Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '09

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Konya tarihi kent merkezi koruma politikaları (2)

Konya tarihi kent merkezi koruma politikaları (2)
 

Konya Odunpazarı ve Kapu Camii 19.yy başlarında


I.3.5.2. HAN VE KERVANSARAYLAR

Bir ülkeden diğerine, bir şehirden başka bir şehre, at ve develer üzerinde ticari mal nakleden kafilelere “kervan” (karban) adı verilmektedir.

Karayolu ve demiryolu taşımacılığının henüz gelişmediği eski çağlarda, eşkıya saldırısından korunmak için topluluk halinde seyahat etmek zorunluluğundan doğan bu kervanlara yolcular da katılırlardı. Sabah, şafakla beraber yola çıkan kervan, bir günlük yürüyüşten sonra; hayvanlarını dinlendirmek, yem vermek, sulamak, bozulan malları değiştirmek ve bir sonraki etap yolculuk için güç kazanmak amacıyla uyuyup dinlenmek üzere, kervanların bir günlük yolculuk mesafelerinde inşa edilmiş "Han" veya "Kervansaray" larda konaklarlardı [1] .

Osmanlı Dönemi han ve kervansarayları, genel olarak, bir büyük avlu etrafında iki katlı olarak yapılırlardı. Yol etrafındaki cephesinde büyük giriş kapıları bulunur ve bu kapının iki tarafında genellikle bir kahvehane, nalband dükkanı ve araba tamirhanesi yer alırdı. Bazen bu kullanımlar hanların içerisinde de bulunurdu.

Giriş kapısından üstü açık geniş bir avluya girilir ve bu avlunun karşı tarafında ahırlar, arabaları koymaya yarayan bir sundurma ile yanlarda yükleri koymak için depo ve ambarlar bulunurdu. Avlunun bir kenarından, ahşap veya kagir bir merdiven ile üstteki odaların ön kısmında bulunan dolaşma mekanına çıkılırdı.

Bu sirkülasyon alanı revakla örtülüydü ve odaların kapıları bu mekana açılırdı. Odalar içinde sedir ve yolcuların ısınması için bir ocak bulunurdu.

Bazı hanların avlusunda, kuyu, şadırvan ve hayvan sulamak için yalaklar bulunmaktadır. Bazı büyük kervansaraylarda da avlu ortasında köşk mescid ya da giriş üstünde bir mescid yer almaktadır (Örnek; Ankara Sulu Han).

Hayvanların bağlandığı kısmın içerisinde, yüksek mastaba şeklinde setler bulunurdu. Kervancılar buraya hasırlarını, kilim ve yataklarını sererek yatar ve ocaktaki ateşten ısınarak bir yandan da mallarına bekçilik ederlerdi.

Selçuklu ve Osmanlı Hanları, yola ilişkin yapılar olarak görülseler de, zaman içerisinde, özellikle Osmanlı Devrinde, yol güvenliğini sağlayan ve yolcuların ihtiyaçlarını karşılayan tesisler olmaktan çok, ticari amaçların ön plana alındığı şehir yapıları olarak gelişmişlerdir [2] .

I.3.5.3. ÇARŞILAR

“Çarşı“ kelimesi “dört sokak” anlamına gelen, Farsça kökenli “Cihar-suk” kelimesinden oluşur. Alış veriş amacı ile oluşturulmuş ve genellikle iki tarafı dükkanlarla sınırlandırılmış sokak veya meydanlara çarşı denilmektedir. Çarşı her zaman yolun iki tarafındaki dükkanlardan oluşmayabilir. Tek sıra dükkanlardan ibaret çarşılar da vardır. İstanbul Süleymaniye külliyesindeki Tiryaki Dökümcüler Çarşısı gibi.

Çarşılar dükkan adını verdiğimiz ticaret birimlerinden oluşur. Pazarlarda ise satılan meta bir gölgelik altında, korunmuş mekanlarda satışa sunulur. Çarşı, yerleşik bir geleneğin, Pazar ise göçebe bir geleneğin ürünüdür.

1. Üstü Açık Çarşılar : Bir başka yapı ile birlikte ve genellikle zemin katı kullanan tek sıra dükkan tipi (Örnek: Süleymaniye Medresesi Altındaki Tiryaki Çarşısı, İstanbul'da Çuhacı Han, Simkeşhane, Edirne'de ki Rüstem Paşa Hanı, Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı, Bursa'da ki Pirinç Hanı altındaki dükkanlar, Lüleburgaz'da Sokullu Hamamı etrafındaki dükkanlar).

2. Bir başka yapı altında, açık ve kapalı dükkan tipi (Örnek: İzmir'deki Şadırvan, Başbudak, Kestanepazarı Camileri ile Bor'daki Paşa Cami altındaki dükkanlar).

3. Bir yol üzerinde karşılıklı iki dükkan tipi (Örnek: Lüleburgaz Sokullu Külliyesi, Ilgın'daki çarşının bir kısmı ile Sulu Han'ın önündeki Uzun Çarşı).

