Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '11

 
Kategori
Hayvanlar Alemi
 

Köpeğin, Sakat Yavrusuna Şefkati- LaZfontaine'den Hikayeler 2

Köpeğin, Sakat Yavrusuna Şefkati- LaZfontaine'den Hikayeler 2
 

Şu Güzelliğe Bakar mısınız?


Dört yıl önce Karacabey üretme çiftliğinden bir çift Akbaş köpek almıştım. Akbaş, bembeyaz tüyleri, kardan adamınkini andıran kömür karası burnu, kapkara gözleri ve kalemle çizilmişçesine biçimli suratıyla sadece ülkemizin değil, dünyanın da en güzel köpeği… 

Köpeklerim bir yaşına geldiklerinde erkek olanı veterinerin bir hatası sonucu öldü. İnsanların, evcil hayvanlarına bağlanmalarını bir türlü anlamaz, gülüp geçerdim. Ama o köpeğin ölümü bir yakınımı yitirmişim kadar etkiledi beni, bahçe kapısında beni gördüğünde arka ayakları üzerine dikilip ön ayaklarını kucaklar gibi açmasını hâlâ unutamam. 

Neyse… Sevgimizi dişiye, Kartopu’na verdik. Bir de dişi Boxer’ımız var, gül gibi geçinip gidiyorlardı… 

Gel zaman git zaman, Kartopu kendini eskisi gibi sevdirmez oldu. Küçüklüğünden beri karnının kaşınmasından çok hoşlanırdı, artık huysuzluk yapmaya, hırlamaya başladı. Bir anlam veremedik doğrusu. Belki de bir tarafını incitmişti, dokunduğumuzda canı yanıyordu. Sorunu her ne ise, nasılsa bir- iki haftada iyileşecekti. 

Bir sabah kulübesinden kulağıma tuhaf sesler geldi. Daha önce pek de duymadığım türden. Kümes hayvanlarına ya da tarla farelerine de hiç benzemiyordu. Merakla kafamı kulübeden içeri sokunca bir de ne göreyim, yerde bir sürü kahverengi köpek yavrusu, Kartopu'nun karnına doğru uzanmış… 

Bu kadar yavru nereden çıkmıştı? Başka yerden çalması imkânsız; bahçe duvar ve çitle çevrili. Hem hiçbir köpeğin, başkasının yavrusuna şefkatli davranmadığını bilirim. 

Biraz daha inceleyince yavruların Kartopu’nun karnına doğru uzanıp memelerini emdiğini anladım. Aman Allah’ım! Bunlar onun yavrularıydı. 

İyi de nasıl olmuştu bu? Herhangi bir köpekle yakınlaşmamıştı. Bir ara evin etrafında sıklıkla dört dönen kahverengi bir sokak köpeği görmüştüm, ama içeri girmesi mümkün değil. 

Besbelli Kartopu bir yolunu bulup boynuzlamıştı bizi. Bu öyle saldırı sonucu meydana gelecek bir iş değil, anlaşılan gönüllü olmuş. Hani derler ya, bir dişi kafasına koyması, kapıyı üzerine kilitleseniz fayda etmez. 

Gebeliğini nasıl da anlayamamışız! Demek karnına dokunduğumuzda huysuzluk yapmasının sebebi buydu. 

Kendimi aldatılmış hissettim doğrusu. Zamanı gelince kartopumuza kendisine layık bembeyaz bir Akbaş damat bulacaktık elbette. Ama o gitti, bir sokak köpeğine kaçtı! İnsanda ırkçılık büyük suç. Ancak hayvanda makbul olan da saf ırk. Yavrularımız asil bir anne ile alt tabaka bir babanın çocukları. Tam Türk filmlerindeki zengin fakir aşkı! 

Başa gelen çekilecekti, evine köpek alıp sıkılınca sokağa atan görgüsüzler gibi yapamazdık. 

Yedi yavru büyüdükçe acayip güzelleştiler. Renklerini babalarından; yüz, kulak ve göğüs yapılarını annelerinden almışlar. Bütün ailenin ve akrabaların oyuncağı oldular. 

Fakat mübarekler o kadar obur ki, mamaya servet gidiyor âdeta. Bunların bir de aşıları var. Yanmışız! Acilen her birini eşe dosta sahiplendirmeliydik. Bunu ancak anne sütünden kesilince ve ilk aşıları tamamlanınca yapacaktık. Bir de bizim başımıza gelenden dostlarımız da mustarip olmasın diye dişileri kısırlaştıracaktık. 

Bereket belediye bu işleri oldukça makul bir fiyata yapıyor. Yine bir sürpriz gebelik yaşamasın diye önce anneden başladık işe, ameliyat sonrasında yavrularından ayrı bir bölüme kapattık. 

