Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '07

 
Kategori
Mizah
 

Kondüsyon bisikleti üzerindeki samuray!

Kondüsyon bisikleti üzerindeki samuray!
 

Silah sevmem, hatta nefret ederim. Ama Samuray kılıçlarını seviyorum. Onlar silah değil de daha çok bir sanat eseri ya da dekorasyon malzemesi gibi geliyor bana. Yapılışlarındaki ustalık, biçimlerindeki zarafet ve elde tutuluşlarındaki ergonomi hoşuma gidiyor. Öteki kılıç türlerinin tersine bir Samuray kılıcını kabzasından iki elinizle tutabiliyorsunuz. Bu da onu daha büyük ve etkili bir güçle savurabilmenizi sağlıyor. Ne Asyalı savaşçıların tek hamlede kafa koparmaya yönelik kılıçları gibi yoğun kavisli, ne de Avrupalılarınki gibi esasta rakibi uzakta tutma ve uzaktan vücuda saplamayı sağlayacak biçimde düz. Hafif kavisiyle iki türün arasında bir yerde duruyor. Bu haliyle de biraz daha kullanışlı...

Neyse, kılıç tarihçisi olduğumu söyleyemem. Bildiklerim hemen hemen bunlardan ibaret. Asıl anlatmak istediğim benim bir Samuray kılıcıyla olan küçük maceram. Macera bile sayılmaz aslında; onunla ilgili birkaç küçük not:

Efendim, ben de çoğu Türk sinemasever gibi Quentin Tarantino hayranıyım. Sanırım onun “Kill Bill” filminin etkisiyle bir gün bir Samuray kılıcı almaya karar verdim. Bunlar Türkiye’de daha çok tarihi eser süsü verilmiş dekoratif eşya satılan yerlerde bulunuyor ve o amaçla alınıyor. Belki savaşa gitmek amacıyla alan da vardır, orasını bilemem. Geçen aylarda alkol kontrolü yapmak isteyen trafik polisine bir aracın sürücüsü Samuray kılıcı çekmişti gerçi. Buradan yola çıkarak trafik kontrollerinde görevli polise karşı caydırıcı bir unsur olarak kullanılabildiğini de anlamış oluyoruz.

Ben sırf meraktan edinmek istedim bu kılıcı. Dükkandaki tezgahtar çocuğa duvardaki kılıcı göstererek, “şuna bir bakabilir miyim?” dedim. Çocuk kılıcı bana uzatırken, o günlerde çok popüler olan Kill Bill filmindeki meşhur repliğe gönderme yaparak;

- “Bu kılıç Tanrıyı bile kesen ‘Hattori Hanzo’ kılıcını yapan ustanın elinden çıkmıştır abi” dedi. Yalan söylüyordu ama olsun, güzel söylüyordu.

- “Allahıma gurban olurum, onu kesmesin; parmak kessin yeter” dedim.

- “Niçin parmak abi?” diye sordu merakla.

- “Yüzük parmağımı kesip evlilik teklifimi bir türlü kabul etmeyen kıza gönderecem, onun için” diye fısıldadım kulağına. Bu da yalandı ama benimki de fena değildi.

Neyse biraz pazarlık yaptıktan sonra kılıcı alıp evin yolunu tuttum. Koltuğumun altında bir kılıç... Evde elbiselerimi koyacak bir gardrobum bile yok ama Samuray kılıcım var! Eve gelince heyecanla kutusunu açıp kınından sıyırdım. Çin yapımı ucuz, taklit bir aletti ama mübareğin taklidi bile bir sanat eseri gibi duruyor vallahi. İnsanın eline yakışıyor bi kere. Otururken dizlerine yatırıp, bir elini kabzasına bir elini de ucuna atınca, zorlu bir savaştan muzaffer çıkmış da düşmana teslim koşullarını dikte etmeye gelmiş bir eski zaman kralı havası veriyor insana. Nasıl göründüğümü anlamak için lavabodaki aynayı yerinden söküp karşıma koydum. (Evet evde traş aynası dışında doğru dürüst bir aynam da yok ama bir Samuray kılıcım var!) Fena görünmüyordum. Kılıcı filmlerde gördüğüm Japon savaşçıları gibi çeşitli pozisyonlarda tutarak kendime poz verdim. Cık! Olmadı. Hareketleri fena taklit etmiyordum ama üzerimdeki kostümler o kılıca uygun değildi. Askılı fanila ya da göğsü yazılı tişörtle bir Samuray olamıyordunuz. Kılıcı tamamlayacak kimono, zırh, siperli başlık falan gibi şeyler de almam gerekiyordu. Onları erteledim. Bir ev içi savaşçısı olarak kalmaya karar verdim. Böyle idare ederdim.