4. Kapalı Çarşılar : Üstü örtülü sokaklar ve bu sokaklarda sıralanan dükkan tipi; Niğde ve Bursa'da Payas ve Ilgın'da bu tür kapalı çarşılar bulunmaktadır. Edirne, Ali Paşa Çarşısı ve Arastası da bu tipe bir örnektir.

5. Bedestenler : Üstü kapalı tek hacim halinde en basit tip; (Örnek: Ereğli Bedesteni).

n Ortasında revaklar bulunan etrafı dükkansız tip; (Örnek: Gelibolu Bedesteni, İstanbul Sandal ve Galata Bedestenleri).

n İç ve dış kenarlarında dükkan olan tip; (Örnek: Kütahya, Isparta, Vezirköprü, Tokat ve Ankara Bedestenleri).

n Ortası direkli, iç kenarında mahzen şeklinde odalar ve dışarıda da bir sıra dükkan bulunan tip; (Örnek: İstanbul Eski Bedesten, Bursa ve Edirne Bedestenleri).

I.4. OSMANLI-TÜRK ŞEHİRLERİNDE TİCARİ FONKSİYONLARIN

MEKANSAL DAĞILIMI

Anadolu'da çok köklü bir ticari yapı geleneği bulunmaktadır. Bu gelenek çağlar boyunca, toplumun yaşantı ve görüşleri ile bağımlı olarak gelişmiş ve değişmiştir.

Antik Çağ; meydan ve sokakları ile dışa dönük bir kültürü yansıtır. Orta Çağ; Selçuklu Devri ve daha sonra Osmanlı Kültürü, sokak ve avlu düzeni ile daha çok içe dönük bir hayat görüşünün mekansal yansımasıdır. İç ve dış mekanlar adeta birbiri ile özdeşleşmiş gibidir [3].

Osmanlı - Türk Şehri örneğinde, bu bütünleşme çalışma yerleri için de geçerlidir. Sokak, ticari eylemlerin mekansal dağılımında temel bir öğe olarak görülmektedir. Esnaf grupları, özelliklerine ve lonca düzenine göre kendilerine özgü sokaklarda, giderek çarşılarda yoğunlaşmıştır .

Ancak, büyük ölçekli ticari yapıların (han, bedesten, hamam vb.) yakın çevre ile uyuşumu, birbirleri ve diğer yapılarla ilişkileri açısından bir planlama düzeyine erişilememiştir [4].

Ticari yapılar, belirli bir amaç için yapılmış olup, fonksiyon bakımından o zamanki verilerle uyum içindedirler. Ancak belirli bir tasarım düşüncesini ya da mimari düzen çabasını yansıtmazlar.

Şehir, merkez ve mahalleleri ikilisi ötesinde, bir mekansal organizasyon göstermemektedir. Bu bakımdan Selçuk ve Osmanlı Şehirleri benzerlik gösterirler. Selçuklu’larda organize mekan yaklaşımı, tek yapı ölçeğini aşamamış, külliyelerde bile eksik kalmıştır. Osmanlı Klasik Çağı'nda ise tek yapı mimarisinde büyük gelişmelerin yanı sıra, “Bursa Ekolü” deneyiminden sonra, külliyelerde başarılı ve ustaca organize mekanlara erişilmiştir. Ancak bu beceri, bir merkezin tümünü içermemiştir.

Osmanlı - Türk Şehir Merkezi'nin sabit göstergesi, "merkez camii" (cuma camii) ve "Bedestan"dır. Arı bir Osmanlı tipi olan <ı>"Bedestan", gerçekten çarşının odak noktası ise de Bedestansız şehir örnekleri de vardır.

Ticaret merkezi, bu iki yapının etrafında gelişir. Dükkanlar, bunlara yapışık veya ayrık düzende yerleşmişlerdir. Cami ve dükkan ikilisi, ticari ve kültürel fonksiyonların bir cins bileşimidir. Caminin yarattığı talep ile dükkanlardan elde edilen kar, caminin bakımı için vakıfa dönüşerek sürecin bütünlüğünü gösterir. Merkezin önemli yapıları arasında ilişki yoktur ve bir planlama bilinçsizliği söz konusudur (Plan 5).

Anadolu şehirlerinde surlar dışına çıkan gelişmeler özellikle XIII. ve XIV. yüzyıllarda görülmeye başlamıştır. Ticaret ve zanaatla ilgili eylemler, surların kervan yoluna en yakın bağlantı sağlayan kapının hemen dışına çıkmıştır. Ankara'da bu eylemler Dış Kale Kapısı önünde ve Atpazarı'na doğru gelişmiştir. Ayrıca, gene bu eylemlerin, Kaleyi kervan yollarına bağlayan yol üzerinde bir meydan çevresinde olmak üzere yoğunlaştığı belirtilmektedir [5] . Ancak, önemli ticaret merkezlerinde yükselen büyük hanlar yüzünden, açık pazar alış verişi biçimindeki ticaret kısmen azalmış veya tamamen ortadan kalkmıştı [6].