Üç dişi yavruyu da dört aylık olunca kısırlaştırdık. Eve geldiklerinde bitkindiler. Veteriner böyle bir durumla karşılaşacağımızı söylemişti, biz de annelerinden tecrübeliydik, nekahet süresi iki üç günü buluyordu. 

Ancak yavrular bir haftayı geçtiği halde yerlerinden kalkamadı. Arka ayaklarını kullanamıyorlardı. Yiyeceklerini ve sularını ağızlarına veriyorduk, yer yemez oldukları yere yığılıyorlar, uyumaya devam ediyorlardı. Felç olduklarından korktuk. Operasyon esnasında veteriner bir hata yapmış olmalıydı. 

Kontrole götürdük. Veteriner vitaminsiz kaldıklarını söyledi. Takviye iğnesi yaptı, vitamin hapları verdi, reçete yazdı. Millet ilaç almaya para bulamazken, köpek için eczaneye gitmek zoruma gitti doğrusu. Ama hayvanları o hâlde bırakamazdık. 

Birkaç günlük sıkı bir beslemeden sonra canlanır gibi oldular, ama bir iki adım attıktan sonra yine yere yığılıyorlardı. Bari annesinin yanına koyalım dedik, belki onun şefkatiyle iyileştirebilirlerdi. 

Yanına gittiklerinde annenin halini görecektiniz. Yavrularını kokladı, altına aldı, âdeta kucakladı. Sonra her birini sırtüstü yere yatırdı, dikiş yerlerini yaladı. 

Yavrularda sevinç dışında fazla bir değişim olmadı. Anne yanlarından ayrlmıyor, herbirini sırayla seviyor, yalıyordu… Birden başka bir şey denedi. Bebelerini kokladı, sonra olduğu yerden ok gibi fırladı, elli-altmış metre koştuktan sonra aynı hızla geri döndü. Defalarca aynı işlemi tekrarladı. Besbelli onu taklit ederek ayaklansınlar diye böyle yapıyordu. Ancak ne yapsa faydasız, çocuklarda kıpırdama yok. 

Tavuk ciğeri faydalı olur diye düşündük. Önce üç yavruya, ardından da anneye veriyorduk. İlk öğünde inanılmaz bir şey oldu: Anne, kendi payına düşen ciğerlerin birini bile yemedi, yavrularına taşıdı, hepsine eşit olarak bölüştürdü. 

Anneliğin nasıl bir fedakârlık olduğunu gösteriyordu âdeta. Köpekler genelde bencil olur, meme emmelerine itiraz etmez ama yiyeceklerini yavrularıyla paylaşmaz, hatta normal koşullarda kendi yiyeceğine musallat olan yavruya hırlar, ısırır, zarar verir… 

Bu anne şefkatinin bütün köpeklere has bir özellik olmadığını, Akbaş’larda fevkalade güçlü olduğunu daha sonra veterinerden öğrenecektim… 

Annelerinin şefkatiyle yavrular iyileşti, ayağa kalktı. Artık onlara aile olacak başka yuvalar bulma zamanı gelmişti. Bu görüşümü yüksek sesle dile getirince ev halkı ayağa kalktı: Hayır, bunca zaman baktık, bir tekini bile vermeyiz! 

Yahu, yapmayın, etmeyin, bir değil, iki değil, tam yedi tane… İki de yetişkin, etti mi dokuz… Bu kadar köpeğe nasıl bakarız? Mamaları zaten göçertti, bir de bunların rutin aşıları var. Sadece onlar için çalışsak gene de yetiştiremeyiz. 

Dinleyen kim? Hiçbirini vermeyiz diye inat ettiler. 

Siz misiz benimle aşık atan, evde kimse yokken, yavruların birini talipli birine verdim. Evdekilerin eksiği fark etmesi, gardiyan gibi her gün sayım yapmadıklarından, bir haftayı buldu. Kıyametler koptu ama ellerinden ne gelir. Baktılar ki ben ciddiyim, ikisini de onlar, bari yabancıya gitmesin diye bir akrabaya götürdü. Ardından bir tane daha ben el altından bir komşuya verince, kaldı üç. İki erkek bir dişi. 

Üçü de birbirinden güzel namussuzların. Hele dişisi, tam bir peluş oyuncak. Bir de numaracı. Yanlarına gidince, minik kız çocuklarının babalarının terliklerini getirmesi gibi atıyor kendini ayaklarımın dibine, sevmeden geçmek ne mümkün. 

Velhasıl çaresizim. Cüzdanımla vicdanım arasında sıkışmış durumdayım. Bazen bahçe kapısını yanlışlıkla açık unutmak da geçiyor içimden. Hani kaçıp uzaklara gideceklerini bilsem, yapacağım da. Ya da belki de kaçtı deyip en azından birini daha bir komşuya “okutmam” lazım, yoksa onlar benim canıma okuyacak. 

Sen misin ırkçılık yapan, saf ırk peşinde koşan, hayat işte böyle ders verir adama! 

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..