Kılıcımla ayna karşısında yaya olarak çeşitli figürler sergiledikten sonra acaba at üstünde nasıl görünürüm diye düşündüm. Bir de at mı alacaktım şimdi? Olamazdı, atları severdim ama her şeyden önce onu koyacak yerim yoktu. Bir köye gidip at mı kiralasaydım? Ya da Veliefendi Hipodromu’ndaki görevlilere rica edip bir iki saatliğine bana bir at mı vermelerini isteseydim? İkisini de denemeye üşendim. Aynı zamanda üşengeç bir Samuray'dım ben.

Kılıcımla çeşitli figürler deneyerek ustalaşmaya çalıştım. Mutfağa girdim, buzdolabından bir elma aldım. Video kameramın tripodu üzerine koydum. Bu şekilde tripod bir insan vücuduna, tepesindeki elma da onun kafasına benzemişti. Kılıcımı “haaa, haaaayt!” diye nara atarak elmaya savurdum. Darbemin etkisiyle zavallı elma ikiye bölündü; çok temiz bir kesiş oldu, eminim hiç acı çekmemiştir. Ama tam ortadan değil biraz alt yanından yemişti darbeyi. Az daha zamanında yüz on yetele para saydığım tripodun da kafasını uçuruyordum. (Evet, evde oturma grubum yok ama dijital video kameram ve tripodum var!) Kelle uçurma seansına son verip kılıcımla başka neler yapabilirim diye düşündüm. Akşam yemeği saati yaklaşmıştı. Salata falan yapıp geçiştireyim dedim ve kılıcın bir işe daha yaradığını keşfettim. Neden salata malzemelerini kılıcımla doğramayaydım ki?! Öyle yaptım. Gerçi soyma işleri biraz zor oluyor ama doğrama işlerinde bayaa fonksiyonel bir alet bu Samuray kılıcı. Sebzeleri doğrama tahtasının üstüne koyuyoruuz, kılıcı kabzasından iki elimizle kavrayıp tahtanın üzerinde yatmakta olan salatalık, domates, soğan, kıvırcık gibi nesnelere tak tak tak diye seri darbeler indiriyoruz. İki dakkada işlem tamam! Valla tavsiye ederim, güzel iş görüyor!

Salatamı yaptım, kılıcımın temizleyip kınına yerleştirdim. Yemeğimi yedim. Şimdi biraz egzersiz yapıp sindirmem lazım. Tek egzersiz yöntemim kondüsyon bisikletidir. (Evet, kitaplarım bir kütüphanem olmadığından kolilerde, masalarda yığılı duruyor ama bir kondüsyon bisikletim var!). Kondüsyon bisikletimi depo olarak kullandığım yatak odasından sürükleye sürükleye getirip salonun ortasına koydum. Pedal çevirmeye başladım. Pedal çevirirken dalıp gittim. Çocukken sürdüğümüz üç tekerlekli bisiklet geldi aklıma. Bizde eskiler bisiklete “cansız at” derler. “Cansız at” canlı atı çağrıştırdı. Canlı at ise o an üzerinde olduğum kondüsyon bisikletini. O da at üzerinde kılıç sallayan Samuray’ı!.. Bisikletten indim, kılıcımı çek-yatın üzerinden alıp huşu içinde kınından çıkardım. Tekrar cansız atıma binip dört nala sürmeye başladım. Kondüsyon bisikletimin üzerinde tepeden tırnağa kanlı bir savaşçıya kesmiş vaziyette “Katana”mı savururken yan gözle aynaya baktım. Ben bir “Ronin”dim!..

Devamı için: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=74678

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..