Akdağ, açık pazarların en işlek olanlarına büyük şehirlerde değil, buralara yakın kasabalarda rastlandığını belirtmektedir. Bunun sebebi, büyük ticaret merkezlerinde bu devirde gelişen büyük hanlardan her birinin, bir ya da birkaç maddenin dağıtım yeri olarak ayrıcalık (imtiyaz) elde etmeleridir. Bu gibi şehirlerde genel pazarların kalmasına mülk sahipleri ya da vakıf idareleri, bu ayrıcalıklarına dayanarak engel olmuşlardır. Açık meydanlardaki pazarlar, bütün maddelerin alıcı ve satıcılarını daha geniş biçimde bir araya topladıklarından, hanların depoluk ve toptan alım, satım işleri çok daralmakta idi. Sadece, ot, saman gibi hayvan yemleri geniş bir yer kapladıkları ve fiyatça da çok düşük oldukları için, hanların bunları da tekellerinde tutmalarında kar görülmemiştir.

Canlı hayvan alım-satımı da gene bu tür açık pazarlarda yapılıyordu. Bu nedenle, Osmanlı-Türk şehirlerinde Ankara'da olduğu gibi<ı> "Samanpazarı", "Odunpazarı", "Koyunpazarı", "Atpazarı", "Balıkpazarı" gibi semtler yer almaktadır [7] (Plan 3).

Selçuklu devrinin kervan ticareti yerine, Osmanlılar Devrinde, artan tüketici kitleler önemli bir alış veriş canlılığı yaratmışlardır. Bu sayede şehirlerin toplayıp dağıtma işleri hareketli hale gelmiştir. Bunun sonucunda, önemli maddelerin elden ele devri Pazar hizmetlerini çok arttırdığı için, pazarlıkların kapalı yerlerde geçmesi halinde büyük kazanç sağlanacağı anlaşılmış olmaktaydı. Han içi alım-satım sisteminin bu işleme çok elverişli olması, depolama ve muhafaza kolaylığı, han yapımını teşvik etmiş olmalıdır [8].

Her han, bir tür malın kapalı pazar yeri olma görevini fermanla tekeline geçirdiği için, burada toplanıp perakendecilere ve esnafa satılan ticaret maddesi başka yerde pazarlanamaz ve toptan satışı yapılamazdı. Hanlar bu toplayıp dağıtma işini yaptıkları malın adını alırlardı [9].

Osmanlı Devleti'nde, şehirsel yerleşimlerin kendi tüketimleri için tarımsal olmayan üretim örgütleri vardı. Bu örgütler sadece şehre değil, şehrin merkezlik ettiği bölgeye de hizmet ediyorlardı. Şehirlerin bazısı da, hizmeti bölge dışına taşan yoğun üretim ile ülke ekonomisine önemli katkıda bulunabilecek tarzda bir sanat dalında ihtisaslaşmışlardı. Şehirde üretime katılanların hepsi, üyesi oldukları sanayi dalında, ekonomik, malı, idari ve sosyal fonksiyonları bulunan bir kuruluşun üyesiydiler. Osmanlı-Türk Şehirlerinin hepsinde yaygın ve güçlü bir esnaf kuruluşu olan LONCA SİSTEMİ vardı. Bu kuruluş ise gerçekte, 13. ve 14. yüzyılların Ahi hareketinin bir devamı idi [10] .

Osmanlı Devrinde “Lonca Sistemi" olarak oluşan bu sistemin yanı sıra, birçok zaviyenin de, daha eski zaviyelerin devamı olduğu görülmektedir. Zaviyelerin babaları ve onların müritleri, çevrelerini ekiyor, tarımla uğraşıyor, evler, ahırlar, mescidler inşa ediyorlardı. Sonra da bu yapıların etrafında halk da yerleşmeye başlıyordu [11] . Ahi zaviyelerinin yerlerini alan sonraki zaviyeler ve Sultanların tesis ettikleri yeni zaviyeler [12] şehirlerin büyümesini etkilemiştir.

I.5. AHİLİK, LONCA SİSTEMİ ve TARİHSEL KENT MERKEZİ İLİŞKİLERİ

I.5.1. AHİLİK – ESNAF TEŞKİLATI

Ahi kelimesinin aslı Akdi bazen Akdidir. İşçi sınıflarını içine alan bir sistemdir. Üyelerinin hepsi sanatkardır, askerdir. İyi dövüşür, iyi ata biner, iyi silah kullanırlardı. İşsiz değillerdi ve hepsi bir sanat veya ticaretle uğraşırlardı. Sözcükte erkek kardeş, arkadaş, cömert, yiğit anlamına gelen Ahiliğin nerede ve kimin tarafından kurulduğu pek bilinmemektedir. Bilinen Ahiliğin insani amaçlarla kurulmuş bir teşkilat olduğu ve insanın bu teşkilat ölçülerine uygun olarak yetişmesi gerektiğidir.

Ahilik bir esnaf teşkilatıdır. Başlangıçta debbağlar, saraç ve kunduracıları kapsadığı görülmüşse de, sonradan bütün esnafı kapsayan bir sosyal kuruluş olarak gelişmiştir. Ahilik Türk toplumunda, Türk iş hayatında, Türk gelenek ve anlayışına uygun olarak gelişmiş, yerleşmiş mesleki yönü hakim bir tarikattır.

