoldan geçen gelirdi... Hepimiz de doyardık... 
 
                                                              ***
Günümüzde artık, bu tür misafirlikler kalmamıştır. Ekseri insanımızla konuşulduğunda, kimse de halinden memnun değil... Geçen gün randevu aldığım hastaneye gittim. Tabi herkes eski düzenin alışkanlığından olsa gerek, ayaklarda... “Cümleten, geçmiş olsun” deyince, şöyle bana gökten inmişim gibi bir bakıldı. Sonra herkes önüne döndü. İçlerinden biri, “teşekkür ederim” dedi. Herhalde tek o üstüne alındı. Ben alınan insanları ayrı bir seviyorum. Çünkü değer vermese, alınmaz... 
           
Sonra nazik hanım arkadaş ile ufak, ufak oradan buradan derken, bildiğimiz sohbete tutuştuk. Bir çayımız eksik... Derken, konu misafirliklere eskilere geldi yine her zamanki gibi... O tatlı hanım, hatırlattı bana o yukarıda yazdığım güzel günleri... 
   
Geçen bir arkadaşına geçerken uğramak istemiş de gittiğine pişman olmuş... Sahiden o güzel günler hangi  arada sona ermişti? Bu hale nasıl gelindi, anlayamadık... Orada biz tatlı, tatlı konuşurken, diğer surat eden insanlar monitöre bakmaktan dudaklarını ısırırken biz sohbetle uyuşmuşuz, sıra nasıl geldi anlayamadık... Ama ne hoş... 
     
İnsanlara yolda başını telefonlarından kaldıramayan gençlerimize de diyecek sözüm yok aslında... Ne var ki etraflarında? 
               
Apartmandan dışarı çıkıyoruz. Bazı filmlerin konusudur ya, tüm insanlık yok olmuş da sade bir kişi kalmış... Issız bir adadayız sanki, bağırsan sesini duyan yok... Yürüyoruz görünmüyor duyulmuyoruz... Ne kalabalık bir şehir ve ne kadar yalnızız… Bir acayip âlemlerdeyiz… Aslında gençlerimizin de insanımızın da hepsi bir pırlanta biliyorum...
   
Geçtiğimiz yazdı. Beşiktaş’tan, Gültepe’ye gelene kadar,  sıkışan trafikte, bir gencimizin tüm hayat hikâyesini dinlemek nasip olmuştu... Neden anlatmıştı acaba! Belki, o duyulmaktan ben de görülmekten hoşnut olmuş, bir bütün olmanın hazzına varmıştık...           
 
Anlamak lazım birbirimizi… Dinleyebilmek lazım ki, anlayabilmeli... Bu anlamsız mesafelerin müsebbibi kuruyasıca bahanelerimizden başkası değil... 
     
Biz bir sini etrafında sağ-sol, anarşist bilmem ne ist, oturup huzurla yemek yerdik. Sohbet edecek ortak bir kanal bulurduk... 
   
Tespih veya kolye taneleri gibi saçıldık etrafa... Eskiden evler ıraktı haberleşmek zordu... Ama gönüllerimiz sofralarımızdan da bucaksızdı. Şimdi evler dip dibe yaklaştıkça, gönüller  daha da uzaklaştı.
 
Haber yapmışlar geçenlerde… Ne kadar utandım! Bir adam ölmüş de komşuları kokudan rahatsız olduğu için belediyeyi aramışlar. Çürümeye başlayan bedeni, özel giysilerle çıkartırken görüntülenmişti. Çok uzak değil, daha geçen yaz eşime çilingir işi gelmişti. Adamcağız bir kaç hafta olmuş öleli... Daha ancak fark edilmiş yokluğu… Üstelik evlatlar da aynı binada… 
Sübhan Allah! 

Bizim bir divan vardı... Çocukken tam üç aile onda oturup bir kilo çekirdek, iki koca demlik çay eşliğinde pazar sinemasını izlerdik... Çoğu kez film yarıda kesilir, büyüklerimizin çocukluk hikâyeleri anlatılırken, bizde onları taklit ederdik... O yatağın bir köşesi hep daha fazla göçerdi... O kısımda babalarımız otururdu çünkü... Hepsi de geleceklerini, biz yemek yerken haber verirlerdi... Kimisi habersiz geliverirdi... Bir gün görmediğimiz kişinin evine tipi yağsa bile, gidilip bakılırdı. İşten atılan olurdu. Durumu bozulan, maaşını alamayan, herkes birbirini kollardı. 

Dinler anlardık birbirimizi… Anlayamadıklarımıza bile, “yanındayız” denilirdi…
Sevmenin binlerce bahanesini bulurduk. Aramaya gerek kalmadan…
   
Nereden çıktı şimdi bu randevu alır gibi komşuluk veya misafirlik faslı? Hem, hiç kimse memnun değil, hem de memnun olunmayan bu yabani protokol harfiyen uygulanıyor... Nerden çıktı bilmiyorum. Lakin ne zaman ki, o turşu yediğimiz çelik tencerenin yerini porselen servis tabakları aldı. 
 
Ne turşular eskisi gibi ne de komşuluk kaldı...
En ince detayımıza kadar ayrıştık…
 
Selam ve saygılar
 
Meryem KADIOĞLU
 
Toplam blog
: 42
: 672
Kayıt tarihi
: 07.02.17
 
 

İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Evli, ev hanımı ve çocuklarının annesi. Aklına estikçe yaza..