Bilindiği gibi Türkler çok eski devirlerden beri sanayi ve ticaretle uğraşmışlardır. Çin’den başlayıp Avrupa pazarlarına ulaşan “İpek Yolu” denilen ticaret yolundan mallar genellikle Türk kervanları ile taşınırdı.

Emevi Arapları (661-250) Batı Türk ülkesini işgal edip (710-796) oraları yağma edince Türk ülkesinin düzeni bozuldu. Bunun üzerine mal sahipleri mal ve canlarını korumak için işsiz kalan işçileri bir araya toplayarak tek bir teşkilat kurdular. Koruyuculuk niteliğinde olan bu teşkilata “Gaziyan” adını verdiler.

Genç ve cesur kişilerden oluşan Gaziyan mensupları düzensizliği giderdiler. Düzen sağlanınca herkes tekrar mesleklerine döndü ve aralarında bir esnaf teşkilatı kurdular. Bu hareket Türk Ahiliğinin doğuşudur.

Ünlü seyyah İbn-i Batuta’nın açıklamasına göre “Ahiler Anadolu ülkesinde Türkmen kavimlerinin olduğu her il, ilçe, bucak ve köyde var idiler. Bunların yabancıları ağırlama, yedirme, içirmede, eşkıyaları tahrip ve yok etmede, halka zulüm edenlere karşı koymada benzerleri yoktu.

Ahilik ahlak ve dayanışma prensipleri üzerine oturtulmuş bir çalışmaya sahipti. Sır, Ahilikte başta gelen bir diğer prensip idi. Bu sır bir ehilden diğerine geçirilerek muhafaza edilirdi. Çoğunlukla derste öğretilmez, öğrenim ve görgüsünü tamamlamış kimselere hikaye yolu ve benzetişlerle sezdirilir, aşılanırdı. Ahilerin kendilerince kapalı, gizli olan bir çalışmaları olduğu anlaşılmaktadır. Ahi prensiplerine dair yazılı eser bırakmamış olmaları, prensiplerini genellikle sözle yayagelmiş olmaları bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu sebeple Ahilik hakkındaki bilgiler daha çok Ahi olmayanların yaptıkları tahminlere, incelemelere dayanmaktadır. Ahiliği kimileri bir dervişlik teşkilatı gibi gösterir, kimileri de mensuplarını iyiye, doğruya, verimli bir çalışmaya yönelten organizasyon olarak tanıtır.

Yukarıda gösterilen hususların yani dervişlikle sosyal örgütlenmenin birleşimidir. Dervişlikleri bir hırka, bir lokmaya bağlanmadığı gibi kazançtaki gayeleri de sömürgecilikten uzaktır.

Üretimde standartlaşma, elde edilen malı pazara sürme, eşit mala, eşit fiyat ve kalite birliği sağlama hususlarında özel görüşleri vardır.

Evliya Çelebi her gezdiği yerde gördüğü debbağ ve saraçları Ahi Evran mensupları olarak gösterir. Ahi Evran Türk işçi ve esnafının büyük bir piridir. Moğol istilasından Anadolu’ya göçmüş, 27 yaşlarında Konya’ya gelmiş 3 sene Anadolu’nun çeşitli illerini (Konya, Denizli, Sivas) dolaştıktan sonra Gülşehir-Kırşehir’de yerleşmiştir. Yoksul bir aileden olduğu için önce bir değirmencinin yanında çalışmış, sonra debbağlığa dericilik sanatına girmiştir. Çalışkanlığı sayesinde kısa zamanda kalfalığa yükselmiş, dericilikle uğraşırken Ahiliğe girmiştir. Edinilen bilgilere göre Ahi Muhammeden eğitim görmüş zeka ve çalışkanlığı ile Ahi Şeyhliğine yükselmiştir. Ahi Evran’ın Hacı Bektaş Veli ve Şeyh Edepali ile aynı devirde yaşadığı söylenir.

Ahiliğin bir başka açıklamasını, Ahileri görmüş ve aralarında yaşamış olan ünlü seyyah İbn-Batuta şöyle açıklamaktadır: <ı>“Ahi evlenmemiş gençlerden oluşan sanat sahiplerinin toplanıp kendilerine reis seçtikleri adama, Ahi Babaya denir. Bu gençlere Fetiyyen kurdukları teşkilata da Fütüvvet denir”.

Bu teşkilata reis (Ahi Baba) seçimle gelir. Bir zaviye kurar ve burasını gerekli eşyalarla döşer. Tarikat mensupları gündüzleri çalışır, kazançlarını akşam reislerine verirler. Bu kazançlarla zaviyenin her türlü ihtiyaçları karşılanır. Beldeye her gelen yabancı bu zaviyelerde misafir edilir, ağırlanır. Bu kimse dönüşe kadar zaviyenin konuğudur.

İlmi ve dini bilgiler medreselerde verildiği için Ahiler bu müesseslerin yeterliliğini kabul etmişler, bunun için teşkilatlarında daha çok dayanışma ve sanatta yetişme hususlarına önem vermişlerdir. Bu sebeple bütün gayretler sanat erbabını zaviyelere başlamaya yönelmiş sanatkar gençlerin bir arada toplanmasına çaba sarf etmişlerdir. Bunlara ahlak ve toplum adabı öğretilmiştir. Diğer bir deyimle, gerekli şartlara sahip olan gençler, sanat terbiyesini ustalarından almışlar, zaviye de ve ocakta ise bu gençlerin hissi, edebi ve sosyal terbiyeleri ile meşgul olmuştur.

Ahi zaviyelerinde öğretmen, profesör, hakim, sözcü, vaiz, silah talimcisi, hattat, şair gibi görgülü ve bilgili kimseler de bulunurdu.

Ahilikte başa geçen reislerin ihtar ve emirleri mutlaka yerine getirilirdi. Bunlar o derece saygı değer kişiler idi ki, Sultan bulunmayan yerlerde hükümdar gibi saltanat sürerlerdi. Bu sebeple reislerin emredişleri, ata binişleri, her türlü davranışları aynen hükümdarlara benzetilirdi. Reislerin şahıslarında toplanan bu özellikler Ahi zaviyelerinde ve o zaviyelerin mensubu olan yiğitlere de özel bir saygı kazandırırdı.

Ahiler başarıyı kaderden ziyade insanın kendi elinde olan projesinden beklerlerdi. Bunun için genç Ahiler bir yandan esnaf teşkilatı ile gündüzleri, diğer yandan da sohbet toplantıları ile geceleri eğitilirdi. Ahiler üstün bir ahlak ve iş terbiyesi ile yetiştirilirdi. Hangi sanatta iseler, o sanatta temiz ve sağlam mal yapıp satan ahiler geniş bir çalışma teşkilatı kurmuşlardı.

Anadolu’da Ahilerin en çok bulundukları yer Ankara olmuştur. Ahiler burada sayısız tabakhaneler ve kumaş tezgahları kurmuşlardır. Bununla beraber Kayseri, Sivas, Kırşehir, Denizli gibi şehirlerde büyük Ahi zaviyeleri de kurmuşlardır.

Selçuklu saltanatı yıkılıp yerine Beylikler kurulurken Ahi teşkilatı ve Ahiler varlıklarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı devleti kurulurken Anadolu’daki Ahi, Baba ve Mevlevi tarikatları en faal devrelerini yaşıyorlardı. Bundan dolayı bu tarikat zümrelerinde bilhassa ilk ikisinin Osmanlı Beyliği muhitinde de eylemleri görülmekte idi.

Osmanlı Devletinin temeli atılırken bu büyük beylik Ahilikten ve Ahi reislerinin nüfuslarından istifade etmişti. Ahilerin bu nüfusu XIV. Yüzyılın ilk yarısına kadar sürmüştür. Osmanlıların kuruluşunda Ahi alayları ile bütün harplere katılan Ahiler, Orhan Gazi ve I. Murat devirlerinde geliştiler, Yıldırım Bayezıt Ahilere fazla önem vermediği için onlarda Yıldırım’a yeterince yardımcı olamadılar. Ancak Çelebi Sultan Mehmet devrinde gene yardımlarına devam ettiler.

Ahilik II. Murat devrinde devam etti. Fatih devrinde ise Ahilik geniş bir esnaf kahyalığı haline geldi. 16. Yüzyıldan itibaren Ahilik lonca teşkilatı olarak gelişti.

Ahiliğin sendikal bir kuruluş görünümü vardır. Ahiler bilginlere, bilgeliğe bağlı, cömert, muhtaçlara yardım seven, zulmü, adam öldürme, hırsızlığı, ırza tecavüzü yasaklayan kimselerdi. Sözle sürdürülen prensiplere dayanan, mensuplarını aydınlığa götüren bir teşkilattı.

Ahlak Ahilikte başta gelen bir husustur. Ahiliğin bu yönünü taçlandıran altı şartı vardır. Bunlar “Açık-Kapalı” olarak ikiye ayrılır.

<ı>Açık olması gerekenler: Alın, kalp, kapıdır. Bunlar, başkalarının yanında yüzkarası olmamak herkese sevgi göstermek, kendine yapılacak müracaatları geri çevirmemektedir.

<ı>Kapalı olması gerekenler: El, bel, dildir. Bunlarda, kimsenin hukukuna el uzatması, kimsenin namusuna tecavüz etmemek, kimse hakkında dedikodu yapmamak, sır saklamasını bilmektir.

Daha birçok iyi yönleri olan Ahilik, mensupları üzerinde kurduğu kontrol bakımından da eşsiz bir kuruluştur. Ruhtan ziyade akla dönük olması Ahiliği yüceltmekte idi. Eğitim bölümünün bir safhasını teşkil eden sohbet alemleri ise milli terbiye, zerafet, adabı muaşeret ve kardeşlik öğrenimi ile geçen bilgi ve incelik taşıyan toplantılardı.

Görüldüğü gibi Ahilik teşkilatı kesin net prensipleri olan ve sadece ticaret yapmakla sınırlı kalmayan toplumun sosyal yapısını denetleyen çok yönlü bir örgüt olagelmiştir. Devlet yönetim sisteminin bir parçası olan Ahi teşkilatı, kendi kendini yöneten bir oto kontrole sahiptir. Toplumu oluşturan fertleri eğiterek, ticarete ve ticaret ehline büyük sorumluluklarla beraber saygınlık kazandıran, üretimi ve satışı denetleyen çok etkili bir kurum olmuştur. Denetleme ile beraber eğitim ağırlıklı olması da Ahilik teşkilatının en önemli özelliğidir.

I.5.2. LONCA-ESNAF TEŞKİLATI

Selçuklularla birlikte gelen Uygur ve Orta Asya Türklerinde kökleri bulunduğuna inanılan Ahi teşkilatı XVII. Asırda Avrupa hayranlığına paralel olarak loncalara dayanmıştır. <ı>“Lonca” kelime olarak oda anlamına gelir ve Latince kökenlidir. Esnaf ve sanatkarlar kendilerine ait meseleleri görüşmek üzere bu odada toplanırlardı.

Önceleri hammaddenin ihtiyaç sahiplerine verildiği yere lonca deniyordu. Zamanla esnaf kuruluşlarına bağlı bulunanların toplantı yerlerine bu isim verildi. Daha sonraları da lonca, esnaf kuruluşlarının adı oldu. Loncalar başlangıçta tarikat havası ile sanatı birleştiren bir nitelikte iken, giderek tasavvufî yönünü yitirmiş, tamamen maddi bir meslek kuruluşu haline gelmiştir. Bunda Hıristiyanlığın etkisi fazladır. Çünkü bu tarihlerde kapitülasyonlar neticesi dış ticaretle uğraşanların çoğunluğu Müslüman olmayanlardan oluşuyordu. Hıristiyan veya Museviler, zaviyelere gelip esnafla rahat bir şekilde meselelerini konuşamıyorlardı. Bunu sağlamak için aynı sanata mensup olanlar zaviyelerden uzaklaştırılıp loncalarda bir araya getirildiler.

Loncalar devrinde sanatkar yetiştirilmesi, mal üretimi, bunun pazarlaması özel kayıtlara tabi idi. Gereğince yetişmeyen çırak, kalfa olamıyordu. Kalfa yeter bir seviyede sanata sahip olmadıkça usta olamıyordu. Aklına esen dilediği yerde dükkan açamıyordu. Sanat kurallarına uygun mal üretmeyenler cezalandırılıyor, bunda direnen sanattan alıkonuyordu, sürülüyordu. Böyleleri memleketin hiçbir yerinde yeniden dükkan açıp çalışamıyordu. Önemli olan husus, gerek hükümet görevlilerinin kontrolleri gerekse esnafın kendi teşkilatı içindeki denetimi sonucu görülen aksaklıkların giderilmesinin çok kısa sürede gerçekleşmesi idi. Dolayısı ile ibret alma, ders alma vasfı kaybolmuyordu.

1727 yılından itibaren tekel ve imtiyaz anlamına gelen ve Türkçe bir kelime olan “Gedik” tabiri esnaf teşkilatlarına girmiştir. Nüfusu artan gayri müslimlerin baskısı ile çeşitli dine mensup kimseler arasında ortak çalışma şartları ortaya çıkmış ve imtiyaz fermanı olanlar ticaretle uğraşabilir olmuştur. Ancak bu fermanlar, mülk sahiplerinin kiralarını artıran, esnaf sayısının artırılıp, eksiltilmemesi, gediği (imtiyaz-tekil) olmayanların sanat ve ticaret yapmaması, münhal yerlerin çırak ve kalfalara verilmesi, dışarıdan esnaflığa kimsenin kabul edilmemesi şartlarında ihtiva ederdi.

Tanzimat’ın ilanından sonra yabancı devletlerle yapılan ticaret anlaşmaları, 1727 yılından beri gelen tekel usulünün kaldırılmasına yol açmıştır. Sebep olarak ticaretin gelişmesine mani olduğu gösterilmiş ve 17 Haziran 1867 günlü tüzükle sanat ve ticarette “Gedik” usulü kaldırılmıştır. Bununla birlikte padişahın emri ile bazı gedikler, emsal olmamak kaydı ile durumlarını muhafaza etmişlerdir.

I.6. KENT MERKEZ OLUŞUMUNA İLİŞKİN SONUÇLAR

Konya Nazım Plan Kararları

Konya’nın bugünkü makroformunu oluşturan Nazım Plan 1965 yılında yarışma ile elde edilmiştir. O dönemde 158000 civarında bir nüfusa sahip olan kentin 1985 yılında 470000’ e ulaşacağı varsayımıyla planlama yapılmıştır. Gerçekten de kentin nüfusu 1985 yılında 440000 düzeyine yükselmiştir.

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ nce hazırlanan “Konya Büyükşehir Belediyesi Hafif Raylı Ulaşım Sistemine İlişkin Değerlendirme Raporu” nda (1989) 1967 yılında İmar ve İskan Bakanlığı’ nca onanan Konya Nazım Planı’ nın stratejileri aşağıdaki gibi özetlenmiştir:

1. Eski kentin üzerine daha fazla nüfus ve ekonomik işlevler yüklenmemesi, fakat turizm amaçlı bazı merkez fonksiyonları ile canlandırılması ve korunması, idari ve ticari merkezin batı ve kuzeye kaydırılması,

2. Kentin doğu ve güneyde büyümesinin belirli koruma ve kullanım dengeleri içinde tutularak kırsal ve tarımsal niteliklerinin sürdürülmesi, güneybatıda sınırlı ve az yoğun yaşama alanları açılması.

3. Demiryolu batısından kuzeye doğru uzanan yeni kentsel gelişme koridorunun küçük ve organize sanayi bölgeleri, toptan ticaret, depolama ve resmi kuruluşlar için ayrılan çalışma ve konut alanları ile güçlü bir yoğunlukta donatılması.

Konya Nazım Planına ilişkin olarak saptanan bu stratejiler daha sonraki yıllarda uygulamaya sokulmuş ve kent gerçekten de kuzey yönünde yapılan yatırımlarla bu yönde geliştirilmiştir.

ODTÜ raporuna göre “<ı>bir yandan 1967 yılında yapılan İmar Planı’ nın uygulanıp amaçlarına ulaşarak süresini doldurmuş olması, öte yandan Konya Belediyesi’ nin bir hafif raylı ulaşım sistemini gerçekleştirmek isteği, 1982 yılında Konya İmar Planı’ nın yeniden ele alınmasını gerektirmiştir”.

2005 yılında 1.3 milyonluk bir nüfusa erişeceği öngörülmüştür. Bu planın önemli özelliği kenti gene kuzeyde merkezden 18 km uzaklıktaki Selçuk Üniversitesi’ ne doğru geliştirmesi ve bunu raylı sistem ile desteklemesidir. Kent büyümesi güney ve doğuda sınırlanmakta, belirli bir batı gelişmesinden sonra tümüyle kuzeye yöneltilmektedir. Gelişme; Yeni Yerleşim Alanları, Merkez İşlevleri, Organize Sanayi ve Gecekondu Önleme Bölgeleri halinde düzenlenmelidir.

Raylı sistem Alaattin Tepesi çevresinde dönerek kuzeye Üniversiteye doğru uzanmakta, böylece eski kent ile yeni gelişmeler arasında simgesel bir bağ kurulmaktadır. Bu sistemin ilerideki uzantıları olarak; batıda Hocacihan, güneybatıda Meram ve doğuda Mevlana Külliyesi’ nden geçerek Tatlıcak yönünde yeni güzergahlar düşünüldüğü saptanmıştır. Özellikle doğu uzantısı Proje Alanı için çok önemli bir girdi olarak ele alınmıştır.

· Kent mekanının ve yapılarının oluşum ve biçimlenişi toplumların yapısal özellikleriyle doğrudan ilişkilidir. Kent merkezlerindeki büyüme ve bölgeleme değişimi hem kentleşmenin, hem de sanayileşmenin göstergesi olan etmenlere bağlıdır. Kentleşme hem “Mekansal Süreç”, hem de “Toplumsal Süreç” içeren bir olgudur [13].

· Mekan ve toplumsal yapıdaki değişikliğin ortaya çıkması ve devamlılığı ekonomik gelişmelere bağlıdır ve ana etmen “Ekonomik” dir.

· Kent mekanındaki farklılaşmalar toplumdaki çelişkilerin yarattığı gruplaşmalara (sınıflara) dayanmaktadır.

· Toplumsal değişme ve gelişme, toplumun bütün kesimlerinde birden gerçekleşen bir süreçtir.

· Mekansal yapı ile toplumsal yapı arasındaki etkileşimin yönü toplumsal süreçlerden mekansal oluşumlara doğrudur.

· Toplumsal yapıdaki etkin güçler kentteki fiziksel alanlara, yapılara sahip olmaya çalışmaktadır. Bu olgunun kentsel biçimlenmeye olan etkisi özellikle MERKEZ ALANI’ nda görülmektedir.

· Türk şehrinde çarşı yeri için kaleye yakın bir alan seçilmektedir. Kale sur bedenleri önünde yoğunluğun fazla olduğu kesimde çarşı kurulmaktaydı. Bu kesim genellikle şehir merkezi olmaya aday kesimdir. Şehrin gelişip büyümesi ile çarşı kesimleri şehirlerde merkez kesimi olarak gelişmişlerdir. Ankara, Afyon, Tokat vb. şehirler buna örnek olarak verilebilir.

· Kale duvarı yakınında çarşı kurulmasına, etrafı surla çevrili şehirlerde ve surla çevrili olmayan şehirlerde de rastlanmaktadır.

· Etrafı surla çevrili şehirlerde, bir iç kale yoksa, ya da kale şehir surunun bir köşesine yerleşmişse, çarşının şehrin merkezi bölümünde insan hareketine en uygun yerde geliştiği görülür.

· Liman şehirlerinde çarşının konumlanmasında ve yer seçiminde iskeleye yakınlık büyük ölçüde etkili olmuştur. Liman şehirlerinin büyük bir kısmında, çarşı için, özellikle güvenlik bakımından sur, kale ya da kaleye benzer güvenli bir yerin varlığı önem taşımıştır. Antalya, Alanya, Sinop, Silivri, Gelibolu, Giresun değişik bakımlardan buna örnektir.

· Temel biçimlenmesi, XIV. ve XVI yüzyıllarda gerçekleşen ve bundan yüz yıl öncesine kadar eski özelliğini koruyan Türk şehrinde çarşı alanındaki ticaret yapıları; dükkanlar, hanlar ve bedestenden oluşmaktaydı. Bedesten hemen hemen çarşının en merkezi kesiminde yer alırdı. Çarşının büyüklüğüne göre cami sayısı artar, şehrin en büyük cami ya da camileri çarşıda yoğunlaşan kesimlerin yakınında konumlanırdı. Bedestenler, kumaş ve bez satılmak için yapılmış, daha sonraları kıymetli mallar ve antika eşya alım-satımına tahsis edilmiş kapalı çarşılardır. Türk çarşılarına özgü en tipik yapı biçimi bedestenlerdir. Bu oluşum ve Türk şehrinin bedestenle ilgili karakteristiğinin belirginleşmesinde XV. ve XVI. yüzyıllar önem taşımaktadır [14].



Kaynak : Tunçer, M., TARİHSEL ÇEVRE KORUMA POLİTİKALARI: KONYA”

Konya Büyükşehir Belediyesi, Kültür Yayınları : NO: 101, Aralık 2006'den alınmıştır.




[1] ARSEVEN, C., E., “Türk Sanatı Tarihsel”, S.472.

[2] YETKİN, S., K., ÖZGÜÇ, T., SÜMER., F., ÜLKEN, H.Z., ÇAĞATAY, N., KARAMAĞRALI, H., 1965, “Turkish Architecture”, A.Ü. Yayınevi, No:62.

[3] TANKUT, G., 1973, “Osmanlı Şehrinde Ticari Fonksiyonların Mekansal Dağılımı”, VII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, T.T.K. Yay., 9. Seri, 7/2 sayı, T.T.K. Basımevi, Ank., S.773-779.

[4] TANKUT, G., 1973, y.a.g.e., S.776.

[5] AKTÜRE, S., 1975, “17.Yüzyıl Başından 19.Yüzyıl Ortasına Kadar ki Dönemde Anadolu Osmanlı Şehrinde Şehirsel Yapının Değişme Süreci”, ODTÜ Mim. Fak. Dergisi, Cilt I, Sayı 1.

[6] AKDAĞ, M., 1979, “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihsel”, Cilt II (1453-1559), Tekin Yayınevi, Ank., S.221.

[7] AKDAĞ, M., 1979, a.g.e., S.222.

[8] Akdağ, Selçuki Döneminde çok canlı ve birinci sıra oldukları halde, Osmanlı Döneminde gerilemiş ya da İmparatorluk ölçüsünde gelişmemiş bulunan şehirlerde, büyük hanların doğmamış olduğunu, buna karşın, bu Devirde önemleri artmış bulunan şehirlerde büyük hanlar kurulduğunu belirtmektedir. Birinci türdeki şehirlere, yani ticaret hayatı gerilemişlere örnek olarak Konya, Kayseri, Sivas örnekleri verilebilir, ikinci türdekilere ise, Tokat, Ankara, Afyon, Bursa, Edirne ve İstanbul Şehirleri örnek olarak verilebilir.

[9] Örneğin satılan meta un ise, o han "Unkapanı", sebze ise "Sebze Hanı", ya da "Sebze Kapanı", "Pamuk Hanı", "Pirinç Hanı", vb. isimler, bu maddelerin yüklerle gelip toptan satışlarının yapıldığı yerleri anlatırlar.

[10] ERGENÇ, Ö., 1977, “Osmanlı Şehrinde Esnaf Örgütlerinin Fizik Yapıya Etkileri” , Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihsel (1071-1920), I. Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihsel Kongresi, Tebliğler, Hacettepe Üniv., Meteksan Ltd. Mat., Ank., 1980, S.107.

[11] KUBAN, D., 1968, “Anadolu-Türk Şehri Tarihsel Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri Üzerine Bazı Gelişmeler”, Vakıflar Dergisi, Sayı 7, S.53-73.

[12] ZAVİYE: Kendini dine veren kişinin ibadetle ilgilenmek üzere çekildiği küçük tekke.

[13] TEKELİ, İ., 1979, S.19.

[14] CEZAR, M., S.26.

 
Toplam blog
: 114
: 2207
Kayıt tarihi
: 16.04.08
 
 

Kentsel, arkeolojik ve doğal sit alanlarında koruma, ıslah ve yenileme projelerinde, plancı, yöne..